Suruç’tan bugüne katliamlar ve korku toplumu
Aradan bir yıl geçti, 20 Temmuz 2015’te Suruç’ta patlayan bombanın üzerinden. Geçen bir yılın nasıl seyredeceğini o bomba göstermiş oldu. Elbette kanlı katliamlar Suruç’ta başlamadı, ancak burjuvazinin savaş ve saldırganlık üzerine kurduğu tüm politikalarının bir geri dönüşü olarak yaşandı Suruç da.
Devletin katliamcı karakteri
Sermaye devletinin tarihi kanlı katliamlar tarihidir. İlk kuruluşunda harcı komünistlerin kanıyla karılmış, Kürt halkına yönelik katliamlarla inşasına devam edilmiştir. Yükselen toplumsal muhalefet hep kanla bastırılmıştır. Sömürü düzeni 1965 Zonguldak Direnişi’nden 15-16 Haziran ve ’77 Taksim 1 Mayıs’ına hep işçi eylemlerine saldırılarla, kanlı katliamlarla varlığını sürdürmüştür. Sermaye iktidarı ’71 devrimci kopuşuna karşı da Denizleri, Mahirleri, İbrahimleri katletmekten geri durmamıştır. 1980’de 12 Eylül darbesiyle kanlı yüzünü bütün topluma bir kez daha göstermiştir. Maraş, Çorum, Sivas, Roboski vd. katliamlar bu kanlı tarihin birer uğrağıdır sadece. Ve bu kanlı iktidar tehdit algıladığı her an katliama girişmekten geri durmamıştır. Kontrgerilla faaliyetleriyle, MİT-JİTEM gibi karanlık aygıtların vahşetiyle sistematik bir hal almıştır faili devlet katliamlar.
Sermaye düzeni, ne zaman zora düşse savaş ve saldırganlığı arttırmaktadır. Toplumu gerici taraflaşmalarla sersemletmek, Kürt halkını terörist ilan etmek onun geleneğinde ve karakterinde vardır.
“Çözüm sürecinin”, “açılım politikalarının” vb. bir göz boyama olduğu, hedefin Kürt özgürlük mücadelesini bitirmek ve sömürü düzeninin bekasını sağlamak olduğu açıktır. Günümüzde düzenin dümenine oturmuş olan AKP, 7 Haziran seçimleriyle sandıkta güç kaybedince, çareyi elinde bulundurduğu olanaklarla kirli savaşı ve saldırganlığı tırmandırmakta buldu. 5 Haziran 2015’te Diyarbakır’da HDP mitinginde bomba patlatarak ilk sinyali veren düzen güçleri, 7 Haziran’da istediğini alamayınca katliamcı karakterini öne çıkartmaya başladı. Suruç ve ardından gelişen süreçte Türkiye’nin dört bir yanında bombalama eylemleri yaşanırken, baskı ve yasaklamalar da arttı. Kürt illerine yönelik sokağa çıkma yasakları, katliamlar, imha politikaları devreye sokuldu. Onlarca ilçe, yüzlerce köy ve mahalle yerle bir edildi. Bu politikalar on binlerce insanı göçe zorladı. Keza Ege kıyılarında binlerce insan ‘umut’ yolculuklarında katledildi, AB ile pazarlık konusu oldu.
Bütün bunlar burjuvazinin çıkarı içindir. Bütün bunlar Erdoğan ve AKP’nin elinde bulundurduğu gücü ve mevzileri koruma çabasının ürünüdür. Bütün bunlar bizlerin emeğine, ekmeğine daha rahat el konulabilsin diyedir.
Suruç’ta neler oldu?
Suruç’ta bombayı IŞİD patlattı. Bu söz yanlış değil ama yetersizdir. Bombaların patlamasına neden olan, emperyalist-kapitalist sistemin yayılmacı-çıkarcı savaşları, AKP iktidarının gerici çeteleri besleyen politikaları ve uygulamalarıdır. Kan ve gözyaşı üzerine kurulu, dinci-milliyetçi demagojilerle beslenen, kitleleri uyutup düzene kanalize eden, birbirine düşmanlaştıran yönetim anlayışıdır. Ve patlayan bombalarda sermaye devletinin sadece politikalarının rolü değil, birebir planlanmasından göz yummasına kadar parmağı da var.
Dönemin Başbakanı Davutoğlu “Elimizde canlı bombacıların listesi var, ama, eylem yapmadan onları tutuklayamayız” dememiş miydi? Suruç’taki katliamdan 3 gün önce Amara Kültür Merkezi’ne canlı bomba saldırısı olacağına dair uyarı yapılmasına rağmen ‘emniyet’ güçleri hiçbir önlem almıyor. “Suruç ilçesinde yaşanması muhtemel olayların önlenmesi, müessif bir olayın yaşanmaması amacıyla 19 Temmuz 2015 tarihinden itibaren ikinci bir emre kadar aldırılan emniyet tedbirleri” diye başlayan ve “Görev alan tüm personel meydana gelebilecek canlı bomba saldırıları vb. konulara karşı görev yerlerinde dikkatli, duyarlı ve müteyakkız bulunacaktır” cümlesiyle biten yazılı emir, katliamın alınan tedbirlerle gerçekleştiğinin itirafıdır aslında.
Yani özcesi, tetikçisi IŞİD olan planlı bir devlet katliamıdır yaşanan.
Son bir yılın bilançosu
Son bir yılda gerçekleşen 10’un üzerindeki bombalı saldırıda 300’e yakın insan katledilirken, 1000’i aşkın insan da yaralandı. 10 Ekim Ankara Katliamı’ndan İstiklal Caddesi’ne, Kızılay’dan Havalimanı katliamına; bombalarla sindirilen, korkuyla yaşayan bir toplum hedefliyorlar.
Her an her yerde bomba patlayacakmış gibi bir ruh hali yaratılmaya çalışılırken, kalabalık yerlerden uzak durma, hak arama eylemlerine katılmama vb. telkin ediliyor.
Siyasal faaliyete yönelik yasaklamalar saldırı, gözaltı ve tutuklama terörüyle at başı gidiyor. Bomba patlayabilir demagojileriyle adım başı GBT, üst araması ve vur emrini, her türlü polis devleti uygulamalarını devreye soktular.
Bu bombalarla inşa edilen korku toplumu, sermaye düzeninin diğer emperyalist ve kapitalist ülkelerle olan ilişkilerini de şekillendiriyor, koz olarak kullanılmaya çalışılıyor.
Bu politikalar sadece bu topraklarda veya Ortadoğu’da değil, dünyanın dört bir yanında burjuvazinin imdadına yetişiyor. ‘Barış’ masalarının eldeki kanlı kozu haline geliyor.
Bugün toplumsal muhalefeti bastırmış, geriletmiş durumdalar. Bugün kanlı gericilik yükseliştedir. Bu yükseliş çok daha hızlı bir düşüşü doğuracaktır. Kendi sefil iktidarlarının bugününü kurtarmış durumdalar. Ancak gerek baskı karşısında, gerekse de ekonomik kriz ve sömürü karşısında sürekli öfke birikiyor. Savaş ve saldırganlık karşısında, katliamlar karşısında öfke birikiyor. Biriken öfke elbet patlayacak. Bu biriken öfke ancak ve ancak sınıf zemininde, devrimci bir sınıf hareketi ile gerçek kurtuluşun yoluna akacaktır.
Ankara Katliamı iddianamesi kabul edildi
10 Ekim 2015’te Ankara Tren Garı’nda IŞİD tarafından gerçekleştirilen katliama ilişkin hazırlanan iddianame, 12 Temmuz’da Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edildi.
2016/232 sayılı dosya kapsamında, savcı Ramazan Dinç tarafından hazırlanan iddianame, 583 sayfa ve 72 ek klasörden oluşuyor.
İddianamede Yunus Durmaz, İlhami Balı, Halil İbrahim Durgun ve Yakup Şahin gibi isimler katliamı organize eden ve gerçekleştirenler olarak yer alıyor.
Katliamda yaşamını yitirenlerle yaralıların aileleri ve avukatlar tarafından iddianamenin iadesi isteniyor. Zira iddianamede sermaye devletinin katliamdaki rolü karartılmaya çalışıyor.
Katliamın ardından geçen zamanda, saldırıda sermaye devletinin sorumluluğunu ortaya çıkaran rapor ve belgeler bulunmasına rağmen, iddianamede devlete ve devlet görevlilerine ilişkin hiçbir ifade yer almıyor. |