01 Ocak 2016
Sayı: KB 2016/01

Düzenin açmazları derinleşiyor
İstikrar arayışına yeni model: “Başkanlık”
Örgütlü bir halk!
Kürdistan’da imha savaşına karşı direniş sürüyor
Düzenin AKP’si, AKP’nin düzeni!
Dincisi milliyetçi, milliyetçisi dincidir
İşçinin cebi hep delik!
Tek çıkar yol mücadele!
Otomotiv sektörü 2015’te rekor kırmış
Yol-İş Kayseri 1 No'lu Şube Genel Kurulu…
TKİP V. Kongresi toplandı!
Suudi rejiminin savaş kundakçılığı
Emperyalizmin kirli silahı: Mezhep savaşları
ABD’den İran’a yaptırım hazırlığı
Yalan tarihin yalancı aktarıcıları
Avrupa Devrimci Gençlik Birliği Kampı başarıyla gerçekleştirildi
Berkin’den Kürt illerine katleden devlettir!
Devrimci basın taraf olmayı sürdürecek
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Düzenin AKP’si, AKP’nin düzeni!

 

Burjuva düzenin yaşadığı çürümenin bir ürünü olan, dün olduğu gibi bugün de bu çürümüşlüğün ifadesi icraatlara imza atan, gelinen yerde ise toplumun her kesimine Hitlervari faşizan yöntemlerle saldıran AKP gericiliği, başlangıçta liberal, sol ve “sosyalist” çevrelerden hatırı sayılır bir destek almıştı. 3 Kasım 2002 seçimleri sonrasında “demokrasi” adı altında AKP’ye veya kimi politikalarına destek verenler, bugün onun faşist saldırı politikalarına veryansın etseler de, geçmişteki tutumlarına inandırıcı bir açıklama getirme imkanına sahip değiller.

Elbette her biri aynı kefeye konulamaz. Kimileri her dönem düzenin adamı olarak hareket ettikleri için bugün bunun getirdiği bir zorlanmayı yaşamaktadırlar. Kimileri düzeni ve AKP’nin düzen içerisindeki yerini, kimileri de burjuvazinin dönemsel ihtiyaçlarını görme ve anlama imkanından yoksunlar. Kimileri ise kendi ihtiyaçları çerçevesinde AKP’nin, daha doğrusu düzenin göz boyama hamlelerine eklemlenmiş durumdalar.

Geçmişte AKP’ye en çok desteği verenlerden liberal Ahmet ve Mehmet Altan kardeşler, Hasan Cemaller, Cengiz Çandarlar, Murat Belgeler ve daha birçok isim şu sıralar sürekli olarak AKP’nin politikalarına karşı yazıp çiziyorlar. Oysa daha birkaç yıl öncesine kadar AKP’ye toz kondurmayan, hep bir ağızdan “değişim istiyoruz“, “statüko yıkılmalı”, “demokrasiyi güçlendirmek gerek” diyerek AKP’nin borazanlığını yapan bu liberaller, kokuşmuş düzenin ve onun çürümüş partilerinin gerçek yüzünü gizlemek için hummalı bir çaba içindeydiler. “Ergenekon” süreci ile birlikte AKP’ye destekleri en üst noktadaydı. Murat Belge, Türkiye’deki devrimci örgütlerin “Ergenekon örgütü”nü yönettiğini söyleyecek kadar densizleşebilmişti. AKP’nin “askeri yenmesi” için, onun tüm gerici icraatlarına göz yumuluyordu.

Bu arada, “Ergenekon davası” sürecinin başında, kirli savaşta yer almış komutanların da yargılanıyor olmasından dolayı bazı “sosyalist” siyasetler, bisikletli “adalet için pedal çeviriyoruz” eylemleri yapmış, düzen içi çatışmadan ne anladıklarını ortaya koymuşlardı. Oysa, yıllar süren bu davanın binlerce sayfalık dosyalarında kirli savaş dönemine yönelik tek kelime bile yeralmıyordu.

12 Eylül 2010 Anayasa Referandumu’nda AKP’nin destek yelpazesi daha da genişlemiş, “yetmez ama evet” sloganı ile AKP’nin değirmenine su taşıyanlar çoğalmıştı. Gündeme gelmiş olmasından bile heyecanlananlar, önce utangaçça, sonra gür bir sesle birbirlerinden destek almışlardı. Sanatçılar, akademisyenler, yazarlar, partiler, dergiler, dernekler birbiri ardına açıklamalar yapmışlardı. “Yetmiyor”du ama, AKP şimdilik bunu veriyordu ve kabul edilmeliydi. Referandumla birlikte yelpazeye Adalet Ağaoğlu, Halil Ergün, Sezen Aksu gibi isimler dahil olmakla kalmamış, Marksist Tutum, UİD-DER, DSİP gibi troçkist çevreler ile  EDP de “yetmez ama evet”çilere katılmıştı. Ufuk Uras, “Bir yetmez, iki defa ‘evet’ diyeceğim. ‘Hayır’ demek solu sol yapan değerleri iki defa inkâr etmektir” diyerek, aymazlığın geldiği noktayı gözler önüne sermişti.

Bir aldatmaca ve oyalamaca olduğu baştan belli olan “çözüm süreci” boyunca Kürt hareketi de, AKP gerçekliğini, aynı anlama gelmek üzere düzen gerçekliğini görmezden gelmeyi tercih etti. “Tarihi fırsat” olarak adlandırılan süreç boyunca, AKP’nin, dolayısıyla düzenin kirli yüzü tüm açıklığıyla dışa vurduğu halde, gerçeğe kayıtsız kalmayı seçtiler. O kadar ki, Gezi eylemleri için, “çözüm sürecine karşı yapılmış bir provakosyon” açıklamasını yapabilecek denli ileri gidebildiler.

AKP, gelinen yerde her açıdan çürümüş ve kokuşmuş bulunan burjuva düzen gerçeğinin bir ürünüdür. İnsana dair her şeyi yok eden, azgın bir sömürüden beslenen, yıkımdan başka bir şey üretmeyen, tarihsel miadını doldurmuş bir düzendir bu. AKP böyle bir düzenin koruyucusu ve kollayıcısı olarak, onun ihtiyaçları doğrultusunda hareket etmekte, bugün bunu yaparken de, dünden farklı olarak, artık çirkinliği gizlenemez hale gelen yüzüne hiçbir maske takma ihtiyacı duymamaktadır.

E. Güven

 

 

 

 

Polis saldırısına uğrayan avukata ceza

İstanbul Barosu üyesi avukat Bülent Kurt, gözaltındaki müvekkilleriyle görüşmek için gittiği karakolda darp edildi, kayıt dışı bir şekilde nezarete konuldu. Polislerden şikayetçi oldu ancak mağduru olduğu olay nedeniyle 3 bin TL para cezası aldı.

Bilirkişi raporlarına göre polislerin Kurt’u darp ettikleri ortada olmasına rağmen Kurt’a saldıran polislere “haksız tahrik indirimi” uygulanarak Kurt’tan daha az ceza almaları, hükmün açıklanmasının geri bırakıldığı dikkat çekti.




Devlet hükümlülerin yaşam haklarını koruyamadı”

 

Urfa E Tipi Kapalı Cezaevi’nde 16 Haziran 2012’de çıkan yangınla ilgili başlatılan soruşturmada alınan takipsizlik kararı ardından Anayasa Mahkemesi’ne yapılan başvuru sonuçlandı. Yüksek Mahkeme, soruşturmada “yaşam hakkının Anayasa’nın 17. Maddesi ile güvence altına alındığı ve bu kapsamda yaşamı koruma ve etkin soruşturma yürütme yükümlülüğünün ihlal edildiği” kararına hükmederek yeniden soruşturma açılmasını istedi. Kararda 400 kişilik cezaevinde 1050 mahkumun kaldığı, yangın alarm sisteminin bulunmadığı, yangın hortumlarının koğuşa yetişecek uzunlukta olmadığı da yer aldı.

‘Yaşam hakları korunmadı’

AYM kararının sonuç bölümünde, şu değerlendirmelere yer verildi: “Somut olayda C-15 koğuşunda meydana gelen yangının mevcut koşullarına bakıldığında yangın ihtimaline karşı etkili bir müdahalenin sağlanması ile tutuklu ve hükümlülerin tehlikeli alanlardan bir an önce uzaklaştırılması konusunda öngörülmesi beklenebilecek bazı eksikliklere bağlı olarak devletin kontrolü altında bulunan tutuklu ve hükümlülerin yaşam haklarının korunması noktasında ciddi ihmallerin bulunduğu tespit edilmiştir.”

 
§