10 Ekim 2008 Sayı: SİKB 2008/40

  Kızıl Bayrak'tan
   Irkçı-gerici saldırganlığa karşı
birleşik direniş!
   “İşçilerin birliği halkların kardeşliği” için!..
Devrimci mücadele tek çıkış yoludur!
Yeni terör yasalarının hedefinde Kürt halkı ve emekçiler var...

YTÜ eylemlerle açıldı!

Şeker fabrikalarına yönelik yeni özelleştirme programı açıklandı…
  İşçi sağlığına ilişkin taleplerimiz
etrafında örgütlenelim!
  Ankara Üniversitesi’nde yemek boykotu sürüyor!
  İşçi ve emekçi hareketinden…
  Dünya, bölge ve Türkiye...
Genel durum ve güncel gelişmeler
  Ulucanlar katliamı 9. yılında anıldı…
  İşgalci ordular Pakistan’ı kaosa sürüklüyor!
  Büyük şirketlerin iflas furyası sürüyor…
  Dünyadan...
  Yeni dönemde mücadeleyi örgütleme görevi!
  Bu “savaş” bizim savaşımız değildir!
M. Can Yüce
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Düzen işçi ve emekçilere karanlıktan başka bir gelecek sunamıyor!

Devrimci mücadele tek çıkış yoludur!

İçerisinden geçtiğimiz şu günlerde geleceğe dair varsayımlarda bulunmak, hemen her çevreden birey ya da örgütün odaklandığı ve kendince yanıtlar verdiği bir konu haline geldi. Deyim uygunsa ezberlerin bozulduğu, alışılageldik kalıpların kırıldığı, yerleşik kurumların sarsıldığı, itibarlarını ve inandırıcılıklarını yitirdiği bir dönemden geçiyoruz. Belirsizlik, beklentisizlik, güvensizlik, şaşkınlık gibi duygular tüm topluma yayılıyor. İşte bu noktada, bundan sonra ne olacak, nasıl bir geleceğimiz olacak soruları yaygınca sorulup yanıtlanmaya çalışılıyor. Elbette her sınıfın gözünden farklı anlamlar taşıyarak ve farklı biçimde... Ama şu an karamsar bir hava ve geleceğin karanlık olduğu düşüncesi genele hakim durumda.

Dünya çapında kendisini gösteren bu durum, yine de her ülkedeki yerel sorunların kapsamı ve niteliği üzerinden özgün biçimler kazanıyor. Ülkemizin durumu ise bu açıdan kendine özgülüğüyle apayrı bir yere konulmayı hak ediyor. Çünkü, Türkiye sadece yakın tarihinde büyük bir kriz geçirmiş bir ülke olarak değil, yanısıra kapsamlı ve kronik siyasal sorunlarıyla da dikkat çekiyor. Bundan dolayı, dünyanın bundan sonra ne olacağı sorusundan önce ülkenin ne olacağı sorusu öne çıkıyor. Verilen yanıtlar da yine sınıftan sınıfa, her sınıfa ait siyasal öznelere göre farklılık gösteriyor.

Bu yanıtlara ya da çeşitli tarafların durumuna geçmeden önce, ülkenin toplumsal-siyasal yaşamına egemen olan bu atmosfere daha yakından bakalım ve buradan hareketle geleceğe dair kendi yanıtımızla birlikte çeşitli varsayımlarımızı ortaya koymaya çalışalım.

Dünya ölçeğinde güçlü dalgalar halinde yayılan mali ve ekonomik krizin Türkiye’deki sonuçları şu an tam olarak ortaya çıkmış değil. En azından, ABD başta olmak üzere kapitalizmin metropol ülkelerinde yaşanan seri iflaslar ve kurtarma operasyonlarının bir örneği görülmüş değil. Fakat, hem kriz dev mali şirketlerin batmasından ibaret değil, hem de krizin dalgalarının her an bu kapsamda ülkeye uğrayamayacağının hiçbir güvencesi yok. Her ne kadar AKP hükümeti hala da Türkiye’nin krize karşı sağlam bir bünyeye sahip olduğu iddiasını tekrarlasa da, bu iddianın bir kandırmaca olduğundan kimsenin şüphesi yok. Üstelik 2001’de yaşanan büyük ekonomik çöküntünün ardından krizin aşılıp aşılmadığı, yaraların sarılıp sarılmadığı da tartışma konusudur.

Kuşkusuz burjuvazi açısından kriz bir risk olarak ifade edilmekle birlikte, esası yönünden çoktan aşılmıştı. Ortalık ülke ekonomisine ilişkin büyüme rakamlarından geçilmiyor, kâr rekorları kırılıyordu. Burjuvalar her konuştuğunda sözlerinden iyimserlik saçılıyordu. Ancak işçi ve emekçiler cephesinden durum 2001 krizinden sonra hep kötüye gitti. Krizle birlikte yaşam koşulları daha da kötüleşirken, ücretler düştü, işsizlik arttı, çalışma şartları ağırlaştı, vergiler katmerlendi. Böylelikle sefalet ve yoksulluk toplumun daha geniş kesimlerini içerisine alarak büyüdü. Yani krizin faturasını işçi ve emekçiler ödedi. Burjuvazi krizi fırsata çevirip palazlandıkça palazlandı.

Burjuvazi cephesinden işlerin bu biçimde götürülebilmesinin en önemli aracı AKP hükümetiydi. AKP hükümeti krizin ağır faturasını işçi ve emekçilere ödetirken, bu faturayı ödemenin kaçınılmaz olduğu, bu bedelin ödenmesi karşılığında gülme sırasının sonunda mazluma da geleceği propagandasına yaslandı. Krizin faturasının en temel kalemlerinden olan sosyal hakların gaspı ve kamu hizmetlerinin özelleştirilmesi uygulamalarını, dağıtılan ulufeler yoluyla bir ölçüde perdeleme başarısı gösterebildi. AKP’nin en önemli başarısı, her bakımdan iflas etmiş bir düzene yeni bir soluklanma imkanı sağlamak oldu. Bunu, düzenden ve düzen partilerinden tüm umudunu kesmiş olan işçi ve emekçileri yeniden düzene bağlayarak, onları yeniden kapsamlı yıkımın faturasını ödemeye razı ederek gerçekleştirdi.

Fakat geldiğimiz noktada, hem siyasal planda hem de ekonomik ve sosyal planda AKP’nin merkezinde durduğu bu soluklanma dönemi kapanmıştır. Çünkü, dünya ölçeğindeki krizle birlikte işçi ve emekçi milyonlara AKP eliyle pazarlanan umutlar tam olarak çöküntüye uğradı. 2001 krizinin yıkıntıları altında kalan, ağır faturasını ödeyen ve artık ekonominin yaşadığı söylenen büyümesinden pay alma sırasının kendisine geldiğini düşünen, kurulu düzenden geleceğe dönük beklentileri olan işçi ve emekçi yığınlar hiçbir şeyin düzelmeyeceğini, aksine daha da kötüye gittiğini görüyor, yaşıyorlar. Umutlar çökerken geleceğe ilişkin beklentilerin yerini tam bir çaresizlik ruhhali dolduruyor. Çünkü, henüz dünyayı sarsan krizin dalgaları tüm şiddetiyle ülkeye ulaşmamışken bile, işçi ve emekçiler kitlesel işsizlikle tehdit ediliyor, elektrikten gıda ürünlerine kadar uzayan zamlarla avuçlarındaki son kuruştan da oluyorlar. Diğer taraftan, bu aynı günlerde sağlık hakkını ve sosyal güvenliği tasfiye eden SSGSS uygulamaya sokuluyor. Dahası düzen yeni krizin ağır faturasından başka bir şey vaat etmiyor.

Burjuvazi cephesinden ise geleceğe ilişkin politikalar açısından pek bir belirsizlik bulunmuyor. Çünkü krizin ağır faturasını bir kez daha işçi ve emekçilere ödetmek dışında bir düşünceye sahip değil. Tüm sorun bunun nasıl gerçekleştirileceği konusunda yaşanıyor. Çünkü, yukarıda da belirttiğimiz gibi, artık işçi ve emekçileri fedakarlık masallarıyla kandırmanın imkanı bulunmuyor. Onyıllara yayılan acı deneyimlerle artık bu açıdan bir bilinç oluşmuş durumda. AKP hükümeti, din-iman siyasetiyle bu noktaya kadar düzeni taşıdı, ama büyük bir prestij kaybı yaşadığı bir dönemin üstüne yeni bir kriz faturası da bindiğinde, inandırıcılığını ve toplum üzerindeki etkisini hızla kaybetmesi kaçınılmazdır. Elbette şeriat-laiklik ekseninde yeni bir kutuplaşma ile bir parça soluk alması mümkünse de, bu yalnızca yaşanacak tükenişi biraz geciktirebilir.

Öte yandan, burjuvazinin yıllardır bugünleri düşünerek AKP’ye karşı hazırlamaya çalıştığı düzen solu da bir türlü dikiş tutmuyor. Mevcut durumda tutması da mümkün görünmüyor. Dolayısıyla, düzen siyasetinde yaşanan tükenmişlik tablosu ekonomik kriz tablosu ile birlikte düzen açısından büyük bir açmazı ifade ediyor. Doğal olarak, düzen açısından, düzen siyasetine biçim verme çabalarının yoğunlaşmasıyla birlikte başka tedbirlerin alınmasını da gündeme getiriyor.

Son bir hafta içerisinde Kürt sorununun yeniden gündeme oturmasına neden oluşturan olaylarla birlikte düzen cephesinden ortaya konulan refleksler, bu tedbirlerin ne olacağı hakkında belli bir fikir veriyor. Aktütün Karakolu’na yapılan PKK saldırısının ardından alınan tutumun iki yönü bulunuyordu. İlk olarak şovenizm körüklendi, ikinci olarak baskı ve devlet terörünün önünü tümüyle açmak üzere yeni yasal değişiklikler gündeme getirildi. Bu, işçi ve emekçiler ile Kürt halkını düzene bağlayacak olanaklardan yoksun olan düzenin bundan sonra izleyeceği temel politikaya da bir açıklık getiriyor. Şovenizm etkin bir biçimde kullanılarak böl-parçala-yönet politikasına işlerlik kazandırılacak, hatta daha da ileri gidilerek Altınova’da olduğu gibi halklar birbirine düşürülebilecek, baskı ve terör dizginlerinden boşaltılarak toplum zapt-u rapt altına alınacaktır. Bugün için bir varsayım olarak görünse de, düzen açısından mevcut durumda kurulu düzeni korumanın ve topluma boyun eğdirmenin başka bir yolu görünmüyor.

Nereden bakılırsa bakılsın, çok yönlü bir iflas ve çöküşü yaşayan kurulu düzen işçi sınıfı ve emekçi halklara karanlıktan başka bir şey vaat etmiyor. En koyusundan yıkımlar, kıyımlar ve acılar hazırlıyor. Ancak işçi sınıfı ve emekçiler bunun karşısında çaresiz değiller. Bu düzenden ve hazırladığı ağır faturadan kurtulmak için devrimci bir çıkış yolu her zaman vardı, yine var. Önemli olan bu yoldan yürümek ve düzene karşı dişe diş bir mücadeleye hazırlıklı olmaktır.

“İşçilerin birliği halkların kardeşliği” çizgisinde böyle bir kararlı mücadele verildiğinde, hem düzenin kirli ve kanlı manevraları boşa çıkarılacak, hem de mevcut karanlıktan bir çıkış yolu açılacaktır.