15 Ağustos 2014
Sayı: KB 2014/33

ABD emperyalizmi
IŞİD’e savaş mı ilan etti?
Cumhurbaşkanlığı seçim sonuçları üzerine
Acıların eskimediği Türkiye’de Erdoğan ‘unutun’ diyor!
Gelin canlar bir olalım, devrim ve sosyalizm mücadelesini büyütelim!
KCK’nin ulusal birlik çağrısı ve gerçekler!
Meslek lisesi “sömürü” meselesi
Çöllolar’da iş bırakma kazanımla bitirildi!
İncirlik Üssü’nde
coşkulu işçi eylemi
Göçüğün yaşandığı ocak kaçakmış!
MİB MYK Ağustos ayı toplantısı sonuçları

Metal TİS süreci ve
öncü metal işçilerinin görevleri!

Birleşik Metal’in toplu sözleşme taslağına ilişkin görüşlerimiz…

İzmir’de MİB faaliyetleri

Bosch ve Vestel’e
uyarı mektubu

Politik gençlik hareketi geleneği - H. Fırat
Ezidiler: 72 fermana direnen halk - M. Ak
Müslümanlara ağlak, Ezidilere muğlâk AKP politikası - K. Ehram
Almanya’da Ezidilerle dayanışma eylemleri
“Yarın koşullar daha iyi olacak!” - T. Kor
IŞİD projesi ve Kürtler
Arjantin’de matbaa işçilerinden işgal!
Festivalimiz saldırılara karşı
direnişi büyütme ve örgütlenme çağrısıdır!
Alnımızda kömür karası, dilimizde direniş ezgisi...
DGB’liler hesap sormaya çağırdı!
Emekçilerin anlatımıyla Kızıl Bayrak...
Kadına yönelik şiddete karşı örgütlü mücadeleye!
Küresel ısınmaya karşı önlem aldatmacası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kadına yönelik şiddete karşı örgütlü mücadeleye!

 

Geçtiğimiz günlerde Avrupa Konseyi ülkelerince, Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi, diğer adıyla İstanbul Sözleşmesi imzalandı. İlk olarak Mayıs 2011’de Avrupa Konseyi ülkelerince İstanbul’da imzaya açılan bu sözleşmeye Türkiye’nin de aralarında olduğu 13 ülke tarafından imza konuldu. Türkiye dışında Avusturya, Almanya, Yunanistan, İzlanda, Karadağ, Portekiz, Finlandiya, Fransa, İspanya, İsveç, Slovakya ve Lüksemburg sözleşmeyi imzalayan diğer ülkeler.

Sözleşmede kadına yönelik şiddet konusunun eğitim müfredatına dahil edilmesi, özel sektör ve medyanın teşvik edilmesi, tazminat, zorla evliliklerin feshi, ısrarlı takibin cezalandırılması, zorla evlendirme ve kadın sünneti yasağı, sözde “namus” adına işlenen şiddet uygulamaları ile ilgili yeni düzenlemeler mevcut. Bunların yanısıra LGBTİ bireylere de koruma sağlanması sözleşmede yer alırken, ikincil mağduriyetlerde yani mağdur edilen kadınların veya yakınlarının kamu görevlileri tarafından tekrar mağdur edilmesi, sözleşme kapsamında tazminat sebebi olarak görülüyor. Sözleşmede ayrıca, toplumsal cinsiyete dayalı bir şiddet tehlikesi halinde kadınlara mülteci statüsü verilmesi ve şiddet görme ihtimali olan kadının “geri gönderilmeyeceği” de yasal olarak düzenleniyor.

Ayrıca İstanbul Sözleşmesi çerçevesinde tarafların temsilcileri vasıtasıyla komisyon üyelerinin seçileceğini, “GREVIO” adı verilen bir komitenin, başvuru mekanizması şeklinde çalışacağı ifade ediliyor. Bir anlamda AİHM benzeri bir oluşumla şiddet mağduru kadınların hak arayabileceği bir mekanizma getiriliyor.

Sorunun kaynağı hedeflenmeden çözüm üretilemez!

Kuşkusuz İstanbul Sözleşmesi ile kadına yönelik şiddeti önleme adına uluslararası düzeyde getirilen bu hukuksal düzenlemeler kendi sınırları içinde anlamlıdır. Ancak asla yeterli ve sorun çözücü değildir. Zira kadına yönelik şiddet konuya ilişkin yeterli yasal düzenleme eksiklikleri yüzünden yaşanmıyor. Temelinde özel mülkiyete dayalı sömürü sistemi olan kadın sorununun en temel boyutu şiddettir. Bu nedenle sorunun kaynağı ve nedenleri doğru tanımlanmadan doğru, sonuç alıcı çözümler üretilemez.

Şimdiye kadar kadına yönelik şiddet ve ayrımcılıkla mücadele ile ilgili çeşitli yasalar, uluslararası sözleşmeler hep oldu. Ancak sorunun kaynağını hedeflemeden ne kadar ileri hak tanımları yasalara geçse de sorun döne döne kendini yeniden üretecektir. Çünkü şiddeti besleyen sömürü üzerine kurulu bu düzen yerinde durmaktadır.

Türkiye ise sözleşmeyi ilk imzalayan ülke olmakla övünüyor. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Ayşenur İslam, “Türkiye, sözleşmenin uluslararası geçerlilik kazanmasını beklemeden harekete geçen ve 20 Mart 2012 tarihinde yürürlüğe giren 6284 sayılı Kanun’da sözleşme hükümlerine de yer veren ilk ülke olmuştur” diye övünüyor. Bu aslında demek istediğimizi yeterince açık ortaya koyuyor. Zira Türkiye’de resmi verilere göre, aile içi şiddet olaylarında 2009’da 171, 2010’da 177, 2011’de163, 2012’de 155 ve 2013’te 214 kadın öldürüldü. İmzalanan sözleşmeler, yapılan hukuksal düzenlemeler bu gerçeği değiştirmiyor. İstanbul Sözleşmesi’nin yürürlüğe gireceği tarihlerde Bülent Arınç şahsında mevcut iktidar kadınların toplum içinde kahkaha atmalarını iffetsizlik olarak kodlamıştı. Bir yandan sürekli kadına yönelik şiddeti artıracak gerici-ataerkil kültür beslenirken ikiyüzlüce uluslararası sözleşmelere imza atılarak sorunu çözücü rollerine giriyorlar.

Türkiye’de yasaların çıkarılması ve uluslararası sözleşmelere taraf olunması bir şey ifade etmiyor, hatta uygulanmıyor. Türkiye mahkemelerinden çıkan sonuçlara bakıldığında, Yonca G. örneğinde olduğu gibi, şiddetin mağduru kadının suçlu hale getirildiği örnekler çoktur. Şiddet gördüğünü ve aldatıldığını söyleyerek boşanma davası açan Yonca G.’nin, davaya bakan Ankara 5’inci Aile Mahkemesi’nce ev işlerini yapmadığı gerekçesiyle eşine 7 bin TL tazminat ödemeye mahkum edildi. Türkiye’de tecavüzcülere iyi hal indirimi yapılır, şiddet gören kadın kocasının evine gönderilir, tayt giydiği için öldürülen kadının katiline tahrik indirimi yapılır vb. Böyle bir ülkede sözleşme imzalamaktan daha kolay ne olabilir ki? Özcesi sermaye yargısı, kadına yönelik şiddeti meşrulaştırmaya devam etmeye devam edecektir. Bu nedenle böylesi sözleşmelerin mevcut düzende bir karşılığı yoktur.

Gerçek olan şudur ki; kurulu düzeni tüm kurumlarıyla yıkmadan kalıcı sonuçlar beklenmemelidir. Kadının kurtuluşu, şiddetin kökünden kurutulması ancak toplumsal bir devrimle ve sosyalizmle mümkündür.

İşçi ve emekçi kadınlar bu bilinçle örgütlenmelidir. Çünkü örgütlülükten gelen güçle kadınlar toplumsal yaşamda karşılaştıkları şiddete karşı mücadelede bir adım öne geçecektir.

 

 

 

 

Kadınlardan sınırdaki saldırılara protesto

 

Kadın örgütleri savaş ortamında kadına yönelik şiddet, taciz ve tecavüz olaylarını kınamak için 7 Ağustos’ta Çağlayan’da bulunan İstanbul Adliyesi önünde eylem yaptı.

“Rojava sınırında işlenen tecavüz suçu cezasız kalmasın!” pankartı açan kadınlar sık sık sloganlar attı. Sloganların ardından Deniz Bayram basın metnini okudu. 16 Temmuz’da Rojava-Cizre sınırından Türkiye’ye geçmeye çalışan bir kadının Katran Sınır Karakolu’na bağlı askerlerin tecavüzüne uğradığının belirtildiği basın metni şöyle devam etti: “Son birkaç ay içerisinde Cizre-Rojova sınırında ayaklarına ateş açılan biri hamile iki kadının ayakları parçalandı. Saada Darwich adlı Rojavalı kadın çocuklarının gözleri önünde sınırda katledildi. Katran Sınır Bölüğü Komutanlığı’nın denetiminde olan sınırda Rojavalıları hedef alan bu insanlık dışı uygulamalar derhal son bulmak zorunda. Bu uygulamaların sınırı geçmek isteyen kadınların bedenlerine yönelmesine, bu sindirme ve savaş politikasına derhal son verilmelidir.”

 
§