27 Şubat 2015
Sayı: KB 2015/08

Kitlelerin devrimci isyanı engel tanımaz!
Sermayenin yasa ve yasaklarına karşı fiili-meşru mücadeleye!
İç Güvenlik Paketi'ne karşı emekçiler sokağa çıktı
Faşist zorbalığa karşı eller şaltere!
Türkiye’nin “eğit-donat” hevesi
‘Kahramanlık destanı’nda IŞİD parmağı
Türk-İş hava boşaltıyor
Yol-İş Genel Kurulu ve gösterdikleri
Haribo’da taşeron sistemi
Polis devleti için grev yasağı
Maltepe’de işgale polis saldırısı
Kamu Emekçileri Forumu işleyiş ve ilkelerini belirledi
Kadın sorunu tarihsel ve toplumsal bir sorundur - H.Fırat
Kürt hareketinin kısır döngüsü ve devrimci çıkış
Troyka'nın paketi Syriza'nın zaferi mi?
Almanya: Refah toplumu masalının sonu
Ev içi emek tartışmaları üzerine
'Kadınlar Özgecan için sokakta'
AKP sorunu çözdü
Üniversitelerde faşist terör!
DLB: 9-13 Mart Berkin Elvan Haftası
Liseli gençlik deneyim kazanıyor
Türkiye'de ol(ama)mak
Nadejda Krupskaya geleceğe ışık tutuyor!
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Almanya: Refah toplumu masalının sonu

 

Almanya yaşlı kıta Avrupa’nın en zengin ülkesidir. Buna karşın, Almanya, gelir dağılımının en eşitsiz olduğu ülkedir de. 82 milyon nüfuslu ülkede zenginlik ve yoksulluk arasında tam bir uçurum oluşmuş bulunuyor. 2013 yılında Almanya’daki yoksulluk artışını içeren bir rapora göre toplumun %15.5’inin yoksulluk sınırının altında yaşadığı belirtilmişti. Bu oran günümüzde daha da artmıştır.

Alman Refah Eşitliği Derneği’nin (Paritetiche Wohlfahrtverband ) sunduğu verilere göre, Almanya’da yoksulluğun en fazla olduğu eyaletler Berlin ve Mecklenburg’dur. Bu iki eyalette yoksulluk oranı %20, Bavyera ve Baden-Württemburg gibi zengin eyaletlerde %11’dir. Her yerde yoksulluk oranı artış gösteriyor. 16 eyaletli Almanya’da sadece Sachesen-Anhalt ve Brandenburg’da düşüş var. Bu aynı kuruluşun sunduğu verilerden biri de, yalnız yaşayan birinin yoksulluk sınırının 892 avro olduğudur.

Söz konusu rapora göre, toplumun en yoksulları yalnız yaşayan çocuklu kadınlar, işsizler, düşük ücretli ve sigortasız işlerde çalışanlar ve az eğitimlilerdir. Günümüzde bunlara, emekliler de eklenmiştir.

İşsizliğin azalmak yerine her gün daha da arttığı, tersi iddiaların tümüyle yalan ve istatistiki hilelerden ibaret olduğu, iyi iş bulmanın giderek imkansız hale geldiği, buna karşın geçici ve az kazanç getiren işlerin çoğaldığı, bu raporlarda belirtilen diğer gerçeklerdir.

Raporda sunulan başka veriler de var. Sözgelimi, bu raporda enerji/elektrik masraflarında ve sağlık alanındaki yeni düzenlemelerin getirdiği ek masrafların, örneğin ilaç fiyatlarındaki artışın da toplum ölçüsünde yaygınlaşan yoksulluğu tetiklediği ileri sürülüyor.

Alman Yardım Kuruluşları Birliği’nin hazırlayıp sunduğu raporda belirtilen çarpıcı verilerden biri de şudur; Almanya’da servet edinme, sermaye birikimi ve yoğunlaşması her yıl daha da artıyor, deyim yerindeyse bu konuda rekor kırıyor. Demek oluyor ki, Almanya sürekli zenginleşiyor. Bunun dolaysız sonucu olarak toplumun çok azınlık bir kesimi refah içinde yüzmektedir. Ne var ki, toplumun büyük çoğunluğu, özellikle de işçi ve emekçiler sürekli biçimde borçlanıyor. O kadar ki, sunulan verilere göre toplumda her on kişiden biri aşırı düzeyde borçludur.

Tüm bunları Almanya’da servet ve sefalet arasında tam bir uçurumun oluştuğu gerçeği tamamlıyor.

Toplumsal refah yalanı ve gerçek

Almanya, birinci derecede suçlusu olduğu II. Emperyalist Paylaşım Savaşı’ndan yenilgiyle çıktı. İktisadi alandan moral alana, tam anlamıyla bir yıkımı yaşadı. Ancak güçlü ve kendine yeterli bir alt yapısı vardı. Bu da iktisadi alanda hızla toparlanma imkanı demekti. Nitekim böyle de oldu. Tüm imkanlar seferber edildi ve kısa denebilecek bir süre içinde toparlanma sağlandı. Bunun ifadesi olarak, iktisadi alanda, hem de geçmiştekini aşan düzeyde canlanma ve gerçekten de uzun süren bir genişleme dönemine girildi. Eskilerin yanısıra yeni iş sahaları yaratıldı. Daha hızlı bir toparlanmaya, büyümeye, bu çerçevede de fazla işgücüne ihtiyaç vardı. İç imkanlar buna yeterli gelmiyordu, ülke dışına yönelindi. ‘50’li yıllardan, ama, esas olarak ‘60’lı yıllardan itibaren İtalya, İspanya, Yunanistan ve Türkiye başta olmak üzere, başka ülkelerden ucuz işgücü transferine başvuruldu. On binlerce insan en düşük maliyetlerle çalıştırılmak üzere Almanya’ya getirildi. Maden, metal ve hizmet işkollarında çok yoğun bir işgücü birikmişti. Yoğun bir seferberlikle kısa bir zaman zarfında, adına “Alman mucizesi” denen gelişme sağlandı. Almanya sermaye yoğunlaşmasının en fazla olduğu, Avrupa’nın en zengin ülkesi haline geldi. Ekonomi sürekli büyüdü. Kapitalizm genelde barışçıl bir gelişme ve nispi bir refah dönemi yaşıyordu. Haliyle benzer gelişme Almanya’da da yaşandı.

Hiç kuşkusuz canlanan, gelişen, genişleyen, güçlenen ve büyüyen Alman kapitalizmiydi, Alman ekonomisiydi. Sermaye ve servet biriktiren, zenginliğine zenginlik katan Alman burjuvazisiydi. Refah içinde olan kapitalizmdi ve bir refahtan söz edilecek olursa eğer, Alman burjuvazisinin refahından söz edilebilirdi.

Sözkonusu dönemde işçi ve emekçilerin çalışma ve yaşam koşulları pek çok bakımdan farklıydı. İşsizlik en alt düzeydeydi. Bugünlerle kıyas kabul etmez düzeyde iş imkanları vardı. İşçi ücretleri görece makul seviyedeydi. Bunların hepsi gerçekti. Fakat, kabul edilmelidir ki, bu gerçeğin sadece bir bölümüydü. Her şeyden önce son derece ucuz bir işgücü sözkonusuydu ve bu ucuz işgücü temelinde yoğun bir sömürü gerçekleştiriliyordu. Yoğun bir üretim, geceli gündüzlü gerçekleştirilen oldukça fazla bir artık değer vardı. Çok emek harcanıyordu, alınteri dökülüyordu; ama bu, egemen sınıfın elinde toplanıyordu. Burjuvazi zenginleşiyordu ve refah onun refahıydı. Yani, toplumun, çalışan sınıfların refahından söz edilemezdi. Ne var ki, Alman burjuvazisi gerçekte kendisinin olan refahı toplumun refahı olarak sundu. Bu konuda başarılı da oldu. Bir “toplum refahı” yanılsaması yaratarak bunu yıllarca sürdürdü.

Bu yanılsamalı durumu mümkün kılan bir başka durum daha vardı. Almanya, özellikle yüzyılın başında ve II. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın hemen ardından sınıf mücadelelerine sahne olmuş, daha önemlisi de 1919 yılındaki Kasım Devrimi’nin korkusunu yaşamış bir ülkedir. Alman burjuvazisi de aç gözlüdür, hırslıdır, acımasızdır; ama aynı zamanda çok deneyimli ve bilinçli bir burjuvazidir. Onun tarihi aynı zamanda sınıf mücadelelerini dizginleme, sınırlama, saptırma ve denetim altına almanın tarihidir. Bunun için gerektiğinde elindeki imkanları seferber etmeyi hiç ihmal etmemiştir.

Örneğin, 1848 Şubat Devrimi ve 1871 Paris Komünü Fransa’da yaşanmıştır. Ancak, her ikisinin korkusunu en önce ve en çok Alman burjuvazisi yaşamıştır. Avrupa’da boydan boya yankı yapan bu devrimlerin olası etkilerini kırmak ve daha baştan bu yönde bir gelişmeyi engellemek amacıyla, bir “sosyal güvenlik sistemi” geliştirdi. Bu, 20. yüzyılda sosyal sigorta uygulamasına öncülük etmiş ve bu tarihten itibaren daha da yaygınlaştırılmıştır.

Alman burjuvazisi benzer bir manevraya, hiç kuşkusuz zorunlu olarak Ekim Devrimi’nden sonra ve Sovyet sosyalizmi yıllarında başvurdu. Ekim Devrimi kendinden öte yankılar yaptı. Sadece Sovyetler proletaryası ve emekçi halkları için değil, tüm dünya işçileri ve ezilen halkları için de bir esin kaynağı oldu. Sovyet işçi ve emekçilerine, ezilen uluslara, kadınlara tanınan haklar dünyanın hiçbir yerinde yoktu. Ve tüm bunlar Ekim Devrimi sayesinde mümkün olabilmişti. Bu nedenle de, Sovyet sosyalizmi dünya işçileri ve ezilen halkları için bir çekim merkezi oldu. Örnek alındı, onun yolundan yürünmeye başlandı.

Alman burjuvazisi Kasım Devrimi’ni savuşturmuştu, ama Ekim Devrimi’nin yankıları tüm Avrupa’da hala devam ediyordu. Sovyet ülkesi tüm uygulamaları ile dünya işçilerini ve ezilen halkları derinden etkiliyordu. Alman burjuvazisi bir yandan kendi işçi ve emekçilerinin ardı arkası gelmeyen kalkışmalarını bastırmak, en çok da kendi işçi ve emekçilerinin sosyalizme akmasını engellemek üzere harekete geçti. Elinde devasa bir zenginlik birikmişti, çok ama çok az bir bölümünü, kırıntılar halinde kendi işçi ve emekçileri için kullanmayı kararlaştırdı. Sağlık, eğitim ve sosyal alanlarda ifadesini bulan bir sosyal devlet uygulamalarını devreye soktu. Sosyal yardımlarda bulundu. İşçi ve emekçilere sosyal haklar tanıdı. Alman burjuvazisi bu durumu da refah toplumu masalını inandırıcı kılmak için kullandı.

Bir kez daha, tüm zenginlikleri üreten ve yaratan işçi ve emekçilerdi. Kendilerine iyilik olarak sunulan kırıntıların tümü de onların emeğinin ve alınterinin eseriydi. Alman burjuvazisi bu hakları, işçi ve emekçilerin başvurdukları mücadeleleri dizginlemek, sosyalizme yönelmelerini engellemek için tanımıştı. Sosyal devlet yanılsaması da bu durumun sonucuydu. Tümü de bir zorunluluğun sonucuydu. Tümü de geçiciydi. Gerektiğinde ve günü geldiğinde geri alınacaktı. Nitekim de böyle oldu.

Sosyal devlet uygulamaları ‘90’lı yıllara dek devam etti. Sonrası biliniyor. Kapitalizmin genişleme dönemi ‘70’lerde sona erdi. ‘70’lerin ortasından itibaren durgunluk başladı. Yeni bir kriz kapıdan belirdi. 80’li yıllarda neo-liberal politikalar devreye sokuldu. Ardından globalizm rüzgarı estirildi. Bir süre böyle idare edildi. Sovyet ve Doğu Bloku’nun yıkılışı ise, kapitalizme ve elbette ki Alman kapitalizmine yeni bir alan açtı.

Sosyalizm tarihsel bir yenilgi almıştı. Önlerinde hiçbir engel kalmadı. Şimdi verdiklerini geri alma vaktiydi. Çok da beklemedi, acımasızca harekete geçti. Sosyal devlete elveda dendi. Dişe diş mücadelelerin sonucunda ve gerçekten de ağır bedeller ödenerek elde edilen tüm tarihsel kazanımlar birer birer gasp edilmeye başlandı. Bir zamanlar “sosyal haklar cenneti” olarak propaganda edilen Almanya’dan eser kalmadı. Hartz V uygulamasına geçildi. Bunu, ondan da acımasız diğer saldırı paketleri izledi. Nihayetinde, biri diğerine rahmet okutan bu saldırıların sonucu olarak, Almanya adım adım bir cehenneme dönüştü.

Gelinen yerde ise tablo fazlasıyla iç karartıcıdır. Kısaca, sömürü iyiden iyiye katmerleşmiştir. Baskılar dayanılmaz boyutlar kazanmıştır. İşsizlik, ileri sürülen yalanların tam tersine ürkütücü boyutlardadır. Onun ikiz kardeşi yoksulluksa nüfustan daha hızlı yayılmakta ve derinleşmektedir. İş alanları azalmış, yeni iş alanları yaratmak şurada dursun, pek çok büyük ölçekli fabrika dahi kapatılmış, ucuz işgücü sömürüsü amacıyla başka ülkelere taşınmıştır. Taşeron denen modern kölelik uygulaması en çok Almanya’da uygulanmaktadır. Çalışma ve yaşam koşulları isyan ettirici boyutlar kazanmaya başlamıştır. Tüm fabrikalar kâr yapmakta, burjuvazi her yıl zenginliğini katlamaktadır. Alman ekonomisi krize rağmen büyümeye devam etmektedir. Almanya her yıl dünya ticaretinde başa güreşmektedir. Ancak, bunların hiçbirinden işçi ve emekçiler yararlanmamaktadırlar. Kendilerinin yaratığı zenginlikler onların yoksulluğunun kaynağı olmaktadır. Burjuvazi refah içinde debelenirken, emekçiler, sefaletin dipsiz çukuruna doğru kulaç atmaktadır. Servet ve sefalet arasındaki uçurum iyice büyümüştür. Almanya, gelir dağılımının en adaletsiz olduğu bir ülke haline gelmiştir. Toplumun yoksulları açlık sınırında dolaşmaktadır. Yemek kuyruklarının her gün biraz daha uzaması bunun en somut kanıtıdır.

Sonuç olarak, Alman Refah Eşitliği Birliği’nin hazırlayıp sunduğu yoksulluk raporu bütün bunları doğrulamaktadır. Artık daha rahat söyleyebiliriz ki, refah toplumu bir yalandır. Bu masala inanmak için hiçbir neden bulunmamaktadır.

Sosyal devlet gerçekte sosyalist devlettir

Kapitalizm yoksulluk demektir ve her daim yoksulluk üretir. O bir özel mülkiyet düzenidir. Bu düzenin efendisi de üretim araçlarının sahibi olan burjuvazidir. Burjuvazi çalışmaz, asalaktır. Ne var ki, bu asalak sınıf sırf üretim araçlarının özel mülkiyetine sahiptir ve onun üzerinde tekeli vardır diye, işçi ve emekçilerin ürettiği ve yarattığı her şeye el koyar. Tüm zenginlikler onun elinde birikir. İşçi ve emekçilerin ürettiği bu zenginlikse, yoksulluk olarak geri döner ve onları vurur.

Ne bir dönemler Alman devleti ve burjuvazisinin başvurduğu aldatıcı “sosyal devlet” uygulamaları, ne yardım kuruluşları ve ne de kimi sosyal yardımlar yoksulluğu ortadan kaldırabilir. Kaldı ki, bu amacı da taşımazlar. Sadece ve sadece toplumun yoksullarını kapitalizmin hayırseverliği konusunda bir yanılsama içine sokma işlevi görürler. Refah toplumu masalına inandırıcı bir maske olurlar.

İşçi ve emekçilerin dişe diş mücadelelerle elde ettikleri hakların da tam olarak güvencesi yoktur. Belli koşullarda elde edilen, o da sallantılı, geçici ve sınırlı bu kazanımları korumanın, bunları çoğaltmanın ve nihayet kalıcı hale getirmenin yegane yolu, özel mülkiyet düzeni olan kapitalizme son vermek, üretim araçları üzerindeki tekeli kırmak, onları toplumun malı haline getirmektir. Bu ise toplumsal bir devrim demektir. Yoksulluğa tam ve kalıcı biçimde ancak ve ancak toplumsal bir devrimle son verilebilir. Sosyalizmle son verilebilir. Gerçek sosyal devlet sosyalist devlettir. Gerçek sosyal refah toplumu sosyalist toplumdur. Bir kişinin refahının tüm toplumun refahı olduğu bir düzen; işte bu sosyalizmdir.

 

 

 

 

Avrupa'da Özgecan eylemleri

 

Avrupa’nın bir dizi kentinde başta devrimci, ilerici güçlerin çağrısıyla Özgecan için eylemler devam etti.

Köln

Köln'de değişik kadın komisyonlarının, ağırlıklı olarak da Kürt kadınların organize ettiği eylemler gerçekleştirildi.

Katılımcı kurumların hazırladığı çok sayıda döviz ve pankartın taşındığı eylem sırasında kadın örgütleri kısa birer konuşma yaptılar.
Enternasyonal Emekçi Kadın Komisyonu çalışanları da eyleme katılıp destek sundu. EEKK adına yapılan konuşmada, Özgecan’a dönük alçakça saldırı lanetlenerek bu cinayeti gerçekleştiren canilerin ürediği sermaye düzeni teşhir edildi.
Eylem katılımcı diğer kurumların benzer vurguları içeren ve saldırılara karşı daha fazla duyarlılık çağrıları yaptığı konuşmaların ardından sonlandırıldı.

20 Şubat Cuma günü Köln’deki Dom Kilisesi’nin önünde gerçekleştirilen eyleme 500’ü aşkın kişi katıldı.

Eylem için çağrıyı Alevi kadınlar yaptı. AGİF, SKB, Nav-Dem, DİDF, Bağımsız Kadın Grubu ve diğer kurumlardan kadınlar da flamalarla eyleme katıldı. Eylemde, Özgecan’a yönelik saldırıyı lanetleyip teşhir eden pankartlar ve çok sayıda döviz taşındı.

Başından sonuna dek coşkulu bir atmosferin hakim olduğu protesto eyleminde önce saygı duruşu yapıldı. Ardından, çeşitli kurum temsilcisi kadınlar kısa konuşmalar yaptılar.

Tüm konuşmalara öfke yüklü sloganlar eşlik etti.

Eyleme, BİR-KAR ve Enternasyonal Emekçi Kadın Komisyonu da katıldı. Ayrıca, EEKK adına bir de konuşma yapıldı. Eylem kadınlara yönelik saldırılara karşı duyarlılık ve mücadele çağrılarının ardından sona erdirildi.

Paris

Collectif de Taksim’in çağrısıyla Bastille Meydanı’nda kitlenin toplanmasıyla başlayan mitinge aralarında İşçilerin Birliği Halkların Kardeşliği Platformu’nun (BİR-KAR) da bulunduğu Türkiyeli devrimci ve ilerici örgütlerin yanısıra Fransız feminist örgütler de katılım sağladı.

Kurumlar adına yapılan konuşmalarda kadın cinayetlerinin politik olduğu belirtilerek ırkçılığa, faşizme ve AKP gericiliğine karşı mücadele çağrıları yapıldı. Eylem yoğun yağmur altında gerçekleştirilirken çevreden de büyük ilgi gördü.

Stuttgart

Stuttgart'ta eylem için 21 Şubat’ta Schlossplatz’da toplanıldı. İlerici ve devrimci kurumların saldırıyı lanetleyen dövizler taşıdığı eylemde konuşma yapan kadınlar Özgecan’a yapılan vahşi saldırıyı kınadı.

Özgecan Aslan’ın hunharca katledilmesi ve kadınlara yönelik yapılan saldırıların sorumlusunun devlet politikası olduğunun altı çizildi.

Konuşmalar esnasında meydanda olan değişik uluslardan insanların karşılıklı sohbetlerle Türkiye’deki rejimi tartışmaları dikkat çekti. Bugüne kadar hiç eylemlere katılmamış genç kadınların eyleme katılması, eylemdeki konuşmaları dikkatle dinlemeleri ve dağıtılan bildirilere ve atılan sloganlara ilgileri ise anlamlıydı.

Eylem kadınlara yönelik saldırılara karşı duyarlılık çağrısıyla sonlandırıldı. 

BİR-KAR da bayraklarıyla eylemde yerini alırken Enternasyonal Emekçi Kadın Komisyonu'nun çıkardığı Türkçe ve Almanca bildiri eyleme katılanlara dağıtıldı. 

Wuppertal

Wuppertal kentinde Özgecan için gerçekleştirilen ve 100’ün üzerinde kişinin katıldığı eyleme herhangi bir kuruma mensup olmayan emekçi kadınların da katılımı dikkat çekti.

Çağrıların çok çabuk karşılık bulması ve eyleme katılımdaki genişlik, Özgecan’ın katledilmesinin ardından Türkiye ve Avrupa’da oluşan duyarlılığın göstergesi oldu.

City Arkaden önünde başlayan eylem BİR-KAR ve Enternasyonal Emekçi Kadın Komisyonu’nun çağrısıyla gerçekleştirildi. Eyleme Agif/Sosyalist Kadınlar Birliği, Nav-Dem, Alevi Kültür Merkezi, ATİK, Anadolu Federasyonu, ADHK da kendi flamalarıyla katıldılar. BİR-KAR’ın da kurum flamaları ile katılım sağladığı eylemde ayrıca, Özgecan’a ilişkin BİR-KAR ve EEKK imzalı dövizler taşındı.

EEKK, Sosyalist Kadınlar Birliği, Kürt kadın temsilcisi, ATİK, ADHK ve Eisbrecher-Buzkıran adlı anti-faşist bir grup adına da konuşmalar yapıldı. Konuşmaların tümünde saldırıya öfke kusuldu, caniler lanetlendi. Düzene ve AKP’ye karşı mücadele çağrısı yapıldı.

Kızıl Bayrak / Köln-Paris-Wuppertal-Stuttgart


 
§