27 Mart 2009
Sayı: SİKB 2009/12

  Kızıl Bayrak'tan
  Bahar döneminin birikim, deneyim ve
enerjisiyle devrimci bir 1 Mayıs’a!
  Haramilerin saltanatını yıkacağız, sosyalizmi kuracağız!
Newroz ve Kürt sorununda yeni dönem
Newroz ateşleri ülkenin dört bir yanında harlandı!
İşçi ve emekçi hareketinden…
  TİB-DER 2. Olağan Genel Kurulu gerçekleştirildi…
  İzmir’de “seçimler ve kriz” gündemli toplantılar
  BDSP’nin seçim faaliyetlerinden…
  Devrimci seçim çalışmasından
devrimci 1 Mayıs’a!
  G-U’da yaşananlar üzerine…
  Ekim Gençliği’nin faaliyetlerinden...
  Hüseyin yoldaşın ardından…
  Tetikçi İsrail askerleri suçlarını itiraf ettiler!
  Barack Obama’dan İran’a Newroz mesajı…
  “Kürt Konferansı...”
M. Can Yüce
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

“Kürt Konferansı..."

Can Yüce

Son günlerin en çok tartışılan ve üzerinde değerlendirme yapılan konusu, Nisan ayında Hewler’de toplanacak “Kürt Konferansı”dır… Anılan toplantı Güney Kürdistan Hükümeti’nin inisiyatifinde gerçekleştiriliyor. Basına yansıyan haberlere ve ilgili çevrelerin yaptığı değerlendirmelere bakılırsa, gerçekleştirilecek konferansın en temel gündem maddesini, PKK’nin silahsızlandırılması ve bu eksendeki gelişmeler, düzenlemeler ve öneriler oluşturuyor…

Anılan konferans Güney hükümetinin yönetim ve inisiyatifinde gerçekleşmekle birlikte ABD, Irak merkezi hükümeti, TC’nin de destek verdiği yapılan açıklamalardan anlaşılıyor. Konferansa PKK de dahil bütün Kürt parti, grup ve çevrelerinin davet edileceği, katılımlarının sağlanacağı söylenmektedir.

Bu noktada, bu toplantının genelde Kürdistan ve özel olarak Kuzey Kürdistan sorununa getireceği katkı ve perspektifler neler olabilir sorusu önem kazanmaktadır. Soru şöyle de formüle edilebilir: Anılan konferans, Kürdistan sorununa bir çözüm perspektifi sunabilir mi?

Bu sorulara olumlu yanıt vermek çok güç, hatta olanaksızdır. Bu konuda “iyimser olmak” bir bakıma hayal dünyasında yaşamaktan başka bir şey değildir. Bunu konferansa yüklenen rollerden, “tarafların” politik beklenti ve hedeflerinden çıkarmak mümkündür! Kısaca özetlemek gerekirse;

ABD’nin Irak ve Güney Kürdistan politikasından ve bundan sonraki gelişmelerin alabileceği seyirden başlamak gerekir. ABD, belli bir takvim çerçevesinde askeri güçlerinin önemli bir bölümünü çekme ve Afganistan’a kaydırma politikasını uygulama çabası içindedir… Bu noktada Türkiye ile ilişkiler, TC’ye yükleyeceği ek roller ve TC’nin hevesli olduğu “sorumluluklar” önem kazanıyor. Tabii hemen vurgulamak gerekir ki, 5 Kasım 2007 Washington “mutabakatından” sonra TC’nin Güney Kürdistan ve Irak üzerindeki etkisi eskiye göre arttı ve bu eğilim her geçen gün gelişme eğilimindedir. Mümtaz’er Türköne bu konuda şunları söylüyordu:

“Genel çerçeve itibarıyla ABD, Irak üzerindeki tasarruflarını büyük ölçüde Türkiye’ye havale etmiş görünüyor. Sadece Kuzey Irak ile değil, Irak’ın bütünü ile ilgili olarak Türkiye’ye önemli bir yer verilmiş. Bunun sebebi son 4-5 yıldır sürdürülen istikrar politikası.

Tasarruflar ne anlama geliyor? Türkiye ne elde edecek?

ABD terk ettiği yerlerdeki nüfuzunu Türkiye’ye devredecek. En önemli nokta da şu: Amerika, Kürt Bölgesel Yönetimi’nin güvenliğini Türkiye’ye emanet edecek.

Bu iddiayı neye dayanarak ileri sürüyorsunuz?

İki şeye: Birincisi, ABD Erbil’de askeri üs bırakmıyor. Yani onları kendi korumayacak. Merkezi Bağdat Hükümeti’ne de emanet edemez. İki yönetimin arasının ne kadar kötü olduğunu biliyoruz. Boğarlar Kürtleri. Sonuçta bölgedeki birçok denklem nedeniyle Türkiye ABD’nin oldukça eşit ve saygıdeğer bir partneri konumuna yükseldi.” (Nagehan Alçı, Akşam gazetesi, 23 Mart 2009)

Burada dile getirilen görüşleri tartışmak başka bir tartışma konusudur. Ancak önemli olan nokta şudur: Son iki yıl içinde TC’nin Güney üzerindeki etkisinin arttığıdır. Buna karşılık Güney’deki statünün fiili olarak tanınma noktasına gelmesine rağmen Güney’in siyasal denklemdeki ağırlığının 5 Kasım Mutabakatı’ndan önceye göre azalmış olmasıdır.

Gelinen noktada TC, Irak ve Güney Kürdistan üzerinde inisiyatif kazanmanın “kırmızı çizgilerle” olamayacağını anlamış, bunların fiili olarak aşılmasını göze almış ve Güney’i tanıma, bunu Kuzey’de bazı “açılımlarla” destekleme noktasına gelmiştir. Hewler’de gerçekleşecek konferans, bu genel çerçeveye uygun olduğu ölçüde itiraz etmeyeceğini, tersine destek vereceğini ilan etmiştir. Kısacası TC’nin hesabı şudur: Güney’i tanıma ve giderek politik ve ekonomik denetimine alma karşılığında, Güney Kürdistan hükümetini kendi Kürt politikasında yanına çekme ve kullanma hesabı içindedir. Açıldığı söylenen “paket”in temel hedefi de budur. Konferansa verdiği anlam bunun politik ve psikolojik meşruiyet zeminini yaratma işlevidir. Yani Kuzey’de devlet, inisiyatifini geliştirmeyi ve bu temelde sömürgeci egemenliği Kürt ayağına yeniden oturtmayı hedefliyor…

Bu genel çerçevede KCK / PKK’ye düşen, uygun görülen rol nedir? Silahsızlandırma ve tasfiye mi; yoksa tecrit, sınırlandırma, iç ve dış politika silahı, gerekçesi olarak elde tutma mı?

Can alıcı ve tartışılması gereken soru budur!

1999’dan bu yana PKK ne istiyor? En son yaptıkları 10. Kongre’de ortaya koydukları temel hedef nedir? Silah, silahlı güç ve süren çatışma sürecinin politik programı, stratejik çizgisi nedir? Bu sorulara yanıt vermeden, hem de kendi resmi belgelerine dayalı olarak, yapılacak tartışmaların havada kalmaya mahkûm olacağı çok açıktır!

PKK ve tek belirleyici karar verici konumundaki Öcalan’ın temel politik hedefi, silahlı güçlerin temel varlık gerekçesi, Kürdistan halkının kendi kaderini ve geleceğini belirlemek değildir. Sayısız kez açıkladıkları gibi, TC’nin temel niteliklerine bağlılık temelinde bu düzen tarafından kabul edilmek, bunun yasal altyapısının oluşturulmasını istemek ve bazı kültürel kırıntılar; işte bunlar, onların azami programını oluşturuyor. Politik programı bu kadar cüce, bu kadar anlamsız olan bir askeri ve politik gücün arkasında milyonlar ve yüksek ateş gücü olsa bile bunlar ne anlam ifade edebilir ki? Newroz’da milyonlar kendi direniş bayramını kutladı. Peki, bu devasa kitlesel gücün politik gücü ve etkisi, politik programsızlık ve politik iradesizlikten dolayı eşit bir taraf olarak kabul görmüyorsa nasıl bir anlam ifade ediyor? İçi boş böbürlenmeler belki de kendini tatminde, “iç tüketim”de psikolojik bir etkide bulunabilir, ama gerçek politika düzleminde ne anlamı olabilir ki?

Devlet, bir genel af ve onu tamamlayan kimi yasal düzenlemeler yaparsa Öcalan ve PKK ne yapacak? Hiç kuşku yok bu devlete ve düzene koşar adım gelip onunla bütünleşecekler, “Cumhuriyetin temel niteliklerine bağlılık temelinde”… Yani af ve kimi kültürel kırıntılardan başka bir programı olmayanların güç ve iradelerinin genel çerçevesi bundan başkası değildir…

Peki, gelinen noktada itirazları nedir? Öyle anlaşılıyor ki, TC, henüz PKK’yi askeri ve politik olarak tasfiye etme kararını vermiş değildir. Bunun yolu öncelikle genel af veya buna benzer bir düzenlemeden geçer… Ama Talabani ve Güney Kürdistan Yönetimi’nin açık taleplerine rağmen TC, bu konuya yanaşmamaktadır. En azından basına yansıtılanlardan çıkardığımız budur. Bunun anlamı TC’nin İmralı üzerinden PKK için öngördüğü çerçeve, tecrit, sınırlandırma, iç ve dış politikada bir gerekçe olarak elde tutma yaklaşımıdır! Güney ile “iyi ilişkiler”, yapılan “Kürt açılımları” ile Kuzey’de Kürt ayağını oluşturma, bütün bunları “ulusal”, bölgesel ve uluslararası çerçevede geniş bir desteğe kavuşturma, işte devletin son yöneliminin ana çizgileri bunlardır! Önümüzdeki ay içinde Hewler’de toplanacak konferansa TC’nin yüklediği anlam bu çerçevededir.

Güney Kürdistan yönetimi, kendi varlığını ve geleceğini TC ile çatışmada değil, uzlaşmada, kendi varlığını ona kabul ettirmede görmektedir. Bu nedenle PKK’nin kendi parçasındaki varlığını bunun önünde bir engel olarak algılamaktadır. “PKK sorunu çözülürse TC’nin elindeki saldırı kozu da ortadan kalkar” yaklaşımı içindedirler. Bu nedenle bu sorunu çözmede veya daha doğru bir ifadeyle “çözme niyetini ortaya koymada” bu konferansı önemli bir platform olarak düşünmektedirler. Sorunu çözmeseler bile politik ve psikolojik olarak güç kazanacaklarını biliyorlar. Hem PKK karşısında, hem de TC karşısında… Dolayısıyla bu konferans bir çözüm platformu, ya da çözüm önerilerinin tartışıldığı bir zemin mi, yoksa genel çerçevede politik güç toplama ve güç biriktirme aracı mı olacak sorusu da üzerinde düşünülmesi ve tartışılması gereken önemli bir noktadır.

Bu konuda farklı düşünen ve “iyimser hayallere” kapılan eğilim ve çevreler var. Konferans ve bu bağlamda bu eğilimleri başka bir yazıda tartışmaya devam edeceğiz. Son olarak vurgulanması gereken şudur:

Ham hayallere gerek yok. Politik güçlerin politikalarını en doğru bir tarzda değerlendirmek, olabilecekleri ve gelişmelerin yönünü buradan kestirmeye çalışmak en doğru yaklaşım olmaktadır.

24 Mart 2009