12 Şubat 2016
Sayı: KB 2016/06

Sosyal yıkım saldırılarını ve kirli savaşı durduralım!
Çözüm birleşik devrimci mücadelede!
Kanunsuzların kanunları hükmünü yitirmiştir!
Büyük sessizliği bozmak için...
Greif yeni dönemin buz kıranıdır!
DEV TEKSTİL 1 yaşında
Bölge işçilerinin ihtiyacı; güven ve cesaret!
EKU Fren’de sözleşme süreci
Bir direniş deneyimi: LCW - Meha Giyim
TKİP V. Kongresi Açılış Konuşması...
Mücadele tarihinden: Novamed Grevi
Kadın cinayetleri bizzat devlet eliyle devam ediyor
“Özgürlük, eşitlik, gönüllü birlik!” sloganını yükseltelim!
Ortadoğu’da savaş kışkırtıcılığı
Libya’ya saldırı hazırlığı
Hesap vermekten kurtulamayacaklar!
Greif Direnişi: Sınıf hareketinin devrimci geleceği
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Bir direniş deneyimi: LCW - Meha Giyim

 

Meha Giyim İstanbul Elmabahçesi’ nde kurulu bir fabrikaydı. Fabrika LCW’ye fason üretim yapıyordu. Elmabahçesi ve çevresinde faaliyet yürüten sınıf devrimcileri uzun zamandır bu fabrikaya müdahale etmeye çalışıyorlardı. 2 yılı aşkın bir süre belli aralıklarla Meha işçilerine örgütlenme çağrısı yapan bildiriler ulaştırıldı. Dağıtımlar esnasında birçok işçiyle sohbet ediliyor, işçilere örgütlenmeleri gerektiği anlatılıyordu. İşçilerle kurulan diyalog bir türlü dağıtımlarda kurulanın dışına taşınamıyordu. Dağıtımlardan birinde geçmişte sol bir grubun çalışmasına katılan bir işçiye denk geldik. Bu işçiye mahallesinde ulaşarak fabrikada birlikte örgütlenme çalışması yapmak için görüştük. “Buradan bir şey çıkmaz” diyordu. Biz de çıkabileceğini ve bize yardımcı olmasını istedik. Birkaç kere daha görüşmüştük. Güvensizliğini bir türlü aşamıyordu. Fakat biz bildiri dağıtırken bütün işçilerin bildirilerimizi almasını sağlıyordu. Yazılanların ne kadar doğru olduğuna dair diğer işçilerle sohbet ediyordu. Bu yardımı bile bizim işçiler içinde daha meşru bir zemin kazanmamızı sağladı.

2008 yılında patlak veren kriz birçok tekstil fabrikasını etkilemişti. Patronlar krizi fırsata çevirmek için ellerinden geleni yapıyorlardı. Meha işçileri 2008 krizinden sonra haftanın üç günü fazla mesaiye kalıyorlardı, fakat fazla mesai ücretlerini doğru düzgün alamıyorlardı. Patron 9 aydır AGİ’yi de vermiyordu. Son 3 ayda işçilerin sigortalarını yatırmamıştı. Bu sorunların çözümü için örgütlenmek gerektiğini ifade eden bildirilerimizi fabrikaya dağıttık. Gerekirse üretimden gelen gücün kullanılması çağrısı yaptık. Dağıtımdan birkaç gün (4 Mart 2009) sonra Meha patronu Habib Kuruahmet işçilerle toplantı yaptı. Krizden etkilendiği için fazla mesai ücreti ve AGİ’yi ödemeyeceğini, sigortaları da tam yatıramayacağını işçilere söyledi. İşçiler bu şartları kabul etmediler. Meha patronu da “o zaman hepinizin işine son veriyorum” dedi. Fabrikayı terk etmeyen işçileri polis çağırarak dışarı attırdı. Patronla gerginlik yaşandığı saatlerde fabrikadaki işçiler bize ulaştılar.

Fabrika bahçesinde ne yapacağını bilmeden duran işçilerle toplantı yaptık. Haklarını ancak direnerek alabileceklerini söyledik. İşçiler de haklarını almak için elden ne geliyorsa yapacaklarını ifade ettiler. Fabrika bahçesinde yapılan seçimle yarısı kadınlardan oluşan 10 kişilik komite oluşturduk. Direnişe geçme kararı aldık. Patron fabrikadan çıkıp gittikten sonra fabrika komitesi BDSP’nin Karadeniz Mahallesi seçim irtibat bürosunda bir toplantı gerçekleştirdi. Direniş alanına asılacak pankart, direniş çadırı, gece nöbetleri, komitenin altında oluşturulması gereken komisyonlar (güvenlik, gözcü, basın, eğitim, dağıtım vb…) belirlendi. İşçilerle birlikte pankartı seçim bürosunda hazırladık. Pankarta “Emeğimiz ve onurumuz için direniyoruz!” şiarını kullanmaya karar vermiştik. Direnişin ilk günü ufak bir çadır kuruldu. Ertesi gün daha büyük bir çadır kuruldu. Günler geçtikçe çadır sayısı arttırıldı.

Meha patronu direnişi kırmak için tehditler savuruyordu, polisi, zabıtayı devreye sokuyordu. Bu girişimleri başarısız olunca direnişçilerle toplantı yapmak zorunda kaldı. Fabrika bahçesinde yapılan toplantıda ilk olarak direnişe öncülük yapan GOP İşçi Platformu çalışanlarını “bu teröristlerin ne iş var burada. Dışarı çıksınlar” diyerek direnişten yalıtmaya çalıştı. İşçilerin sahiplenmesiyle bu saldırı boşa düşürüldü. Meha patronu işçilerin boyun eğmediğini görünce “bundan sonra sizinle hiçbir şekilde görüşmem” diyerek fabrikadan ayrıldı.

Artık direniş alanı daha da hareketlenmeye başlamıştı. Komite toplantısında “LCW ile Meha arasında hukuki olarak alt üst işveren bağı olmayabilir ama LCW fiilen üst işverendir. Eylemlerimiz LCW’yi de hedef almalıdır” kararı çıktı. Bu karar doğrultusunda ilk olarak Şirinevler LCW mağazası önünde eylem yapıldı. Sonraki günler kapı önünde yapılan eylemlerin yerini blokaj eylemleri almaya başladı. Her gün en az bir LCW mağazasına toplu olarak gidiliyordu. Toplu alış veriş yapılıyor, ürünler kasalardan geçiriliyordu. Kasadan geçirilen ürünlerin ücretinin tek bir karttan çekileceği söyleniyordu. Kasiyerler karttan ücreti çekmeye çalıştıklarında kartın içinin boş olduğunu görüyorlardı. Bunun üzerine bir işçi arkadaşımız LCW’ye üretim yapan Meha giyimin hiçbir alacaklarını vermeden kendilerini işten attığını anlatan konuşma yaparak herkesi Meha direnişiyle dayanışmaya çağırıyordu. Onlarca mağazada benzer eylemler yapıldı. Mağazaların içinde ve önlerinde bildiriler dağıtıldı.

Meha patronunun evi ve Cuma namazını kıldığı cami tespit edilmişti. Meha patronunun resminin olduğu ve 105 işçinin hakkını çaldığını anlatan bildiri mahallesinde kapı kapı dağıtıldı. Daha sonra Cuma namazı kıldığı caminin çıkışına giderek megafonla yapılan konuşma eşliğinde aynı bildiri burada da dağıtıldı. Meha patronu camiden dışarı çıkamadı. Benzer eylemleri sürdüreceğimizi ifade ederek buradan ayrıldık. İşçileri hiçbir şekilde muhatap almayacağını söyleyen Meha patronu yapılan dağıtımlar ve blokaj eylemlerinden sonra LCW’nin basıncı sonucu görüşme talep etti.

Haftada birkaç kez Elmabahçesi’nde yürüyüş yapılarak, bildiri dağıtımı yaparak çevre fabrikalardaki işçilere Meha direnişi anlatılıyordu. Farklı sektörlerde devam eden direnişlerle ortak hareket etmek için adımlar atılıyor, dayanışma içerisinde olunuyordu. Meha işçilerinin eylemleri arttıkça LCW de saldırıya geçiyordu. 2 kere işçilere yaptıkları eylemlerin yasa dışı olduğu, devam etmeleri halinde LCW’nin marka değerini karalayıp zarara uğrattıkları için dava açacaklarını ifade eden tebligat gönderdiler.

Tehditlere boyun eğmeyen işçiler direniş iradelerini sürdürdüler. Sonunda LCW işçileri muhatap almak zorunda kaldı. Yapılan görüşmelerde işçilerin her türlü alacağının verilmesiyle direniş 75. gününde sonlandırıldı.

***

Meha işçilerinin büyük bir kısmı milliyetçi, muhafazakâr bir yapıya sahipti. Direniş seçimlere denk geldiği için birçok siyasi parti de ziyarete gelmişti. DTP’liler de ziyarete geliyorlardı. İşçiler DTP’nin gelmesini istemiyorlardı. Direniş çadırında her gün hararetli tartışmalar yapıyorduk. Düne kadar Kürt sorununun varlığını kabul etmeyen işçiler artık böyle bir sorunun varlığını kabulleniyorlardı. Zamanla Kürt sorununa bakışları değişmeye başlamıştı. Gerçek dostlarının sosyalistler olduğunu kavramaya başlamışlardı.

Meha Direniş Komitesi 2009 8 Martı’na Devrimci 8 Mart Platformu’yla katılma kararı almıştı. Direnişe ziyarete gelen EMEP’liler direniş komitesi bileşenlerini kadın derneğine götürmüşler. Komiteyi, Kadın Platformu’nun gerçekleştireceği 8 Mart eylemine katılmaları için ikna etmeye çalışmışlar. Komite ikna olmayınca kirli ve ahlaksızca bir tavır sergileyerek, Devrimci 8 Mart Platformu'nun eyleminin yasa dışı olduğunu, orada katılanların molotoflarla sağı solu yakacağını söylemişlerdi. Kendilerinin eyleminin yasal olduğunu, kürsüden direnişçilere söz verileceği sözünü vermişlerdi. Aynı günün gecesi komite toplantısı yaptık. Kadın derneğinde konuşulanları bize aktarmadan kaygılarını ifade ettiler. Komitenin kararıyla 2 eyleme de katılım sağlandı. Kadın eyleminde direnişçilerin adı dahi kürsüde okunmadı. Devrimci 8 Mart Platformu’nun eyleminde ise Meha işçilerine ve diğer direnişçilere yer verildi. O günden sonra işçiler kimin samimi olduğunu görmüş oldular.

Direnişin 2. haftasını geride bıraktığı günlerde o dönem DİSK örgütlenme dairesi başkanı yanında bir grupla gelerek direnişi ziyaret etti. İşçilere direnişi DİSK olarak sahipleneceklerini söylediler. Daha sonra komite bileşenlerinin bir kısmıyla ayrı bir görüşme yaptılar. Kendileri dışında hiç kimseyle temas halinde olunmaması şartıyla direnişi sahipleneceklerini ifade ettiler. İşçiler durumu değerlendirdiler ve bu tutumun ahlaki olmadığı kararına vardılar. DİSK’in işçi örgütü olduğunu ve kayıtsız şartsız direnişi sahiplenmesi gerektiğini ifade ettiler. Direnişin olduğu zamanlar DİSK “Krizin faturasını ödemeyeceğiz” başlığıyla bir kampanya başlatmıştı. DİSK’e bağlı sendikaların üyesi işçiler işten atılıyor, doğru düzgün tepki ortaya koyulmuyordu. DİSK Tekstil Genel Başkanı, yakın bir tarihte bazı günlük gazetelere verdiği tam sayfa reklamla krizden patronların çok etkilendiğini hükümetin patronların zararını kapamak için gerekli adımları atması gerektiğini ifade eden ilanlar veriyordu. Toplu sözleşme görüşmelerinde ise kriz gerekçesiyle işçilerin maaşlarını aşağı çeken ve ikramiyeleri yarı yarıya azaltan sözleşmeyi imzalamışlardı. Yani krizin faturasını patronlarla birlikte işçiye kesmişlerdi. Bu tabloya ses çıkarmayan DİSK örgütlenme dairesi krizin faturasını ödememek için direnişe geçen, güçlü bir irade ortaya koyan ve önemli bir kamuoyu yaratan direnişin parçası olan GOP İşçi Platformu’nun inisiyatifini kırarak hazıra konmak için oyunlar oynuyordu…

GOP’tan bir sınıf devrimcisi

 

 

 

 

Cam işçilerine selam olsun!

 

Merhaba sınıf dostlarım.

Ben Kristal-İş üyesi bir işçiyim. Geçtiğimiz aylarda Paşabahçe’nin Mersin, Eskişehir ve Gebze Elyaf İşletmeleri’nden işçiler işten çıkarıldı. Tabii ki sermaye böyle çıkışlarda 100 işçi çıkaracaksa sayıyı daha fazla söyler. Dolayısıyla patron Şişecam’da da “fırın kapandı” dedi. Bir fırının çalışan sayısının iki katı kadar işten çıkartılacak sayı söylendi. Fakat sendikayla anlaşma ve uzlaşma sonunda işten çıkartılacakların sayısı yarıya indi. Yani patronun istediği sayıya. İşten çıkartılacaklar için ilk olarak gönüllü olanlara teşvikler verilmiş. Gebze’deki fabrikadan çıkanların hepsi gönüllü işten çıkanlar. Mersin ve Eskişehir’de teşvikten yararlanarak çıkan işçi sayısı 49 kişidir. Oysa bu iki fabrikadan toplam işten çıkartılan işçi sayısı 64 kişidir. Geri kalan 15 kişi ise sendikanın merkez üst yönetimine seçilmiş kişiler. Kendi şubemle ve genel merkez yönetimi ile görüştüğümde bana verilen cevap bu 15 kişinin daha önceki süreçte eylem kırıcılığı yaptıkları ve çok istirahat alan işçiler olduğu söylendi. Listenin bizzat Mersin Şube Başkanı’nın verdiği isimlerden oluşturulduğu ifade edildi.

Direnişçi cam işçilerinin 29 Ocak’ta aileleriyle birlikte “İşimi geri istiyorum” dedikleri ve İş Bankası kulelerine yürüyüş yaptıkları eyleme ben de katıldım ve işçilere destek oldum. Eylem sonrası direnişçi işçilerle yaptığım görüşmede işçilerin ifade ettikleri, sendikacıların söylediklerinin tam tersi idi. İşten çıkartılmalarının hukuksuz ve tüzüğe aykırı olduğunu söylediler ve şöyle eklediler: “Geçtiğimiz Ramazan Bayramı’nda yapılan eylemlerin bize çok değişik zararları olduğunu düşünen toplam 215 işçi vardık. Sendikaya bu durumu ilettik. Şu anki yönetim ve 6 üst kurul delegesi de bizim aramızdaydı. Bizlerden 100 kişi disipline sevk edildi. Çıkışlarda ise sendika kendi adamlarını kolladı ve bizi cezalandırdı. Sonuçta sendika kendine muhalif işçileri kapının önüne koydurttu. Kendi delegelerini korudu. Çünkü onlar seçimde lazım olacaktı. Bizler bu çıkışları kabul etmiyoruz. Bize yapılan haksızlıktır. Onurumuzla yıllarca çalıştığımız işimizi geri istiyoruz. Direnişimizi genel merkeze taşıdık. Bizleri kolluk güçlerinin zoruyla yaka paça dışarı attılar. Yine dışarıda kurduğumuz çadırımızı yıkıp paramparça ettiler.”

Doğru olan şu ki işçileri işten attıran sendikanın ta kendisidir. Eylem kırıcı işçiyi patron işten atmaz hatta koruyup kollar. Peki, ben Kristal-İş Sendikası'na soruyorum, diyelim ki işçi eylem kırıcılık yaptı sen işçini ne kadar düşünüyorsun ve işçine ne kadar eğitim veriyorsun.

Kahrolsun sermaye düzeni ve işbirlikçi sendika!

Kristal-İş Sendikası üyesi bir işçi

 

 

 

 

Fabrikalarda öfke birikiyor

 

Vergi indirmi olan asgari geçim indirimi (AGİ), bilindiği gibi asgari ücrete dahil edilerek hiç edildi. Bununla birlikte asgari ücrete zam gelmeden ekmeğe, elektriğe, doğalgaza gelen artışlar, zam sonrası da devam ederek ücretler iyice eritildi. Üstelik bu “yüksek zam” oranının diyeti olarak işçi sınıfının kazanılmış hakları bir bir açık arttırmaya çıkarıldı. Kıdem tazminatının fona devri, özel istihdam bürolarının açılması, geçici iş ilişkisinin yerleştirilme adımları atılmaya başlandı.

Şimdi de patronlar, bu “yüksek zam” oranını bahane ederek, asgari ücretin üzerinde çalışan ücret gruplarında ek zam yapamayacağını dile getiriyor.

Metal işkolunda OYAK Renault işçilerinin ek zam talebiyle başlattığı eylemler sonrasında, metal işkolundaki fabrika patronlarının sendikası olan MESS, patronlara ek zam yapmamaları yönünde yazılı bir uyarı gönderdi.

Bu uyarıda ise, ücret makasının daralmasının “adil”lik üzerinden işçilere anlatılmaya çalışılması gerektiği üzerinde durdu.

Aslına bakılırsa sermaye ve devlet arasında geçen asgari ücrete zam oyunuyla, tüm sektörlerde çalışan işçilerin ücretleri en düşük seviyede eşitlendi. Tüm işkollarında yaygınlaştırılan düşük ücretlerin telafisi ise mesailer üzerinden, daha fazla çalışma yoluyla işçilere yıllardır kanıksatılmıştı, şimdi de aynı yoldan devam ediyorlar.

Fakat şimdi özellikle Metal Fırtınası’nın ardından metal işçileri ek zam taleplerini daha fazla dillendiriyor ve yıllardır sermayenin ve hizmetindeki sendikal bürokrasinin mecbur ettiği yollardan farklı arayışlar içerisine giriyor. Renault’da olduğu gibi, öfkelerini ve taleplerini eylemli tutumlara dönüştürüyorlar.

 
§