01 Ocak 2016
Sayı: KB 2016/01

Düzenin açmazları derinleşiyor
İstikrar arayışına yeni model: “Başkanlık”
Örgütlü bir halk!
Kürdistan’da imha savaşına karşı direniş sürüyor
Düzenin AKP’si, AKP’nin düzeni!
Dincisi milliyetçi, milliyetçisi dincidir
İşçinin cebi hep delik!
Tek çıkar yol mücadele!
Otomotiv sektörü 2015’te rekor kırmış
Yol-İş Kayseri 1 No'lu Şube Genel Kurulu…
TKİP V. Kongresi toplandı!
Suudi rejiminin savaş kundakçılığı
Emperyalizmin kirli silahı: Mezhep savaşları
ABD’den İran’a yaptırım hazırlığı
Yalan tarihin yalancı aktarıcıları
Avrupa Devrimci Gençlik Birliği Kampı başarıyla gerçekleştirildi
Berkin’den Kürt illerine katleden devlettir!
Devrimci basın taraf olmayı sürdürecek
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Emperyalizmin kirli silahı: Mezhep savaşları

 

Ortadoğu, emperyalist nüfuz mücadelelerinin, özellikle de emperyalist müdahale ve savaşların ana sahnesi olmaya devam ediyor. Bugün buna etnik, dinsel ve mezhepsel çatışmalar da eklenmiş bulunuyor.

Ortadoğu, öteden beri dinsel, mezhepsel ve kültürel bakımdan çok zengin bir mozaik olagelmiştir. Başta ABD olmak üzere tüm emperyalistler ve onların bölgedeki işbirlikçisi gerici devletler bu durumu hep kullanmışlar, çıkarları gerektirdiğinde dinsel, mezhepsel ve aşiretsel çelişkileri kışkırtarak bölgenin mazlum halklarını kanlı boğazlaşmalara sürüklemişlerdir. Dolayısıyla, bölgede yaşanan dinsel, mezhepsel ve Libya örneğindeki gibi aşiretsel çatışmalar yeni değildir. Yeni olan, bunun günümüzde Ortadoğu’nun tipik olgularından biri haline gelmesidir. Bölge giderek bir iç savaş niteliğine bürünen bu türden çatışmalara sahne olmaktadır. Tunus ve Mısır’daki büyük halk isyanları sırasında Suudi Arabistan’daki kitle gösterilerine öncülük yapmış Şii din adamı Bakır el Nimr’in de içinde olduğu 47 kişinin idamı üzerine Suudiler ile İran arasında tırmanan gerilim de, bunun somut bir ifadesidir.

ABD ve diğer emperyalist devletlerin bölgede nüfuz mücadeleleri içinde oldukları bilinmektedir. Yeni bir dünya savaşının zeminini hazırlayan bu egemenlik mücadelesinin muhatapları henüz doğrudan karşı karşıya gelmemekte, Ukrayna ve diğer coğrafyalarda olduğu gibi bölgedeki hegemonya kavgasını da işbirlikçileri aracılığıyla yürütmektedirler. Dolayısıyla, Ortadoğu’daki mezhep savaşlarının gerisinde, başta ABD olmak üzere tüm emperyalist devletler vardır.

Irak, Suriye ve Yemen mezhep savaşlarının cereyan ettiği ülkelerin başını çekmektedir. Bunlara ilkel aşiret kavgaları ile tükenen Libya’yı da ekleyebiliriz. Emperyalistlerin kışkırttığı bu gerici savaşları yüzünden Ortadoğu kan gölüne dönmüş ve tam bir istikrarsızlık alanı haline gelmiştir. Gelinen yerde Irak; Şii bölgesi, IŞİD’in halihazırda yuvalandığı Sünni bölgesi ve Federe Kürt devleti olarak fiilen üçe bölünmüştür. Suriye’de de halihazırda Esad’ın hükmettiği Nusayri/Alevi bölgesi, IŞİD’in kontrol ettiği bölge ve Kürt/Rojava bölgesi olarak benzer bir durum yaşanmaktadır. Yemen’i Sünni ve Husi/Şii şeklinde bir bölünme bekliyor. Libya’da aşiret çatışmaları devam ediyor.

Emperyalizmin kirli silahı: Çağdışı İslami gericilik

Bölgede dinsel, etnik ve mezhepsel çatışmaların bu kadar kolay kışkırtılabilmesi, sınıf temelli mücadelelerden yoksunluk koşullarında mümkün olabilmektedir. Emperyalistler ve yerli işbirlikçileri bu sayede halk hareketlerini dizginleyebilmekte, değişik mecralara yönlendirip etkisizleştirebilmektedir. Tunus ve Mısır’daki görkemli halk isyanları bunun çarpıcı örnekleridir.

Emperyalistler, Saddam rejiminin Şiiler ve Kürtlerde yarattığı tepkiden yararlanarak Irak’ı kanlı bir iç savaşa sürüklemiş, ülkeyi fiilen üçe bölmüşlerdir. Benzer bir durum Suriye’de yaşanmıştır. Bölgedeki gerici rejimler de en az onlar kadar bu boğazlaşmaların sorumlusudurlar.

Saddam yıllarca Şiileri ve Kürtleri ezdi, zulüm uyguladı, sürekli kin ve nefret biriktirdi. Irak işgali ve Saddam’ın devrilmesi ile bu kez Şiiler işbaşına geldi. Tersinden onlar da benzer şeyler yaptılar. ABD’nin akıl vermesi ve teşviki ile toplumu kutuplaştırdılar. Maliki sınırları zorlayınca devrildi ancak Şii-Sünni-Kürt çatışması artık çığrından çıkmıştı.

Suriye’de her şey Tunus ve Mısır’daki halk hareketinden esinlenen kitlelerin sokağa çıkmasıyla başladı. Kimi demokratik taleplerin yön verdiği eylemlerdi bunlar. Ancak Esad, Müslüman Kardeşler silahını da kullanarak olayı saptırdı. Uyguladığı politika ile mezhep kavgasını tetikledi.

Tüm bunların sonucu bölgede çağdışı bir gericiliğin güçlenmesi, IŞİD adlı ölüm makinesinin doğması oldu. ABD emperyalizmi, Türk devleti, IŞİD’le aynı ideoloji ve kültüre sahip Suudiler ve Katar gericiliği el ele vererek bu cinayet makinesini besleyip büyüttüler. Bugün ABD’nin IŞİD’e karşı mücadelesi aşağılık bir yalandır. Kontrolden çıkmasını tehlikeli gördükleri için müdahale etmek zorunda kalsalar da, IŞİD’e kadro aktaran El Nusra ve benzeri çetelere sahip çıkmaya devam etmektedirler.

ABD’nin Sovyetler’in Afganistan işgali yıllarında El Kaide ile ilişkileri bilinmektedir. El Kaide kontrolden çıkınca ve 11 Eylül saldırısını gerçekleştirince baş düşman ilan etse de, hala bölgede kullanmayı sürdürmektedir. Yemen gericiliği Suudilerin desteğini alarak Husiler üzerine ölüm ve yıkım kusarken, kullanılan silahlardan biri de El Kaide’dir. ABD, AB ve Türk devletinin “ılımlı muhalifler” olarak niteledikleri çetelere dönük Rus operasyonlarına karşı çıkmaları da, bu kirli mezhep savaşlarının gerisindeki güçlerin kimler olduğunu göstermektedir.

Bölge halklarına karşı artan sorumluluk!

Dümeninde AKP’nin durduğu Türk sermaye devletinin ABD emperyalizminin çıkarları ve kendi sefil hesapları uğruna dolaysız biçimde katkıda bulunduğu bu durumdan kazançlı çıkan tek bölge ülkesi ise, emperyalizmin Ortadoğu’ya saplı hançeri olarak duran siyonist İsrail oldu. Ortadoğu’daki bir dizi ülkeyi, özellikle de Suriye ve Irak’ı etnik, dinsel ve mezhepsel sorunları kışkırtarak bölmek ve böylece güçten düşürmek, uluslararası siyonist merkezlerin daha 1980’lerin başında deşifre olmuş bir stratejik planı idi. Irak ve Suriye üzerinden bu tam da siyonist planlarda ortaya konulan hedeflere uygun biçimde bugün fiilen gerçekleşmiş bulunuyor.

ABD emperyalizmi ve siyonist İsrail bunu AKP’den IŞİD’e her türden ve her renkten gerici İslami akımlar sayesinde başardı. İslami akımların doğrudan ya da dolaylı biçimde her zaman emperyalizmin hizmetinde oldukları, son yılların acı olaylarıyla bir kez daha kanıtlanmış oldu. Olayların tüm seyri, her biçimiyle siyasal İslamın, bölüp parçalayarak bölge halklarını felakete sürüklemek ve böylece emperyalizme kolayından yem etmek dışında bir misyonu olmadığını ortaya koydu.

Ortadoğu, hemen tüm ülkeleriyle, bir farklı halklar, kültürler, dinler ve mezhepler mozaiğidir. Bu toplumsal-kültürel olgu, milliyetçi, dinci ya da mezhepçi akımların kategorik olarak bölge halklarının ortak çıkarları için olumlu bir alternatif olamayacağını gösterir. Farklı köken ve kültürlerden halkları emperyalizme ve yerel egemen sınıflara karşı ortak çıkarlar ekseninde birleştirebilmek için, anti-emperyalist, devrimci-demokratik ve laik bir program ve stratejik çizgi, zorunlu asgari koşuldur. Bölge halklarının, özellikle de halen gerici iç boğazlaşmalarla kan kaybeden ülkelerin en büyük talihsizliği, böyle bir programa sağlam ve istikrarlı bir temel oluşturacak modern sınıfsal yapıdan yoksun olmalarıdır. Bu nesnel olgu devrim mücadelesinin ihtiyaçlarına bölgesel düzeyde bakmayı özellikle gerektirmekte, bölgede modern sınıf ilişkileri bakımından nispeten daha ileri, dolayısıyla daha gelişkin bir işçi sınıfına sahip ülkelerin devrimcilerine çok daha büyük bir sorumluluk yüklemektedir.” (TKİP V. Kongre Bildirisi, Aralık 2015)

Türk, Kürt, Arap, Fars ve Belucisi ile bölgedeki tüm kardeş halkların, emperyalizmden, sömürgeci bölge devletlerinin egemenliğinden ve her türlü gericilikten arınmış, gerçek bir barış ve kardeşlik coğrafyasına şiddetle ihtiyacı vardır. Bunu ise ancak bir toplumsal devrim sağlayabilir.

Türkiye modern sınıf ilişkileri bakımından bölgenin en gelişmiş ülkelerinden birisidir. Türkiye işçi sınıfının önderliğinde bir toplumsal devrim kendinden öteye sonuçlar yaratacak, çok yönlü bağlara sahip olduğu bölge ülkelerini derinden etkileyecek, bir ucu Balkanlar’a diğer ucu Önasya’ya uzanan eşit ve özgür sosyalist cumhuriyetler birliği için güçlü bir zemin yaratacaktır. Demek oluyor ki, Türkiye işçi sınıfına ve sınıf devrimcisi komünistlere tarihsel önemde bir görev ve sorumluluk düşmektedir.

 
§