6 Şubat 2009
Sayı: SİKB 2009/05

  Kızıl Bayrak'tan
  “Davos çıkışı” ve sonuçları
  İMF ile anlaşma kapıda!..
Hiçbir gösteri siyonist kasaplarla işbirliğinin üstünü örtemez!
Direnen işçiler kazanacak!
2. Ümraniye İşçi Kurultayı başarıyla gerçekleşti!
TÜRK-İŞ, DİSK ve KESK’ten 15 Şubat çağrısı...
  Sermaye ücretli köleliği pekiştiriyor... Sendika bürokratlarından ses çıkmıyor...
  İşçi ve emekçi hareketinden…
  “Yerel iktidarlaşma” hayalleri ve yerel yönetim gerçeği- H. Fırat
  “Halkevleri” çevresinin seçim perişanlığı
U. Taner
  Sınıf çalışmalarından...
  İşsizlik ve yoksulluk artıyor... Kriz en çok kadınları vuruyor...
  Emekçi kadınları mücadele özgürleştiriyor...
  İkiyüzlülüğün “dayanılmaz hafifliği”! - M. Can Yüce
  Kapitalizm kriz, savaş ve yıkım demektir...
  “Dünya Ekonomik Formu katillerin toplantısıdır!”
  Eylem ve etkinliklerden..
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

İMF ile anlaşma kapıda!..

Kapitalizmin tefecileriyle yapılacak anlaşma sosyal yıkımı derinleştirecek!

İMF ile görüşmeler sürerken, piyasanın leş kargaları ağızlarını açmış, krizin içinden ağızlarına düşecek rantın hesabını yapmaya başladılar bile. Özellikle sermaye cephesi, krizin başladığı günden bu yana “İMF ile anlaşma” istemini yükseltiyor. Oysa, kapitalist ekonominin temel kurumlarından biri olan ve neoliberal politikaların miladı ‘70’li yıllardan bu yana sürece damgasını vuran İMF, küresel kriz karşısında tüm dünya gibi çaresiz kalmış, dayatmaları krizi derinleştirmekten başka bir işe yaramamıştır.

İMF Türkiye’nin işçi ve emekçilerine hiç de yabancı olmayan bir kurum. Türkiye’deki tüm yıkım politikalarının ilk adresi olan İMF, özellikle son dönemde yeniden umut olarak sunulmaya çalışılıyor. Küresel ekonomik krizin sarsıcı dalgaları ile tepetaklak olan ekonomilere sunulan kredi desteği, krizden fazlasıyla etkilenen Türkiye burjuvazisinin de ellerini ovuşturmasına yolaçıyor, gözler İMF kredilerine dikiliyor.

Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) Yönetim Kurulu Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ bunu açıkça şöyle ifade ediyor: “İMF ile yapılacak bir anlaşma, piyasalara ilişkin belirsizliği ortadan kaldıracak, uygulanacak ekonomi politikalarının genel çerçevesini çizerek geleceğin öngörülebilir olmasını sağlayacak ve uluslararası piyasalarda Türkiye’nin kredibilitesini artıracaktır. Ayrıca, anlaşma ile sağlanacak kredi imkânı, uluslararası likiditenin kuruduğu bu dönemde bir yıl içinde yaklaşık 50 milyar doları bulan dış borç ödemesi olan Türkiye’nin nefes almasına da imkân sağlayacaktır.

Hükümet kanadında sermayenin ihtiyaçlarını karşılamak konusunda en ufak bir tereddüt bulunmasa da, yaklaşan seçimlerin arifesinde İMF ile bir anlaşmahükümetin çok da işine gelmiyor. Zira İMF kamu yatırımlarında kısıntıya gidilmesini istiyor. Bu da seçim yatırımı olarak oraya buraya alt-üst geçit açıp, bir yerlere temel atarak “hizmet” sunan hükümetin işine gelmiyor. Tartışmalar “hükümetin istihdam arttırıcı politikaları” ekseninde tıkanmış bulunuyor. Bu politikaların ise büyük çaplı kamu ihaleleri açıp, kendi taraftarlarına rant dağıtmak olduğu biliniyor. Seçim arifesinde “hizmet yarışı”na giren belediyelerin kaldırım söküp takmaları, yeni temeller atmaları, böylece yandaş müteahhitlere rant yedirmeleri gerekirken, kısılmış bütçe kabul edilemez bir şey olacaktır. Ayrıca yeni vergilerin, işçi ve emekçilerin sırtına binecek ağır yüklerin bir seçim öncesinde seçmen tarafından hoş karşılanmayacağı açıktır. Doğalgaza yapılan  %80’lik zama %17’lik indirim de bir başka seçim yatırımı...

Bunların yanısıra, seçimlerde yüzde 47’inin çok altına inme ihtimalini bir dizi kabadayılık gösterisi ile karşılayan hükümet için İMF’nin karşısında “dik” duruyor görüntüsü vermek de önem taşıyor. Yarın kitlelerin karşısına geçip, “istediğimiz noktaya geldiler”, öyle imzaladık diyebilecek, böylece hem hükümet partisi kazanacak hem de İMF’nin acı reçetesi meşrulaşmış olacaktır.

Nitekim Erdoğan, hafta başında İstanbul Gaziosmanpaşa’da toplu açılış töreninde bunu doğrulayan bir konuşma yapmıştır: “Ne zaman anlaşırsak (İMF ile anlaşmadan bahsediyor)  o zaman bitireceğiz. Anlaşmadan bitmez. Mesele bu kadar basit. Onun için kimse olayı sağa sola çekmesin. Biz ne yapacağımızı biliyoruz. Ne yaptığımızı biliyoruz. Bütün attığımız adımlar Türkiye’nin menfaati, vatandaşımın menfaati için olacaktır.”

Hükümet kanadından üfürmeler sadece Erdoğan ile sınırlı değil elbette. Hazineden Sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Şimşek de, “Ancak anlaşmazlık konuları devam ederse, doğrudan görüşmelere biraz daha geç başlarız” derken, Türkiye’nin ne kadar geliştiğinden, krizi sanayileşmiş bir ülke gibi karşıladığından, burjuva iktisadın “kredi notu, düşük faiz, yüksek kur rejimi” gibi karmaşık terminolojik dilinden faydalanarak anlatmaya devam ediyor. Ama ardından da, “küresel kriz olmasaydı bile İMF ile daha önce bir ihtiyati stand-by yapmayı planlıyorduk” gibi, anlamı açık sözlerle sorunu özetliyor.

Hükümet kanadı ile sermaye cephesinin ağzından aynı sözler dökülüyor. Sadece kaygılar biraz farklı.

İMF ise farklı bir telden çalıyor. İMF sözcüsü David Hawley, Başbakan Erdoğan ile İMF Birinci Başkan Yardımcısı John Lipsky arasında Davos’ta yapılan toplantının verimli geçtiğini, İMF heyetinin, stand-by görüşmelerinin sonuçlandırılması amacıyla Şubat’ta tekrar Türkiye’ye gitmesinin beklendiğini açıkladı. Ankara’da hükümet yetkilileriyle yapılan görüşmelerde stand-by’a ilişkin birçok alanda ilerleme sağlanmasının ardından İMF heyetinin Türkiye’den ayrıldığını hatırlatan Hawley şunları söyledi: “Heyet stand-by’a ilişkin geriye kalan görüşmelerin tamamlanması amacıyla muhtemelen gelecek ay yeniden Türkiye’ye gidecek.” Yani İMF anlaşmanın yapılacağından emin!

Kısacası, İMF ile anlaşma çok geçmeden imzalanacak! İMF’ye en borçlu ülkelerden biri olan Türkiye’nin başka bir seçeneği yok. Ancak, kapitalizmin tefecilerinin dayatmaları, zaten yapısal bir kriz içinde debelenen Türkiye kapitalizminin krizini daha da derinleştirecek. Bunu görmek için, İMF’nin müdahale ettiği bazı ekonomilerin ne hale geldiğine şöyle bir bakmak yeterlidir.

Raunda: Kıtlık, etnik katliam ve iç savaş

Bangladeş: Açlık ve ardından gelen 1975 askeri darbesi

Hindistan: Dolaylı egemenlik, açlık ve kast sömürüsü

Vietnam: Ulusal ekonominin çöküşü

Brezilya: Köylülerin topraksızlaştırılması

Peru: Kırsal alanda çöküş ve uyuşturucu

Yugoslavya: Kanlı bir iç savaş

HSGGP: Krizin bedelini ödememek için 15 Şubat’ta Kadıköy’e!

İstanbul Herkese Sağlık Güvenli Gelecek Platformu (HSGGP), 4 Şubat günü TMMOB Makine Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi’nde düzenlediği basın toplantısı ile “Krizin bedelini ödememek için birleşik mücadeleye! 15 Şubat’ta Kadıköy’e!” çağrısı yaptı.

Platform adına okunan açıklamadan önce konuşan Osman Öztürk, krizin bedelini yoksul halkın, işçi ve emekçilerin ödememesi için bir çalışma yürüttüklerini belirterek, tüm emek örgütleri ve emekçiler olarak mitingte yer alacaklarını söyledi. Sadece örgütlü kesimler değil örgütsüz kesimlerin de mitinge katılması için 15 Şubat’a kadar çalışmaların yoğunlaşacağı bilgisini verdi.

Platform adına yapılan açıklamada, krizin tüm yükünü emekçilerin sırtına yıkmaya çalışan sermayeye karşı çıkmamanın daha fazla işsizlik, yoksulluk ve çaresizlik anlamına geldiği söylendi. Birleşik mücadelenin önemine değinilerek, 15 Şubat mitinginin krizin bedelini ödememek için bir kilometre taşı olarak görüldüğü duyuruldu. Basın açıklaması,15 Şubat’ta Kadıköy’de buluşma çağrısıyla son buldu.

Açıklamanın ardından Dursun Doğan kısa bir konuşma yaparak, bu çağrının tüm topluma yapılmış bir çağrı olduğunu, bu mitinge tüm muhalif kesimin katılımını önemsediklerini ve bu birlikteliğin devamında da 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamak istediklerini ifade etti. Sorulan soru üzerine, AKP’nin 1 Mayıs’ı resmi tatil ilan etmesini, “AKP’nin açılım oyunları” olarak değerlendirdi.

Kızıl Bayrak / İstanbul