20 Haziran 2014
Sayi: KB 2014/25

IŞİD ve kapitalist/emperyalist gericilik
İşçi eylemleri
uykularını kaçırıyor!
Maden işçisinin karnı AKP’nin yalanlarına tok!
Çelik, Kürtler’in Irak’ta ayrılma hakkı olduğunu söyledi
Temeli bozuk olanların ‘çatı’ arayışı
Sömürü “kader” değil
İbrahim’i binlerce kişi uğurladı
Kaybolan eylemcinin cenazesi bulundu
AKP özelleştirmeyle beslenmeye devam ediyor
Soma’da maden işçilerinin eylemleri sürüyor

Yatağan işçileri
yol kapatarak uyardı!

Türk-İş’ten özelleştirmelere karşı eylemler

“Sonuna kadar direnmeye devam edeceğiz!”

DİSK Genişletilmiş Başkanlar Kurulu Sonuç Bildirgesi üzerine
Greif işgali DİSK’in içerisindeki Türk-İş’i ortaya çıkardı
“İşçinin taşerona isyanı: Greif direnişi dersleri”
Derby’den Greif’e:
İşgal, grev, direniş!
BDSP’den coşkulu
15-16 Haziran yürüyüşü!
Savaş ve devrim diyalektiği - A. Eren
“Devrimci Gençlik Birliği’nin temellerini inşa etmek için...”
Kamp hazırlıkları sürüyor!
Ankara DLB’den
coşkulu etkinlik!
Çocuk istismarı- 3
Açlık Kralı mısın, açlık oyunlarında mısın? - T. Kor
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Açlık Kralı mısın,
açlık oyunlarında mısın?

T. Kor

 

Budapeşte’de bir sokak, tarihin saygı duyduğu mekanlardan. Geçmişten günümüze çok bozulmadan kalan nadir bir yer “UNESCO Dünya Mirası” unvanına sahip Andrássy Bulvarı.

Bu bulvarda geçtiğimiz günlerde yeni bir mağaza açıldı. Kapitalizmin hızlı yemek konseptinde tekellerden biri olan Burger King’e gönderme yaparak aynı logo tasarımıyla “Hunger King” göze çarpıyordu.

Andrássy Bulvarı gibi ülkenin en pahalı mağazalarının yer aldığı merkezde açılan “Açlık Kralı”nı Burger King’den ayıran ise çift girişli kapısı olması. Ve kapı tercihlerini belirleyen sınıfsal aidiyet. Bir tabela üzerinde zenginler ve fakirler oklarıyla iki kapıya yönlendiriliyor.

Elbette zenginler için kırmızı halı serilmiş, ayrıcalıklı hissini vurgulayan bir giriş mizanseni ve içerde şampanya servisiyle özel garson hizmetinde normal fiyatın çok üzerinden hamburger servisi.

Fakir girişiyse anlatılacak bir detay dahi olmayan basitlikte.

Bu tasarım bir sanatçı performansı. Budapeşte’de evsizlerin yaşadıkları zorluklara dikkat çekmek, ‘ayırcalıklı’ların lüksü içinde açlık çekenlerin olduğunu vurgulamak için bu proje hayata geçirilmiş.

Finlandiyalı sanatçı Jani Leinonen’in benzerleri başka ülkelerde farklı biçimlerde gerçekleştirilmiş bu kültür etkinliği Macaristan gerçeğini sunuyordu.

Kapitalizmin yarattığı insanlık tahribatına o kadar alışılmıştı ki bir yandan bu tarz bir uygulama yadırganmadı diğer yandan performansın bir parçası olarak restorana giren evsizlere hamburger kutusu içinde bir günlük asgari ücret tutarı verildi. Evsizlerse bu sanatın figüranı yapılırken gerçekle bağ kuramadılar. Sistemin hayatlarını mahvettiği bu kişiler bir günlük asgari ücret verilmesinin derin anlamını hangi sanat akımının düşünselliğini taşımak sadece evsizler için değil herkes için zor olmalı.

Evsizler Budapeşte Belediyesi’nin sokakta yattıkları için kent merkezinden kolluk gücüyle sürdürdüğü sokaklarda yaşamayı ise suç sayarak ‘para’ ve ‘hapis’ cezalı hale getirdiği bir yerde bir sanatçı çıkıp bir günlük asgari yaşam kurmasına destek veriyordu.

“Bu küresel bir sorundur. Dünyayı yöneten elit, bu işi eline yüzüne bulaştırdı. Ama şimdi artık elindeki iktidarı kimseye bırakmak istemiyor. Durum iyileşeceğine, giderek daha da bozuluyor” diyerek aslında düzenin istediği cümleleri kuran sanatçımız Londra sokaklarında mağaza önlerinden köprü altlarına demir çiviler, çıkıntılar yapılarak evsizlerin barınabileceği sınırlı alanları fiili olarak ortadan kaldırırken, sorunu “eline yüzüne bulaştıran birkaç asalak” diye resmediyor.

Evet, sorun küresel fakat küreselleşen dünyayı birkaç kişi yönetmiyor. Emperyalist-kapitalist düzen dünyanın hangi ucuna giderseniz gidin belediye yöneticisinden zabıtasına aynı algı ile hareket ediyor. Bunu için Budapeşte, Londra derken, New Mexico’da geçen ay boş arazide çadır kuran ve ölene kadar ateş edilmeye devam edilen evsizi özellikle Suriyeli Alevi göçmenlerin sokaklardan kovalandığı Türkiye gerçeğini hatırlatalım.

Kurguyla gerçeğin arasında kavga...

Açlık oyunları için bilim kurgu dendi. Sanki bilim kurgu bu dünyadan ayrı algılanabilir gibi. Yaşadığınız dünyanın izleriyle doludur her ütopya. Sanatta da öyle. Zira sanatçının da yönetmenin de aklındaki yaşadıklarının bilinçaltından yansımasıdır. Gün gelir en yaratıcı tasarımının dahi aslında doğadaki bir canlıyı öz aldığını görürsünüz. Asıl meseleye dönersek açlıksa ne ütopik ne bilim-kurgu fantezisi. Hissedilen, gelecekte olmaması temennileriyle yaşanan açlık ilk insandan beri var.

Sınıflar savaşı tarihi açlığın tarihidir. Kölelerin açlığa karşı isyanıyla başlar ve bugünün kapılarına dayanır. Bugün Dünya Kupası için devlet eliyle harcanan yüzlerce milyon dolar kimlerin açlık sorununu çözmezdi ki diye tartışırken burjuvaziden vicdan bekleyenler gelecekte aynı dünyanın süreceğini bilerek yazdılar Açlık Oyunları kitabını. Ve baktılar ki kitleler kendi yaşamını görerek okudular bu ‘uzak’ gelecek romanını hem serisini hem de filmini yaptılar.

Açlık Kralı gibi hayata dair performanslardan açlık oyunlarına... Hayat izin vermiyor filmlerin içindeki rollere kızmaya, sanatçının herkesi bildiğini ifade etmesindeki yalınlığı eleştirmeye, bir kez daha öfkemizi harmanlayıp açlığımızla kavgaya sarılıyoruz.

Zira Açlık Oyunları’nın ütopikliği açlık üzerine oyun düzenleyen üst sınıf çizimi değil bundan kurtuluşun genç bir oyuncunun isyanına endekslemesiydi. Ya da Açlık Kralı sanat performansını gerçekleştiren zatın ‘fakirler için’ diyerek gösterilen kapıdan girenlere hamburger kutusunda bir günlük asgari ücret sunmasıydı yanlış olan.

Gerçeğin gelecek düşünde
başka bir dünya var!

İzlerken kendimizi bulduğumuz iki ayrı örneğe kaptırıp kendimizi ‘biz olsak’ diye iç çekiyoruz şimdi. Biz olsak devirirdik o zengin için / fakir için yazılı tabelaları. Özel garsonların ikramını herkese eşit kılardık.

Biz olsak açlık oyunlarına karşı yeraltında örgütlenen direniş komitelerini anlatırdı romanımız. Anlatırdık filmimizde dünyanın tüm zenginlerini yaratan işçi sınıfının tüm gelişmiş teknolojik altyapıya karşın aynı yaratıcılığı ve üreticiliği direniş için de kullanacağını. Elbette farkındayız bu sanatçıların bir Picasso, bir Jack London olmadığını ama bekliyoruz olmalarını. Zira gördükleri bir dünyayı tasvir ediyorlarsa eğer ufuklarında umut olmalı. Berilerinde bıraktıkları dünya açlığa teslim olmamışların dünyası, ne gelişmiş demokrasi diye yağlanan Roma’nın güçlü ordusu durdurdu kölelerin özgürlük isyanını ne durduracak bilmem kaçıncı yüzyılda geçen geleceğin uzay araçlarına, lazer silahlarına sahip orduları.

Sanatçılar görmediniz mi Tayland’da popülist bir eğilim de olsa Açlık Oyunları’nın simgesini kopyalayarak sokağa çıkan hükümet karşıtlarını. Görmediniz mi Vandetta’dan “Bu maskenin altında bir fikir var, ve fikirlere kurşun işlemez!” repliğini ezberleyip dünyanın dört bir yanında aynı maskeyle barikat kuranları.

Gören göz için biz buradayız işte. Değişecek dünyanın açlığı yaratan krallarına karşı açlık oyunlarını redderek sokakta, fabrikada, okuldayız. Yaşamın her alanında açlığa karşı durup üretimin kalbinde söyleyeceğiz tek ve son sözümüzü. Sınıfın yıkıcı gücü tüm açlığı bertaraf edecek. Ütopik bir romandan bahsetmiyoruz. Ya da filmini izlemedik bu yazılanların. Bilimsel sosyalizm anlatıyor bunu. Tarihin gelişim seyri bizi açlık oyunlarına götürmesini engelleyecek tek güç sınıfın yumruğunu vurması olacak. 19. yüzyılın karanlık çarlıklarını, krallıklarını, tanrının yeryüzündeki temsilcilerini bertaraf ettiysek yine öyle yine aynı toklukla çıkacağız bugünün açlık kralları burjuvazinin karşısına. Savaşları, bunalımları yazan kitaplar yazacak açlık ordusunun sınıf kiniyle yarattığı devrimleri...


 
§