10 Ekim 2008 Sayı: SİKB 2008/40

  Kızıl Bayrak'tan
   Irkçı-gerici saldırganlığa karşı
birleşik direniş!
   “İşçilerin birliği halkların kardeşliği” için!..
Devrimci mücadele tek çıkış yoludur!
Yeni terör yasalarının hedefinde Kürt halkı ve emekçiler var...

YTÜ eylemlerle açıldı!

Şeker fabrikalarına yönelik yeni özelleştirme programı açıklandı…
  İşçi sağlığına ilişkin taleplerimiz
etrafında örgütlenelim!
  Ankara Üniversitesi’nde yemek boykotu sürüyor!
  İşçi ve emekçi hareketinden…
  Dünya, bölge ve Türkiye...
Genel durum ve güncel gelişmeler
  Ulucanlar katliamı 9. yılında anıldı…
  İşgalci ordular Pakistan’ı kaosa sürüklüyor!
  Büyük şirketlerin iflas furyası sürüyor…
  Dünyadan...
  Yeni dönemde mücadeleyi örgütleme görevi!
  Bu “savaş” bizim savaşımız değildir!
M. Can Yüce
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Bu “savaş” bizim savaşımız değildir!

M. Can Yüce

Çok açık ve net olarak vurgulamak, tam olarak kavranana kadar tekrarlamak gerekir: Kürdistan’da devam ettirilen çatışma süreci, bir Kürdistan ulusal kurtuluş, Kürdistan özgürlük savaşı değildir. Kürdistan adına ve Kürt halkının temel talepleri bakımından politik bir programı ve askeri stratejisi olmayan bir süreçtir!
Bunun böyle olmadığını anlamak için derin bir politik bilince ve engin bir politik deneyime sahip olmaya gerek yoktur. Bunu artık kendileri de kongre kararlarına ve belgelerine geçirmiş bulunuyorlar. Yayınladıkları 10. Kongre Bildirisi’nde çok net bir biçimde hedeflerini ortaya koyuyorlar. Yeniden okumakta yarar var:

“Önder APO’nun özgürleştirilmesini önümüzdeki sürecin tek ve en temel görevi olarak belirlemiş, bütün çalışmalarını, karar ve değerlendirmelerini bu hedefe kilitleme temelinde yapmıştır.

İki hafta önce yazdığımız yazıda bu konuda şunları yazdık, bir kez daha hatırlayalım:

“Tek ve en temel görev” sözcüklerine dikkat! Her şey çok açık, ancak bunu tamamlayan ve derinleştiren ifadeler var. Aynı zamanda kendilerinin varlık nedenlerini, temel siyasal ve askeri hedeflerini de ortaya koyuyor. Kısaca aktaralım:

“10. parti kongresi, Özgürlük Hareketimiz ve halkımız adına böyle büyük tarihsel kararlılığı ve tutumu ortaya çıkartmıştır. Bundan sonra bütün yaşamımız, duygumuz, düşüncemiz, davranışımız, pratiğimiz ve eylemimiz sadece buna kilitlenecektir. Önder APO’nun özgürlüğünü sağlamaya, bunun mücadelesini geliştirmeye dönük olacaktır. Çok iyi biliyoruz ki: Önder APO’nun özgürlüğü Kürdistan'ın ve Kürt halkının özgürlüğüdür. Elbette bunun tersi de doğrudur: Özgürleşen Kürdistan ve Kürt halkı, özgürleşen Önderlik gerçeği demektir. Bu bakımdan, Önder APO’nun özgürlüğü Kürt halkının ve Kürdistan'ın özgür ve demokratik bir yaşama kavuşturulması, bu temelde Kürt sorununun demokratik özerklik çizgisinde demokratik çözümünün gerçekleştirilmesi, her alandaki örgütlerimizin, bütün hareketimizin ideolojik, siyasi, örgütsel ve askeri mücadelemizin temel hedefi ve gerçekleştirmekle yükümlü olduğu görevi olacaktır.”(9 Eylül Tarihli, PKK Parti Meclisi imzalı Kongre bildirisi...)

Anılan bildirinin son sözleri bu programatik hedeflerinin çok çarpıcı bir özeti olmaktadır:

“Bu hedefi başarıyla gerçekleştirmekten başka hiçbir şeyi kabul etmeyeceğiz. Bundan böyle yaşam olacaksa özgürce ve Önderlikle olacak, yoksa asla olmayacaktır. Bu, onuncu kongre temelinde Hareketimizin ve halkımızın tek tutumu, duruşu ve temel kararlılığıdır.”

Hiç kuşku yok ki, sürdürülen çatışma ortamının hedefini bu sözlerden daha iyi özetleyen başka açık ve net sözler bulmak mümkün değildir. Bu sözlerde Kürdistan ulusal kurtuluşu ve özgürlüğü adına bir şeyler bulmak mümkün mü? Bu sözler, sürmekte olan çatışma sürecinin “bizim”, yani Kürdistan halkının olmadığını tartışmaya yer bırakmayacak kadar açık ve net ortaya koyuyor.

Peki, bu, neyin, kimin “savaşıdır”?

Başka bir soru daha: Bu “savaş”, kime, kimlere, neye hizmet ediyor?

Türk devleti, onun özel savaş aygıtı, Güney Kürdistan’a operasyon ve işgal yetkisini bir yıl daha uzatmak için belli bir hazırlık içindeyken, PKK, Şemdinli’ye bağlı Bezele (Aktütün) karakoluna baskın düzenledi. Resmi açıklamalara göre bu baskında 17 asker öldü, çok sayıda asker de yaralandı. Bunun üzerine ırkçı şoven histeri dalgası sokaklara taşırıldı, medya bu dalganın başını çekti… Spor karşılamaları aynı dalganın derinleştirilmesinde etkin birer platformlara dönüştürüldü! Daha da önemlisi Genelkurmay, daha fazla yetki talebinde bulundu, hükümet ve Meclis, partiler, bu taleplere destek vereceklerini açıkladılar... Kısacası anılan baskından sonra devlet ve toplum yeni bir özel savaş seferberliğine göre yeniden örgütlendiriliyor, harekete geçirilmeye çalışılıyor...

Gerçekten Kürt halkının temel çıkarlarını ve taleplerini içeren bir politik program ve bunun yönlendirdiği bir askeri strateji doğrultusunda atılan pratik adımlar sonrasında bu tür karşı-devrimci adımların alınması anlaşılırdır ve buna karşı devrimci taktikler tartışılabilir. Ama böyle bir program ve stratejinin olmadığı bir ortamda askeri taktikleri, onun zamanlamasını ve karşı önlemlerini tartışmak son derece anlamsızdır. Esas olarak üzerinde durulması ve yoğun olarak üzerinde düşünülmesi gereken nokta, hedefleri ve çizgisiyle bu savaşın Kürt halkının temel talepleri için verilmediği noktasıdır. Politik sonuçlarıyla da en fazla zararlı çıkan yine Kürt halkından başkası değildir! “Komplo teorilerine” kaymadan vurgulamalıyız ki, son karakol baskınından sonra politik atağa geçen, daha fazla yetki talebiyle harekete geçip bunları elde etmeye çalışan yine Genelkurmay’dan başkası değildir. Güney’e operasyon yetkisinin süresini bir yıl daha uzatmak, son bir yıldır Güney üzerinde gerçekleştirilen askeri ve politik baskıyı sürdürme olanağı anlamına gelecektir. 5 Kasım Washington Anlaşması ve buna dayanarak geliştirilen operasyonların, esas olarak Güney yönetimini teslim almaya dönük olduğu, Kerkük’ü yitirmiş ve güçten düşmüş bir federe yapıya zorlama olduğu pratikte ortaya çıkmıştır.

Kuşkusuz, bu tür eylemler olmasa da TC Güney üzerinde askeri ve politik baskısını sürdürme çabası içinde olacaktı. Ama ortada Kürt halkının temel çıkarlarına hizmet etmeyen, hedefi de Kürtler’in özgürlüğü olmayan bir çatışma süreci var ve bu, TC’nin manevra alanını, hareket yeteneğini güçlendiriyor. Bu gerçek gözden kaçırılmamalıdır.

10. Kongre’de de bir kez daha açıkça ortaya konulduğu gibi, sürdürülen çatışma sürecinin tek bir hedefi var: “Öcalan’ın Özgürlüğü”!

“Bundan böyle yaşam olacaksa özgürce ve Önderlikle olacak, yoksa asla olmayacaktır” diyorlar.

Peki, “önderlik” dedikleri kişinin Kürdistan özgürlük ve bağımsızlık talepleriyle, Kürt halkının en temel talepleriyle bir ilişkisi var mı? Olmadığını kendi son sözleriyle bir kez daha ortaya koyalım:

“Biz cumhuriyetin ilkelerine bağlıyız, cumhuriyeti reddetmiyoruz. Gelin bu cumhuriyeti demokratikleştirelim diyoruz. Cumhuriyetin demokratikleşmeye ihtiyacı var. Aksi halde devlet batar, iflas eder.”(ANF, 17 Eylül 2008 Tarihli Avukat Görüşme Notlarından…)

Siz ya Cumhuriyetin temel ilkelerine bağlısınız, ya da Kürt halkının temel taleplerine, ikisine aynı anda bağlı olamazsınız, ya o ya da öteki!

Gerçeklik böyle olmasına rağmen PKK gerçekleri tersyüz ediyor. PKK ve onun 10. Kongresi’ne bakılırsa, Öcalan ile Kürdistan ilişkisi, bir “özdeşlik”, “eşanlamlılık” olarak ortaya konuluyor! Öyle ki bu, bir inanca, tartışılmaz bir tabuya dönüştürülmüştür. Kuşkusuz bu, derin bir yanılsamadır ve süreç içinde yaratılan ve derinleştirilen bir iktidar sisteminin “ideolojik hegemonya”sının sonucu egemen olan bir yanılsamadır!

Bu yanılsama aslında bir paradoksa dayanıyor. Bir yanda devrimci Kürdistan dinamiği ve bunun açığa çıkarılmış ve halen hareket halindeki enerjisi... Diğer yandan buna dayanan, bütün gücünü bundan alan, ama programı ve çizgisiyle bununla ilişkisi kalmayan ve bu Kürdistan dinamiği üzerinde denetim kuran ve iktidar olan Öcalan iktidar sistemi... Bu iki uç arasındaki paradokstan söz ediyoruz. Bu iktidar sistemi, aynı zamanda kendisi dışındaki seçenekleri etkisizleştirdiği ve gelişme olanaklarını ortadan kaldırdığı için rahatlıkla ulusal kurtuluş hareketini tek başına kontrol altında tutmaktadır. Direnen bir halk ve onun yarattığı değerler, ama buna tek başına el koyan, bunun iktidar mekanizmalarını yaratan ve bir külte dönüştüren Öcalan iktidar sistemi arasındaki paradoks, aynı zamanda, Kürdistan halkının da trajik açmazını, aşılması gereken çıkmazını anlatmaktadır!

Sürdürülmekte olan çatışma süreci bu paradoksa dayanıyor, aynı zamanda onu gizliyor, anlaşılmasını zorlaştırıyor, yanılsamayı derinleştiriyor; bu da Öcalan iktidar sisteminin daha da derinleşmesi anlamına geliyor! O nedenle Kürt halkıyla ve onun temel talepleriyle bir ilişkisi olmayan bu çatışma sürecini bir de bu boyutlarıyla deşifre etmek büyük bir önem taşımaktadır.

7 Ekim 2008