27 Şubat 2015
Sayı: KB 2015/08

Kitlelerin devrimci isyanı engel tanımaz!
Sermayenin yasa ve yasaklarına karşı fiili-meşru mücadeleye!
İç Güvenlik Paketi'ne karşı emekçiler sokağa çıktı
Faşist zorbalığa karşı eller şaltere!
Türkiye’nin “eğit-donat” hevesi
‘Kahramanlık destanı’nda IŞİD parmağı
Türk-İş hava boşaltıyor
Yol-İş Genel Kurulu ve gösterdikleri
Haribo’da taşeron sistemi
Polis devleti için grev yasağı
Maltepe’de işgale polis saldırısı
Kamu Emekçileri Forumu işleyiş ve ilkelerini belirledi
Kadın sorunu tarihsel ve toplumsal bir sorundur - H.Fırat
Kürt hareketinin kısır döngüsü ve devrimci çıkış
Troyka'nın paketi Syriza'nın zaferi mi?
Almanya: Refah toplumu masalının sonu
Ev içi emek tartışmaları üzerine
'Kadınlar Özgecan için sokakta'
AKP sorunu çözdü
Üniversitelerde faşist terör!
DLB: 9-13 Mart Berkin Elvan Haftası
Liseli gençlik deneyim kazanıyor
Türkiye'de ol(ama)mak
Nadejda Krupskaya geleceğe ışık tutuyor!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Ev içi emek tartışmaları üzerine...

 

Emekçi Kadın Komisyonları tarafından 21 Aralık’ta düzenlenen Çalıştay’da bir dizi konuda çeşitli tartışmalar yürütülmüştü. Bunlardan biri de “görünmeyen emek” kavramı üzerine idi. Feminist çevreler tarafından bu kavram sistematik bir teoriye oturtulmaya çalışılmaktadır. Bu tartışmalar ise Marksizme yönelik bir dizi eleştiriyle birlikte yapılmakta, Marksizmin “cinsiyet körü” olduğu iddia edilerek ideolojik saldırıda bulunulmaktadır. Bu açıdan konunun tartışılması önemlidir.

İnsanlık tarihinde özel mülkiyetle birlikte sömürü ve kölelik ilişkilerinin de ortaya çıktığını görüyoruz. Ataerkil topluma geçiş ve kadının ezilmişliğinin başlangıcını da burada aramak gerekmektedir. Bu tarihsel süreçte; “Analık hukukunun yıkılışı, kadın cinsinin tarihsel yenilgisi oldu. Evde bile, idare erkeğe geçti; kadın aşağılandı, köleleşti ve erkeğin keyif ve çocuk doğurma aleti haline geldi.”(*) Kaynağında özel mülkiyet düzeni bulunan ataerkillik, tüm sınıflı toplumlarda kendini var ederek günümüze kadar geldi.

Kapitalizmde ise sanayi devriminin gelişimiyle elde edilen imkânlar ve kapitalistlerin doymak bilmez kar hırsı kadın ve de çocuk emeğini üretim alanlarına çekti. Ancak kapitalizm kadını üretim alanlarına çekerken onun ev içi işlerindeki değişmez rolüne ise dokunmadı. Böylelikle kadınlar ev köleliliği yanında ücretli köleler olarak kapitalizmin çifte sömürüsüne maruz kaldılar. Kadınlar bu çifte sömürünün altında katmerli sorunlar yaşasa da bu gerçeğe tarihsel ölçekten baktığımızda kadınların üretim alanlarına çekilmesinin önemli bir eşik atlama olduğunu görmekteyiz.

Günümüz koşullarında ataerkil gerici ideoloji burjuvazi eliyle sürdürülmekte, burjuvazinin işine geldiği ölçüde kıskaçları genişletilmekte ya da daraltılmaktadır. Şöyle ki ucuz iş gücü olarak kadınların çalışması tercih edilebilirken, kriz dönemlerinde artan işsizliği gizlemek için kadınlar “asli” işleri olarak görülen ev işlerine ve çocuk doğurmaya yönlendirilmektedir. Bugün AKP gericiliği eliyle yapıldığı gibi, hem işsizlik rakamlarını gizlemek hem de kapitalistlerin ihtiyaç duyduğu genç iş gücü ihtiyacını karşılamak için kadınlara eve dönme çağrıları yapılmakta, annelik kariyeri uygun görülmektedir.

Kapitalizmde patronların ihtiyaç duyduğu iş gücünün yeniden üretiminde çözüm adresi işçi ve emekçi kadınların harcadığı ev içi emektir. Bu emeğe “görünmeyen emek” denilmektedir. İş gücünün yeniden üretimi derken hem gün boyu yıpranan iş gücünün kendini ertesi gün çalışabilir hale getirmesi için gerekli olan beslenme, dinlenme vb. ihtiyaçlarının giderilmesi hem de kapitalizmin ihtiyaç duyduğu yeni nesil iş gücü ihtiyacının üretimi olarak anlamak gerekir. Ataerkil gerici ideoloji sayesinde kapitalistler bunun için kadınların emeğini kullanmakta, ev içi işler (yemek yapımı, çamaşır, temizlik vb.) ve çocuk bakımı/yetiştirilmesi kadınların asli işi, sorumluluğu olarak görülmektedir. Kadın çalışsa da çalışmasa da bu değişmemektedir. Mevcut koşullarda ev içi işler ya da çocuk bakımı kadının özel işi dışına, ancak para ile satın alınabildiği takdirde çıkmaktadır. Bu da işçi ve emekçi kadınlar için mümkün değildir. Burjuva kadınların zaten böylesi bir derdi yoktur. Onlar bu tür işleri yine emekçi kadınların iş gücünü kullanarak çözmektedir.

Görünmeyen emek tartışmalarını ise doğru temelde ele almak, buna uygun talepler ileri sürmek gerekmektedir. Feministler kadının evde harcadığı emeğin görülmediğini, “karşılıksız” olduğunu belirtmektedir. Feministlerin kadın emeğini görünür kılmaya çalışmak adına yürüttükleri tartışmalar ise esasında ev içi işlerin kadınlar üzerine yıkılmasını meşru kılan bir içeriktedir. Hatta bazı feminist çevreler bu işlerin ücretlendirilmesini talep etmektedir. Ev içi işlerin ücretlendirilmesini istemek kadınların evin dört duvarları arasına hapsedilmesinin devamını istemek demektir. Bu kadın emeğini “görünür” kılan ve de koruyan bir talep değildir. Bu, gerici olduğu kadar kendi içinde de yetersiz bir taleptir. Zira ev içi işlerin ücretlendirilmesi talebi “ev kadını” olarak tabir edilen emekçi kadınlara hitap etmektedir. Bir işte çalışan kadınlar yine ev işlerinin “asli” sorumlusu olmaya devam etmektedir. Peki, bu durumda çalışan kadınların omuzlarına yıkılan ev içi işler sorunu nasıl çözülecektir? İleri sürülen talebin sorun çözücü olmadığı yeterince ortadadır.

Oysa kadınların evin dört duvarı arasında hapsedilmesinin önüne geçmek, onun toplumsal yaşama katılabilmesini sağlamak yani çalışma hakkını öne çıkarmak öncelikli talep olmalıdır. Zira “ev kadını” olarak tabir edilen kadınlar üretim ilişkileri içerisinde işsiz olan bireylerdir. Kapitalistler “kutsal aile”, “evinin kadını” argümanlarıyla işsiz kadınları bu şekilde oyalamakta ve gerici politikaların dayanağı olarak kullanmaktadır.

Bu nedenle kadınların çalışma hakkı ve çalışmasının önündeki engellerin kaldırılması için talepler ileri sürülmelidir. Tabi ki insanca çalışma koşulları talepleriyle birlikte.

Toplumsal kurumlaşmalar yoluyla
kolektif çözüm!

Esas olarak ise kadınların toplumsal üretime ve yaşama katılımı için ev içi işlerin ve çocuk bakımının özel bir iş olmaktan çıkartılıp toplumsal kurumlaşmalar yoluyla çözülmesi gerekmektedir. Bu, bugünden de ileri sürülebilecek bir taleptir. Zira mevcut koşullardaki imkânlar bunları rahatlıkla çözebilecek alt yapıyı oluşturmaktadır. Ancak buradaki temel engel burjuvazinin sınıf egemenliğidir, onun kâra dayalı sömürü düzenidir.

Bu tartışmada kimi feminist çevreler, ev içi işlerin toplumsal kurumlaşmalar yoluyla çözülmesi gerektiğini görmekte ancak bunun çözümünün toplumsal bir devrime bağlı olduğu ve ancak sosyalizmde gerçekleşebileceği gerçeğini atlayarak tartışmaktadırlar. Bunun gerisinde devrimci mücadeleden kaçışı, Marksizme yönelik “ideolojik” eleştiri adı altında teorik gerekçelendirme çabaları bulunmaktadır. Feministlerce bu tartışmalar özetle “Marksizmin cinsiyet körü” olduğu, Marx’ın emek değer teorisinde kadının ücretsiz emeğine yer vermediği, ev içi harcanan emek “üretken olmayan emek” olduğu için görmezden gelindiği gibi argümanlar üzerinden yürütülmektedir.

Karşılıksız/görünmeyen ev emeği tartışmaları ikinci dalga feminizmin -1960’ların sonu ile 1970’lerin başlarında- gündeme getirdiği bir konudur. Türkiye’deki tartışmalara bakıldığındaysa Marksistlerin ev içi emeği önemsiz gördükleri ya da böylesi bir sorunu yok saydıkları türden tartışmalar yürütülmekte, bu şekilde de konu saptırılmaktadır. Kapitalizmde kadının çifte sömürüsü demek olan bu sorunu, feministler erkeğin ev içi emeğe el koyması şeklinde tanımlamaktadır. Buna göre de ev içi işler “kadınların ortak ezilmişliğinin farklı sınıflarda büründüğü somut biçimler” olarak açıklanmaktadır. Bir kez daha karşımıza “sınıflar üstü bir kadın sorunu” olduğunun ispat çabası çıkmaktadır.

Bu tartışmalarda Marksist ekonomi politiğin kavramlarını doğru kullanmadan Marksizme yönelik eleştiri geliştirilmektedir. Özünde bu Marks’ı kavrayamamaktır. Örneğin üretkenlik tartışmaları gündelik dildeki anlamıyla politik ekonomide kullanıldığı anlam arasındaki farkı gözetilmeden kullanılmaktadır. “Emek eğer doğrudan sermayenin değerini genişletiyorsa ya da artı değer yaratıyorsa üretkendir. …Bu emek artı üründe cisimleşmelidir; yani metalarda üretim araçlarını tekelinde tutan kapitalistin lehine ek bir artış olarak ortaya çıkmalıdır” demektedir Marx. Feministler kadınların “üretken bir emek” içerisinde olduğunu ve bunun böyle tanımlanması, kabullenilmesi gerektiğini ifade ederek Marx’ın konu hakkında “kör” olduğunu söylemekteler.

Oysa Marx, Kapital’de daha soyut bir düzlemde kapitalist sömürüyü, kapitalist ücretlendirmeyi açıklamış, hangi nesnel yasalara göre sürecin işlediğini ortaya koymuştur. Kapitalizmde işçi ücretinin içinde kendinin ve ailesinin bakımı yani yeniden üretimi için gerekli ihtiyacı içerdiğini ifade etmiştir. Marx’ın ev içi emeği özel bir çalışma halinde irdelememiş olmasını “cinsiyet körlüğü” olarak ifade etmek ise fazlasıyla zorlama bir eleştiridir. Aynı şekilde “kadının tarihsel yenilgisini” ilk tarifleyenin Engels olduğu da “unutularak” Marksizme saldırmakta bir beis görülmemektedir.

Öte yandan Marksistlerin ev içi emek tartışmalarını “önemsiz” gördüklerini ifade eden feministler öncelikle bu konuya dair bir çözüm önerilerinin olup olmadığını yanıtlamalıdır. Konu hakkında pek çok farklı yazar tarafından konu tartışılsa da (hemen hemen hepsinin ortak noktası Marksizmin cinsiyet körü olduğudur) gerçekte feministlerin bu konuya dair somut çözüm önerileri yoktur. Bundan kaynaklı da feministler - kendilerinin de belirttikleri üzere- konuya dair somut talepler ve politikalar üretmekte zorlanmakta, bir tıkanma yaşamaktadırlar.

Lenin ve Sovyet deneyimi

Lenin’ in konuya dair söyledikleri ise çok açık ve nettir; “Kadın, bütün özgürleşme yasalarına karşın, eskisi gibi ev-kölesi olarak kalıyor; çünkü onu mutfağa ve çocuk odasına kapatan ve onun yaratma gücünü düpedüz barbarca üretken-olmayan (unproduktive), bayağı, sinir törpüleyici, köreltici, yıpratıcı bir çalışmayla boşa harcatan ev ekonomisinin ayrıntılarıyla eziliyor, bunalıyor, köreliyor, aşağılanıyor. Kadının gerçek özgürleşmesi, gerçek komünizm, ev ekonomisinin ayrıntılarına karşı, ya da daha doğrusu, sosyalist büyük ekonomi için onun kökten değiştirilmesi uğruna (devlet çarkının başındaki proletaryanın yönetiminde) yığın savaşımı nerede ve ne zaman başlarsa, ancak orada ve o zaman başlayacaktır.” der.

Yine Lenin Sovyet Rusya’da kadının durumunu anlatırken şöyle der; “Sovyet Rusya’da kadının durumu şimdi öyledir ki, en ileri devletlerin görüş noktasından bile idealdir. Ama bunun doğallıkla ancak başlangıç olduğunu biliyoruz. Kadın ev ekonomisince sömürüldükçe, durumu her zaman sıkıntılı kalır. Kadının tam özgürleşmesi için ve erkekle gerçek eşitliği için toplumsal düzenlemeler gerekir, kadının genel üretken çalışmaya katılması gerekir. Kadın o zaman erkekle eşit konuma gelecektir.”(**)

Sovyet deneyiminde, toplumsal kurumlaşmalarla ev içi emeğin kolektif yollarla çözüm örnekleri inşa edilmeye başlanmıştır. Bunun köklü bir değişim sonrasında yapılabilecek ve sürekli bir eğitim programıyla yaşama geçirilebilecek olduğu da ortadadır. Ancak önemli olan proletarya diktatörlüğünün bunu öncelikli görev olarak önüne koymuş olmasıdır. Bu durum feministlerce ne hatırlanır ne de tartışma konusu edilir. Tüm bunlara rağmen Marksizmin kadın sorununda “cinsiyet körü” olduğu tartışmalar üzerinden, Marksistlerin kadın sorununa ilgisiz oldukları vb. çeşitli savlar büyük bir cehalet örneği olarak öne sürülebilmektedir.

Son olarak vurgulamak gerekir ki Emekçi Kadın Komisyonları olarak kadının ezilmişliği sorununu ortadan kaldırmanın temel ön koşulları olarak kadınların toplumsal üretime özgürce katılmaları, ev içi işlerin ve çocuk bakımının kadının özel sorumluluğundan çıkarılarak toplumsal kurumlaşmalar yoluyla çözülmesi gerektiğini söylüyoruz. “Kadın sorununun çözümü kadınla erkek arasında rol değişimi ya da yükümlülüklerin yeni bir denge içinde paylaşılması yoluyla değil, fakat her iki cinsin daha ileri ilişkiler içinde özgürleşmesi ile gerçekleşir. Ev işlerinin toplumsallaştırılması bunun önkoşullarından biridir.”(***)

Bunun mevcut durumda yegâne yolu ise özel mülkiyet düzeninin toplumsal bir devrimle yıkılıp, sosyalizmin inşasıdır.

(*)Friedrich Engels - Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni

(**) Kadın ve Aile- Marx, Engels, Lenin

(***)H.Fırat – Kadın Sorunu Üzerine Konferanslar

 

 

 

 

Hayatı simsiyah eden, ikiyüzlü Filli Boya!

Ekranlar kararır. Simsiyah olur. Ve bir hashtag görürüz; #Özgecanİçin.

Duyarlı bir kadının gözyaşları mı yoksa bir katilin simsiyah reklamı mı?

Filli Boya, Özgecan’ın katledilmesinin ardından günün en çok izlenen zaman diliminde, 21.00-22.00 saatleri arasında, bütün televizyon kanallarının reklamlarını satın alarak Özgecan için ekran kararttı. Belki de izleyiciler izledikleri kanalın duyarlılığı olduğunu düşünürken herhangi bir şekilde ismi geçmeden ekranlarda görünen bu reklamın kime ait olduğu hızla sosyal medyaya düştü. Hemen ertesindeki gün burjuva basın Filli Boya’nın duyarlılığı üzerine güzellemeler yapan haberler yayınladı.

Ekranları simsiyah yapan Filli Boya’dan duyarlılık dersleri çıkartanlara soruyoruz; her gün yüzlerce işçisini sömüren aynı Filli Boya değil midir? Stajyer öğrenci Oğuzhan Çalışkan’ı katleden aynı Filli Boya değil midir? İşyerinde yaşanan tacizlere karşı üç maymunu oynayan aynı Filli Boya değil midir?

Ta kendisidir! Filli Boya’nın patronu Gözde Akpınar, ilerici, atılımcı genç kadın-patron profilinin yanında bir de duyarlılık resmi çizmeye çalışmaktadır. Aynı AKP hükümetinin sözcülerinin, devletin bakanlarının, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın olay karşısında kadın cinayetlerine ve şiddetine karşı “duyarlı” pozlar vermesi gibi.

Özgecan için yapılan bir eylemde “hepiniz o minibüsteydiniz” denilmişti. Evet, 3 kişide cisimleşmiş bu katliamın sorumluları gericiliği körükleyen AKP hükümetidir, sömürü üzerine kurulmuş sermaye devletidir, çifte sömürüden beslenen kapitalist düzendir. Kapitalist düzende yerini almış, işçileri sömürerek, katlederek büyüyen Filli Boya patronu Gözde Akpınar da kadınların yaşadığı çifte sömürüden, kadın cinayetlerinden, kadınların yaşadığı şiddetten sorumludur. Filli Boya patronu, renkli dünyalarında gününü gün ederken işçi ve emekçilerin hayatlarını karartanlardandır.

Gebze’den bir Kızıl Bayrak okuru

 

 

 

 

Kadına şiddete karşı biçare önlemler

 

Kadına şiddeti körükleyen gerici politikalara hız veren AKP iktidarının ‘önlem’ adı altında gündeme getirdiği uygulamalar kadına şiddeti durdurmazken Özgecan’ın katledilmesinin ardından şiddete ‘çözüm’ olarak sunulan önlemler ise sorunun özüne dokunmaktan uzak.

2012 yılında kadın cinayetleri ve kadına yönelik şiddeti önleme adına ‘panik butonu’ uygulamasının devreye sokulmasından bu yana yüzlerce kadın katledilip binlerce kadın şiddetin hedefi olurken, sermaye hükümeti ile Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın bulduğu yeni çare ise elektronik kelepçe.

Buton yetmez, elektronik kelepçe

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, şiddete uğrayan kadınların ‘korunması’ için elektronik kelepçe uygulamasını, Mart ayında başlatacağını duyurdu. Uygulama kapsamında ilk etapta pilot bölge belirlenecek. Uygulama kapsamında hem fail hem mağdurda bulunacak elektronik cihazlarla kadının şiddetten korunmasının sağlanacağı iddia edildi.

Sistemin, şiddet nedeniyle koruma kararı verilen kişiler için ve hakim kararıyla uygulanacağını söyleyen Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Ayşenur İslam, bu sistemin yurt çapında uygulanabilmesi için yeni bir elektronik altyapı oluşturulması gerekeceğini de belirtti. İslam, elektronik kelepçenin yanında panik butonu uygulamasının da devam edeceğini söyledi.

 
§