15 Temmuz 2016
Sayı: KB 2016/26

Yıkılmayı bekleyen bir iktidar: Dinci-gerici AKP iktidarı
Dinci iktidar dışarıda çark ediyor, içeride azgınlaşıyor
Devletin “çok amaçlı” Suriyeli politikası
Gerçek suçlular, Suriyelileri fırsata çevirenlerdir!
Kürt coğrafyasında katletme ve direnme geleneği
Hurşit Külter nerede?
Ekonomik yıkım saldırısı yaşamın bütününü hedefliyor!
Greif işçisi Eylül için kırmızı çizgilerini belirlemeli!
Kamu Emekçileri Forumu’nun düzenlediği kamp üzerine
Park Termik’te TİS bilmecesi!
NATO Varşova Zirvesi: “Savaşa hazır olun!”
Avrupa’da ve Almanya’da yeni bir döneme doğru
Fransa’da kavga sürüyor ve sürecek
Toplumsal cinsiyet rolleri ve artan gericilik
Yaz sıcağını kavganın ateşine çevirmek için...
Suruç’tan bugüne katliamlar ve korku toplumu
“Demokrasi cephesi” çağrıları üzerine
Suriyelilere vatandaşlık verilmesi üzerine
Cehennemi cennete çevirmek için: Birlik!
Dolmabahçe Direnişi 48. yılında
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Avrupa’da ve Almanya’da yeni bir döneme doğru

D. Yusuf

 

Brexit’in hemen ardından, 28-29 Haziran tarihlerinde, AB devlet ve hükümet başkanları Brüksel’de bir zirve gerçekleştirdi. İki günlük zirvede, kısaca, İngiltere’nin birlikten ayrılması ile yaşanacak olan sorunlar ele alındı, sonra istihdam, yatırımlar, göç sorunu ve dış ilişkiler gibi sorunlar tartışıldı. Zirvenin ana gündemi ise AB’nin yeni stratejisinin ne olacağıydı. Esas olarak bu konuya yoğunlaşıldı. Doğal olarak AB’nin önceki stratejisi gözden geçirilip çok yönlü değerlendirmelerde bulunuldu. Sonuçta, “Müşterek vizyon, müşterek eylem-daha güçlü Avrupa” şiarı ve hedefi ile tanımlanan yeni bir güvenlik stratejisi üzerinde anlaşma sağlandı. AB’nin güvenlik politikalarının belirlendiği söz konusu bu belgede dikkate değer en önemli husus, AB’nin çok açık biçimde “askeri güç” olması gerektiğinin de açıklanmasıdır.

AB: emperyalist sömürü ve savaşın aracı ve merkezi

AB “ulusötesi” bir birlik olarak sunulmuştu. “Ortak vizyon, ortak eylem ve güçlü Avrupa” şiarı başından itibaren onun temel şiarıydı. AB ileri sürülen iddiaların tam tersine bir “refah” düzeni olmayıp, bir sömürü ve soygun düzenidir ve hep öyle olmuştur. Her dönem kuruluş felsefesini anlatan şiarlarına bağlılık içinde hareket etmiş, gereklerini de tam olarak yerine getirmiştir. Sömürüye, soyguna ve baskıya dair ne varsa hepsini birlik olarak kararlaştırmış, merkezi biçimde planlanmış ve tam bir görüş birliği çerçevesinde uygulamaya sokulmuştur. Avrupa işçi ve emekçilerini canından bezdiren sosyal yıkım saldırılarında ve bu sayede dünya zengini Avrupa’nın aynı zamanda her yıl biraz daha belirgin biçimde bir açlar ve yoksullar kıtası haline gelmesinde, her geçen gün daha da hız kazandırılan polis devleti uygulamalarında, her yerde kol gezen neo-Naziler gibi Hitler artığı ırkçı-faşist çetelerin çoğalıp büyümesinde, bunlardan kaynaklı saldırganlığın sözde uygar Avrupa’nın da bir gerçeği olmasında ve nihayet, militarizmin zirve yapmasında, faşizm ve savaş belasının yeniden ve daha ciddi biçimde tüm bir Avrupa işçi ve emekçileri için yakın bir tehdit ve tehlike haline gelmesinde, birlik ve tüm bileşenleri aynı derecede suçludur ve sorumludur.

Fakat tartışmasız bir başka gerçek daha var. Almanya ve Fransa bu birliğin ana ekseniydi ve bu hep böyle oldu. Yine de belirtmek gerekir ki Almanya birliğin motor gücü/öncüsüydü. Ekonomiden, dış politika ve güvenliğe dair sorunlara her konuda Almanya sürükleyici ve kararlaştırıcı güç oldu. İlk adımları önce Almanya attı, diğerleri onu izledi. Örneğin “refah devleti” masalına ilk darbeyi o vurdu, “sosyal devlet”e ilk o “elveda” dedi. Sadece geri ve yoksul ülkelerde değil, AB’nin periferisi denen Yunanistan, İspanya, Portekiz gibi ekonomisi güçsüz ülkelerde bile yıkıma yol açan neo-liberal sömürü ve soygun politikalarını ilk önce Almanya gündeme soktu, ilk önce o uyguladı. Avrupa burjuvazisine cesaret verdi, yol gösterdi. Gelinen yerde reform adı altında uygulanan, biri diğerinden acımasız kemer sıkma paketleri ile işçi ve emekçilerin yaşamı çekilmez hale gelmişse, bunun en öncelikli sorumlusu Almanya’dır.

Sosyal yıkım saldırıları ile paralel giden polis devleti uygulamalarında, bunun bir başka anlatımı olarak tüm Avrupa için geçerli olan siyasal gericiliğin yoğunlaşmasında, neo-Nazi, Pegida türü insanlık düşmanı çetelerin korunup kollanmasında, demek oluyor ki demokratik hak ve özgürlüklerin budanmasında öncelikli olarak hep Alman tekelci devletinin damgası vardır.

Hakeza Avrupa Birliği bir “refah” aracı olmadığı gibi, bir “barış” aracı da değildir ve hiçbir dönem böyle olmadı. Her şey bir yana AB’nin merkez üssünü oluşturan Fransa, İngiltere, öncelikle de Almanya sömürgeci ve emperyalist devletlerdi. Her zaman için ve her adımda emperyalist ve yayılmacı hırs ve heves AB’yi ve adı geçen devletleri belirledi. Bırakalım birliğin dışındaki ülkeleri, kendi üyesi Yunanistan gibi çevre ülkeleri dahi sömürgeleştirmeye çalıştılar. Elbette ki bununla da yetinilmedi, ABD’nin başını çektiği emperyalist saldırganlık ve savaşın da gönüllü ve doğal ortağı oldu AB. AB barış değil, her daim savaş politikaları izledi, silahlanmayı çılgınlık düzeyine çıkardı, militarizmi azdırdı. Her daim yayılmacı oldu. Bu amaçla ABD’nin Afganistan, Irak, Libya ve şimdi de Suriye’deki emperyalist müdahale ve işgallerine iştirak etti. Doğu Avrupa’ya açılma, Ukrayna’da taraf olma AB’nin diğer bir icraatıdır. Rusya’yı kuşatma ve sıkıştırma gerçekte bu birliğin de politikasıdır. Asya-Pasifik cephesinde söz sahibi olmak, Çin’in önlenemez yükselişini durdurmak amacı ve hedefi, AB’nin de amacı ve hedefidir. AB de hegemonya kavgasının içindedir. O da hummalı biçimde yeni bir emperyalist savaşa hazırlık yapmaktadır. AB, “barış”ın değil, tam tersine, geçmiştekilerden de caniyane olacak bu savaşın aracıdır. Bugüne dek de bu yönde seyretmiştir.

Ve tek cümleyle, tüm bu konularda da sürükleyici güç yine Almanya olmuştur. Emperyalist ve yayılmacı politika ve icraatların başını yine o çekmiştir. O kadar ki bu amaçla anayasasını değiştirmiş, yıllar sonra dışarıya asker göndermeye başlamıştır. Halihazırda dünyanın 30’un üzerinde ülkesinde Alman askerinin bulunması tam da bu durumun ifadesidir. Yeni bir emperyalist savaşa en hummalı biçimde hazırlanan, en iştahlı ve istekli güç de Alman devletidir.

Onun şimdi yeniden ısıtıp birliğin zirve toplantısına taşıdığı “askeri güç” olma arzusu geçmişte de AB’nin arzusuydu. Yani ilk kez dile getirilmiş değildir. Tüm birlik üyeleri için geçerli olacak olan ve tümünü bağlayıcı nitelikte bir anayasa ve Avrupa ordusu ihtiyacı ve zorunluluğu geçmişte de dile getirilmişti. Dile getirilmekle kalınmayıp, bu yönde adımlar da atılmıştı. Ne var ki o tarihte karşılık bulmadı. Fransa ve Hollanda’da yapılan referandumda karşı oy çıktı, yani reddedildi. Doğal olarak rafa kaldırıldı.

Yeni dönem her alanda savaş dönemi olacak

AB başlarda sadece birliğe üye ülkeler nezdinde değil, birliğin dışındaki pek çok ülke için de bir çekiciliğe sahipti. Birliğin lehine yapılan maksatlı ve hedefli propagandaların da yardımı ile birliğin “refahın, demokrasinin, barışın” aracı olduğu şeklindeki düşünceler sol çevrelerde dahi ciddi yankılar yaptı. Neo-liberalizm, globalizm/küreselleşmecilik adlı, aynı zamanda ideolojik olan saldırılar, deyim yerindeyse yeni dönem liberallerini sersemletmekte pek zorlanmadı. AB hakkında bolca güzellemeler yaptılar. AB’den ciddi ciddi demokrasi beklediler. AKP’nin uyum yasaları ile birlikte bir kısmı zaman içinde AKP solcusu oldu. Özetle başlarda, sonradan AB, AMB ve IMF üçlüsünden oluşan Troyka’nın sömürü ve soygun politikaları nedeniyle birliğe şiddetli tepki ve güvensizlik içine giren Yunanistan gibi birlik üyeleri de dahil herkeste bir iyimserlik havası hakimdi. Örneğin o dönemde birlik hakkında şunlar dile getiriliyordu:

Avrupa hiç bu kadar varlıklı, güvenilir ve hür değildi. 20. yy. ilk yarısının şiddeti yerine Avrupa tarihinde örneği olmayan bir sulh ve stabilite dönemi başlamıştır.”*

Nedir ki, zamanla bu iyimserlikten eser kalmadı. AB gerçek kimliği açığa çıktıkça çekiciliğini yitirdi. Her şey bir yana, kendi üye ülkeleri, esasta da o ülkelerin işçi ve emekçileri nezdinde itibarını kaybetti. Düne kadar umut bağladıkları AB, zamanla kitlesel ve öfkeli protestoların hedefi haline geldi. Çok ciddi düzeyde olmak üzere içe bir kuşku girdi. Yunanistan gibi ülkelerde AB kararlarına uyulmak istenmedi, direnildi. Avro’dan ve AB’den çıkış dillendirilmeye başlandı. Şu ya da bu ülkede, şu ya da bu gerekçe ile AB’den çıkma eğilimi gitgide güçlendi. Bu, İngiltere örneğinde olduğu gibi somut bir hal aldı. Sonuç, İngiltere’nin geçtiğimiz günlerde yapılan bir referandumla AB’den kopması oldu. Bu gelişmenin dolaysız sonucu olarak, şimdi AB ve geleceği konusunda farklı düşünceler ileri sürülüyor. İyimserlik, yerini karamsarlığa terk etmiş bulunuyor.

Bu durum, İngiltere’nin birliğin dışına düşmesinin ardından sıcağı sıcağına toplanan zirvede üzerinde anlaşma sağlanan strateji belgesinde, doğrusu biraz da maksatlı biçimde şöyle ifade ediliyor:

Şu an AB’nin içinde ve dışında yaşamsal bir bunalımdan geçmekteyiz. Birliğimiz tehdit altındadır. Bizlere örneği olmayan sulh, refakat ve demokrasi getiren Avrupa projemize şüpheyle bakılmakta.” Devamında ise “AB, müşterek hareket ederse, gelecekte küresel aktör olmak için bütün araç/gereç/olanaklara sahip. ... Bu karmaşık, kompleks ve uğruna savaşlar yapılan dünyada doğru istikamet/yol hakkında somut düşüncelere/fikirlere sahip olmamız gerekmektedir. Hedeflerimiz ve olanaklarımızla ilgili mutabakata varmamız lazım... Bizlere, müşterek, kapsamlı ve kararlı AB-Küresel Stratejisi gerekmektedir”* deniyor.

AB’nin bir önceki stratejisi de müşterek, kapsamlı ve belli bir kararlılığın ifadesi bir strateji idi. Avrupa’nın istisnasız tüm ülkelerinde ortak bir karar ve kararlılıkla hayata geçirilen sömürü ve soygun politikaları, güvenlik yalanı ile başvurulan polis devleti uygulamaları ve savaş politikaları için bir saldırganlığı ifade ediyordu. Buna karşın yeni belirlenen stratejiyle kıyaslandığında belli bir temkinliliği de kapsamakta, az çok savunmacı bir konumu ifade etmektedir. Örneğin, AB adına Doğu Avrupa’da dipten dibe rekabet ettiği Rusya hakkında şunları söylemekteydiler: “Rusya’yla yakın ilişkiler önem taşımaktadır, ki Rusya güvenliğimiz ve refahımız için önemli faktör teşkil etmektedir.”*

Günümüzde koşullar epeyce değişmiştir. Kapitalizmin soluğunu kesen kriz hala atlatılamamıştır, atlatılacağa da benzememektedir. Ve dahası, tüm dünyada daha kapsamlı, daha derin ve dolayısıyla daha yıkıcı yeni bir kriz beklentisi var. Koşullar öyledir ki en küçük bir tavizi dahi olanaksız kılıyor. Bugüne dek uygulanan saldırı paketleri yetersiz bulunuyor. Bugüne dek işçi ve emekçilere yöneltilen saldırılar etkisiz bulunuyor. Daha ciddi ve daha can yakıcı müdahalelere ihtiyaç duyuluyor. Daha cesur kararlar alınması ve daha büyük bir kararlılığın ortaya konması öngörülüyor. AB’nin yeni stratejisi açıkça ve resmen Avrupa’da yeni bir döneme girildiğinin işaretidir ve ekonomik alandan dış politikaya dek her alanda ve her bakımdan yeni bir saldırganlığı ve bunun ifadesi yeni bir saldırı dalgasını şart koşuyor. Bunun için, savaş da dahil her şeyin göze alınması gerektiğinin şart olduğunun vurgulanması da ihmal edilmiyor. Bu duruma en iyi örnekse, son dönemlerin en önemli gelişmesi olarak Fransa’da tüm Avrupa burjuvazisi adına başlatılan ve dosdoğru Avrupa işçi ve emekçilerinin yüz yıllık kazanımlarını ortadan kaldırmayı merkezine koyan, El Khomri yasası olarak kodlanan, gerçekten “müşterek, kapsamlı ve kararlı” saldırıdır. Bunun benzeri saldırı dalgasının fazla gecikmeksizin, Belçika örneğinde olduğu gibi, tüm Avrupa’ya yayılacağı muhtemeldir.

Özetlersek; AB’nin yeni stratejisinin gereği olarak, önümüzdeki dönemde tüm Avrupa’yı, zincirleme sosyal yıkım saldırılarında, AB olarak Almanya’nın öncülüğünde dünyanın her tarafında kıyasıya sürecek olan bir ticari rekabette, içeride polis devleti uygulamalarının kurumlaştırılarak adım adım faşist bir polis rejiminin inşa edilmesinde, devletin desteği ve denetimi koşullarında ırkçı-faşist saldırganlığın zirve yapmasında, savaşın tetiklediği göç dalgalarına karşı daha acımasız göç politikalarında ifadesini bulan, çok daha merkezi ve müşterek, çok daha kapsamlı ve iç savaşları da ihtimal olarak kapsayan, çok daha kararlı yeni bir saldırı dalgası beklemektedir.

AB ve Almanya hegemonya kavgasında taraf olmak istiyor

AB mensubu emperyalistlerin, en çok da Alman emperyalizminin, militarist politikaları, silah ticaretindeki aktifliği, dünyanın her yerinde asker bulundurması, askeri eğitim/ihale konularındaki gizli ve karanlık ilişkileri ve icraatları ile hummalı biçimde yeni bir emperyalist savaş için hazırlık yaptığı öteden beri bilinmekteydi. Günümüzde emperyalist saldırganlık ve savaşın ana sahnesi olan Ortadoğu’da, Doğu Avrupa/Ukrayna hattında, Asya-Pasifik’te, kısacası her yerde bir taraftı. Fakat tüm bunlara rağmen AB ve öncü gücü olarak Almanya yeni güvenlik stratejisi ile dış politika alanında da yeni bir dönemi başlatıyor.

Şöyle ki; AB ve Almanya bugüne dek bağımsız askeri bir güç ve taraf olmaktan çok ABD ve İngiltere ile müşterek tutumların şahsında varlığını ortaya koyup hissettiriyordu. Deyim uygunsa sinsilik ifadesi de olsa bu alanda da bir parça geride duruyordu. Açıktan hegemonya kavgasındaki rakiplerinin karşısına dikilmiyordu. Üçüncü bir taraf olmak için zamanı kolluyordu. Gerçi geçmiş dönemde bir Avrupa Anayasası öngörmüş, paralel biçimde de bir Avrupa ordusu fikrini ortaya atmıştı. Bu yönde bir adım da atılmıştı. Ne var ki Fransa ve Hollanda’da bu reddedilince bu düşünce uykuya yatırıldı. Şimdi İngiltere yok, ayak bağı ya da fren yapan bir güç olarak devreden çıkmış bulunuyor.

Daha da önemlisi birlik sallanıyor, dağılma riski artıyor. İngiltere’nin ayrılması, diğer ülkelerin bazılarında da bu eğilimi tetikliyor. Bu merkezkaç eğilimi önlemenin en iyi yolu da bağımsız “askeri güç” olarak görülüyor. Üçüncü bir taraf olarak rakiplerin karşısına çıkmak, daha kişilikli ve kararlı, zamanla kendini kabul ettiren bir dış politika, AB ve Almanya’nın üzerinde anlaştığı yeni stratejidir. “Biz, ne Kırım’ın Rusya tarafından yasadışı işgalini kabul edeceğiz ne de Doğu Ukranya’nın istikrarsızlaştırılmasına göz yumacağız. AB’yi güçlendireceğiz, Doğu’lu komşularımızın direniş gücünü arttıracağız...”* Yeni dönem güvenlik stratejisi adlı belgede dile getirilen bu sözler her şeyi açıklıyor.

Nereden bakılırsa bakılsın Avrupa ve Alman burjuvazisi önümüzdeki dönemde her alanda daha saldırgan politikalar izleyecektir. Avrupalı her ulustan işçi ve emekçileri bu yeni dönemde daha acımasız yeni bir saldırı dalgası beklemektedir.

* Alıntılar Junge Welt’tendir.


 
§