29 Şubat 2008 Sayı: SİKB 2008/09

  Kızıl Bayrak'tan
  TSK, ABD emperyalizminin icazetiyle Güney Kürdistan’a kara saldırısı başlattı…
  Emperyalizmin desteğinde Kürt halkının özlemlerini boğmak istiyorlar!..
Kendi aralarında dalaşan düzen güçleri, Kürt halkına düşmanlıkta kenetlendiler!..
Tersane cehenneminde direniş:
Emekçi Kadın Kurultayı başarıyla gerçekleştirildi! 
Emekçi Kadın Kurultayı’na mesajlardan...
  Emekçi kadınlar bir adım öne çıktı! / Z. Us
  Türk halkı bir tercih yapmak zorunda... / A. Eylül
  ABD, Türkiye ve Kürt sorunu
  DİSK Genel Kurulu üzerine
  TEKEL işçisine yeni oyunlar...
  İlbek işçisinin direnişi sürüyor!
  SSGSS tasarısına karşı eylemler sürüyor...
  Ticari Eğitime Karşı Gençlik Koordinasyonu 5. Toplantısı Sonuç Bildirgesi:
  Fidel Castro: Devrime adanmış bütün bir ömür!
E. Bahri
  Güney Kıbrıs halkının değişim isteği…
  Ermenistan’da onbinler sokakta!
  Güney işgal hareketi!
M. Can Yüce
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

manifestoYazaki: Kölece çalışmanın adı!

“Kaybedecek hiçbir şeyimiz yok!”

Serbest bölgeler, gümrük, vergi, fiyat, kalite standartlarına ilişkin kuralların uygulanmadığı alanlar. Sermaye sınıfına her türlü keyfi ve kuralsız sömürü olanakları sağlayan bu bölgelerdeki çalışma koşulları hakkında ne yazık ki işçi ve emekçilerin yeteri kadar bilgisi yok. Antalya Serbest Bölgesi’ndeki Novamed grevi sürecinde serbest bölgelerdeki çalışma koşulları hakkında belli bir fikir sahibi olmuştuk. Ben de serbest bölgelerden biri olan Gemlik Serbest Bölgesi’nde kurulu Yazaki Fabrikası’ndaki ağır çalışma koşullarını anlatmak istiyorum.

Yazaki 2003 yılında kuruldu. Araba kablo ağı üretimi yapılıyor. 34 ülkede 120 bin işçi çalıştırıyor. 11 üretim, 14 geliştirme merkezi bulunuyor. Mercedes, Fiat, Renault, Honda ve Toyota’ya üretim yapıyor. Kuzuluk, Mudanya ve Gemlik’te toplam 4 bin civarından işçi çalıştırıyor.

Yazaki’de üçlü vardiya sistemi uygulanıyor. Yemek molası yarım saat, ara dinlenme 10 dakika. Dönen hatlarda ayakta ve sürekli hareket halinde çalışıyoruz. İş esnasında tuvalete gitmek, su içmek yasak. Tıpkı bir makine gibi çalıştırılıyoruz.

İşkur aracılığıyla işe alındık. Bir ay boyunca sigortamız yapılmadı ve 140 YTL’ye çalıştık. Şu an sözleşmeli olduğumuzu, bir yıl sonra da kadrolu olacağımızı söylediler. İşbaşı yaptığımızda bize yapılan ilk uyarı, gruplaşarak hiçbir sorunu çözemeyeceğimiz oldu. “Eğer bir sorununuz olursa bize gelin, biz yardımcı oluruz” denildi. Geçmişte yaşanan bir takım sendikal çalışmalardan çekindiklerinden dolayı bunu söylediklerini daha sonra anladık.

Fabrikanın %80’ini kadın işçiler oluşturuyor. Belli dönemlerde yapılan mesailer özellikle kadın işçiler açısından çok zor oluyor. Çalışma koşullarımız oldukça ağır. 7.5 saatlik günlük çalışma temposuna rağmen 12-14 saat çalışmış gibi yoruluyoruz. Bantların normalden çok hızlı olması bizi çok zorluyor. Bantların hızına yetişmek için kapasitemizin çok üstünde bir tempoyla çalışıyoruz. Üretimdeki en ufak bir aksamaya bile tahammülleri yok. Hat başlarına yapıştırılan “BAHANE YOK!” yazısı da bunun bir kanıtı.

Fabrikada esnek üretimin bir biçimi olan 5S uygulanıyor: Kısaca, daha iyi organizasyon, kalite, çevre, verimlilik ve üretim sunuşları olarak tanımlayabiliriz. İş başındayken malzemelerin yerinde olup olmadığını kontrol etmek, yere düşen malzemelerin alınması, çalışma ortamlarının temizlenmesi, üstümüzün başımızın temiz olması, formenlerimize karşı saygılı olmamız ve onların her dediğini yerine getirmemiz gerekiyor. Kısacası hedeflenen; “daha çok daha çok üretim” sürecine aktif olarak katılmamızı sağlamak...

Fabrikaya ilk girdiğimde hat başlarında birer sedye bulundurulması dikkatimi çekmişti. Bunun boşuna olmadığını kısa sürede öğrendim. O yoğun çalışma koşullarına dayanamayıp bayılan arkadaşları hemen sedyeyle revire götürüyoruz! Özellikle yaz aylarında 38-39 derece sıcaklıkta çalıştığımız için günde 20’ye yakın insan baygınlık geçiriyor. Bu durum hamile kadın arkadaşlarımız için daha da zorlaşıyor. Sadece bizim çalıştığımız hatta iki kadın arkadaşımız bu nedenle düşük yaptı. 2 bin civarında işçi çalıştıran bir fabrikada havalandırmanın olmaması bizi ne kadar “önemsediklerini” gösteriyor.

Esnek üretimin yoğun uygulandığı fabrikada bir başka uygulama da devamlılık parası. Bunu alabilmek için bir ay boyunca beş dakika bile işe geç kalmamamız gerekiyor. 5 dakikayı geçerse prim alamıyorsunuz. Hasta olmamanız, ailenizden birinin hasta olmaması, yani hiçbir koşulda devamsızlık yapmamanız gerekiyor.

Bir diğer uygulama da verimlilik primi. % 40 performansı yakalayabilirsen verimlilik primi alıyorsun. Bu yüzde kırklık, yüzde yüzlük bir çalışma temposunun üzerine eklenen artı bir performans. Yani bu primi alabilmeniz için %140’lık bir performansa ulaşmanız gerekiyor. Bunun için hiç durmadan, yanındaki arkadaşına bakmadan 38-39 derecede çalışırken, terini bile silmemen ve yere malzeme dökmemen gerekiyor.

Bir de, işçileri zihinsel olarak da üretim sürecine katmanın yöntemlerinden biri olan öneriler ve ödüller var. Çok öneride bulunan ve önerisi değerlendirilen kişiye para ödülü veriliyor. Sürekli “öneri verin” diye baskı yapılıyor. Bu öneriler hattın daha da hızlanmasına neden oluyor. Tabii ki ceremesini biz işçiler çekiyoruz.

Geçtiğimiz haftalarda yoğun bir şekilde işten atmalar yaşandı. İşten çıkarma saldırısına karşı 1. bantta çalışan arkadaşlarımız 2-3 gün süreyle iş yavaşlattılar. Bir hafta sonra iş yavaşlatan arkadaşlarımız işten çıkartıldılar. Sürekli performans düşüklüğü bahanesiyle işçi çıkarılıyor.

Bugüne kadar saldırılara karşı anlamlı bir karşı koyuş gerçekleştiremedik. Yer yer tepkiler ortaya çıktı ama bunları anlamlı, hedefli bir tepkiye dönüştüremedik. Bu eksikliklerimizi en kısa zamanda aşıp, bu saldırılara karşı koyacağız. Kaybedecek hiçbir şeyimiz yok!

İşçi sınıfının kurtuluşu kendi eseri olacaktır!

Yazaki’den bir işçi / Bursa


ÇAM–DER 3. mücadele yılında!

 İzmir Buca’da Çamlıkule Mahallesi’nde faaliyet yürüten Çamlıkule Kültür Sanat ve Dayanışma Derneği’nin (ÇAM-DER) 2. kuruluş yıldönümü etkinliği 24 Şubat günü gerçekleşti.

Yaklaşık bir ay öncesinden başlayan ön hazırlık süreci boyunca afişlerle, bildirilerle, anketlerle, davetiyelerle mahalledeki işçi ve emekçilere yaygın bir biçimde seslendik. Etkinlik programını mahallede yürüteceğimiz faaliyeti güçlendirecek tarzda oluşturduk.

Etkinlik günü görsel olarak salonumuzu donattık. Kadın sorununu anlatan bir köşe hazırladık. Hazırladığımız panolarla devrimci, ilerici sanatçılarımızın şiirlerinden parçalar seçerek onları sahiplendik. Grev ve direnişlerle mücadele eden işçi ve emekçilerin mücadelesinden kesitlerin sunulduğu başka bir pano hazırladık. Şiirlerle beslediğimiz panolarımız emekçilerin ilgisini çekti.

Yoğun bir emek ve çabanın ürünü olarak gerçekleşen etkinliğimize 100’ü aşkın işçi, emekçi, genç ve kadın katıldı.

Etkinliğimiz saat 17:30’da başladı. Programımız emperyalist savaş ve saldırganlığın, emekçilere yönelik sosyal yıkım saldırılarının, Kürt halkına yönelik imha ve inkar politikalarının, çürütülen gençliğin, çifte baskı ve sömürüye maruz kalan kadınların sorunlarını anlatan, emperyalist-kapitalist sistemi teşhir eden, bu saldırılar karşısında derneğimizin tutumunu ve etkinliklerini anlatan sinevizyon gösterimi ile başladı. Ardından yitirdiğimiz devrimciler anısına bir dakikalık saygı duruşu yaptık.

Dernek adına açılış konuşması yapan arkadaşımız güncel siyasal gelişmelere değinerek işçi ve emekçilere mücadele çağrısı yaptı.

Daha sonra sahneye grup Sıra Neferi çıktı. Genç bir arkadaşımızın şelpe tekniği ile gerçekleştirdiği bağlama dinletisi ise beğeniye dinlendi.

Etkinliğimizde hem görsel olarak hem de yapılan konuşmalarla kadın sorununu işledik. Toplumsal yaşamın her alanında emekçi kadınların yaşadığı çifte sömürü ve baskıyı anlattık.

Bir tekstil işçisi arkadaşımız, sermayenin sınıfa yönelik saldırılarını anlattı, mücadele taleplerini sıraladı.

“Seçim bunun neresinde?” isimli tiyatro oyununu sahneleyen Duvara Karşı Tiyatro Topluluğu programımıza güç kattı. Düzenin teşhirini yapan oyun büyük bir beğeni ile izlendi. Ardından sahneye çıkan müzik grubu, türkü, marş ve halaylarla etkinliğimize ayrı bir canlılık kattı.

Programımız, işçi ve emekçilere, gençlere, ezilen halklara mücadele çağrısıyla sona erdi. Politik etkisi güçlü bir etkinlik gerçekleştirmiş olduk.

ÇAM-DER çalışanları


“Hrant için adalet için!”

Dink davasında, 8’i tutuklu 19 sanık yargılanıyor. 25 Şubat günü, duruşma devam ederken, “Hrant’ın arkadaşları” Barbaros Meydanı’nda sabah saatlerinden itibaren toplandılar.

Basın açıklamasını gerçekleştiren siyasi parti temsilcileri, sanatçılar, aydın ve yazarlar “Hrant için adalet için!” çağrısını yinelediler. “Hrant için adalet için!” pankartının açıldığı eyleme 300 kişi katıldı. Yapılan açıklamada, Hrant Dink’i katleden şebekenin ortaya çıkarılması ve cezalandırılması istendi. Soruşturmanın sağlıklı yürütülmediği ifade edildi. Açıklama boyunca “Hrant için adalet için!” sloganı atıldı.

Kızıl Bayrak/İstanbul


Zindandan mektup...

Merhaba,

İyi olmanız dileklerimi iletiyor, dostlukla kucaklıyorum...

Daha önce kalmakta olduğum Tekirdağ 1 No’lu F tipi Cezaevi’nde hücreden- isteğim ve iradem dışında 01 Şubat 2008 Cuma gecesi alınarak Bolu F Tipi Cezaevi’ne getirildim. Bedenimde-sağlığımda kimi sorunlar oluşturmayı başarsalar da, moralimizi bozmayı asla başaramadılar, başaramayacaklar da...

Tecritin bir parçası olarak yapılan insanlık dışı uygulamalar, sahiplerinin amaçladıklarının tam tersine insandan yana, güzelliklerin mücadelesi içinde olan devrimci tutsakları daha da bir güçlü kıldığı kesin!..

Bu kısa mektubumla, zor yoluyla yapılan adres değişikliğimi bildirirken, siz dostlara, beton duvarlar içinden de olsa bu topraklarda zor’a karşı başkaldırının sembollerinden olan Köroğlu’nun diyarından dost sıcaklığında selamlar gönderiyor, çalışmalarınızda başarılar diliyorum...

Sevgiler, saygılar...

Resul Kocatürk

F Tipi Cezaevi B2-3/58 Bolu


Bir seçimin gösterdikleri...

Eğitim-Sen Nevşehir Temsilciliği ve Aksaray Temsilciliği olarak Kırşehir Şubesi’nde yapılan 3. Olağan Genel Kurula katıldık.

Üye yetersizliği nedeniyle Nevşehir Eğitim-Sen temsilciliği Kırşehir Eğitim-Sen Şubesi’ne bağlanmıştı. Nevşehir Eğitim-Sen olarak, üye sayımıza göre şubemizin 5 genel merkez delegeliğinden 2 genel merkez delegeliğine sahip olmamız gerekirken, genel merkezimiz 1 delegeliği ‘uygun’ buldu. Böylece genel merkezimiz açık bir haksızlığın altına imza atmış oldu.

Nevşehir Eğitim-Sen yönetim kurulu genel merkez delegeliği adaylığı için yönetimce bir karar almadı. Adayların kendi çabaları doğrultusunda çalışmalar yürütebilecekleri hemen kulislere yansıdı. Sendikamızda genel olarak bir birlik havası mevcuttu. Az bulunur bir birlik havası içinde merkez genel kurulu delegeliği adayları arasında son güne kadar herhangi bir anlaşma zemini sağlanamadı. Adayın uygun demokratik koşullarda belirlenmesine yönündeki somut önerimiz de reddedildi.

Kırşehir’de genel kurul salonu içinde bulunduğumuz içler acısı duruma tanıklık etti. Zira siyasal anlayışların önderleri ve kongre delegelerinin azımsanmayacak bir kısmı, konuşmaları dinlemek, programatik anlayışlarını ortaya koymak, programatik anlayışları çerçevesinde etkin tartışmalar yapmak yerine, kulis çalışmalarını katılmayı yeğlediler.

Düşünün ki iki adayın dışındaki hiçbir aday genel kurul delegelerinin huzuruna çıkıp kendini tanıtma zahmetinde bile bulunmadı. Zira adaylar, kendilerini gruplarına tanıtmış olmayı seçilmek için yeterli görüyorlardı. Bu durum kof grupçuluğun açık göstergesiydi.

Bir Sosyalist Kamu Emekçisi

 

Daha etkin bir devrimci gazete için...

Son 3-4 aylık tabloya baktığımızda, devrimci ve ilerici yayınlara karşı devletin faşist baskı ve terör uygulamaları tırmanmış durumda. Gazetelerin kapatılması, toplatılması, yasaklanması ve ardından gelen dağıtım sansürü…

Sermaye devletinin devrimci ve ilerici yayınlara karşı bir kampanya şeklinde uyguladığı baskıların son bir yıl ve özellikle de son 3-4 aydır tırmanması tesadüf değil elbette. “AB uyum” süreci reformlarının bir gereği olarak hızla ve arka arkaya uygulanan sosyal yıkım politikaları işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin üzerinde yeni ve taşınması güç yükler yığdı. Bu yükler sermaye devletine iyi-kötü bir basınç olarak geri dönüyordu, daha doğrusu durgunluk ve tıkanıklık yaşayan sınıf hareketinin silkinip ayağa kalkabilmesi için bir fırsattı. Dolayısıyla devrimci ve ilerici yayınlar bu alana yüklenirken, propaganda ve ajitasyonlarının ağırlık merkezini bu yöne kaydırırken, devlet ve çıkarlarını savunduğu sermaye sahipleri de kendi cephelerinden bir kampanya başlatmış oldular. Örneğin bir taraftan kitleleri laik-türbanlı sahte kutuplaşmasında taraf haline getirirken diğer yandan halka gerçekleri anlatan yayınlara sansür koymak gibi…

İlk etapta büyük ölçüde başarılı olduklarını söyleyebiliriz. SSGSS gibi halkın yüzde doksanını ilgilendiren bir konuda herkesin bir fikri olmamasına rağmen konu dinci-laik tartışmasına geldiğinde herkeste bir fikir yaratılmış durumda. Böylece bu sahte kutuplaşmanın kafa dağıtıcı etkisiyle egemenler biraz olsun rahatlamış oldular. Elbette sermaye devletinin ikinci etapta çok da etkili olamadığı ve olamayacağı da açık. Onca sansüre, baskıya rağmen devrimci yayın faaliyeti susmaksızın dünden bugüne süregelmiştir.

Burjuvazinin uyguladığı bu kampanyavari saldırılar gazetelerimize özellikle bu dönemde sahip çıkarak göğüslenebilir. Gazetelere sahip çıkılması ise, gazetelerin sadece okunuyor olmasından ya da maddi yönden destekleniyor olmasından çok daha fazla çaba ve özen gerektiriyor. Gazetenin etkinlik alanının arttırılması için her türlü olanağın yaratılabilmesi ya da gazeteye düzenli bir biçimde yazı, değerlendirme vb. gönderilebilmesi üzerimizdeki sorumlulukların bir parçası elbette.

Sermaye devletinin saldırılarına karşı kalkan görevi gören gazetelerimizi daha etkin bir biçimde kullanabilmek, dahası her açıdan besleyerek, etkinlik alanını genişleterek savunmayla saldırıyı birleştirmek son dönemde üzerimize düşen temel görev ve sorumluluklardan…

Böylece saldırıları tersinden kırabilir, gazetemize her yönden daha fazla sahip çıkarak bu durumu mücadele dinamiği haline getirebiliriz. Devrimci yayınların, haber ve makalelerden ibaret gazeteler olmadıkları, onların aynı zamanda örgütlenme, haberleşme, mevzi yaratma, işçi sınıfı ve emekçi kitlelerle bağ kurma, tartışma platformu oluşturma vb. gibi birçok özelliklere sahip bir araç olduğu unutulmamalıdır.

Sansür, kendimize çizdiğimiz sınırlar ölçüsünde güçlüdür.

Bir okur / İstanbul