29 Şubat 2008 Sayı: SİKB 2008/09

  Kızıl Bayrak'tan
  TSK, ABD emperyalizminin icazetiyle Güney Kürdistan’a kara saldırısı başlattı…
  Emperyalizmin desteğinde Kürt halkının özlemlerini boğmak istiyorlar!..
Kendi aralarında dalaşan düzen güçleri, Kürt halkına düşmanlıkta kenetlendiler!..
Tersane cehenneminde direniş:
Emekçi Kadın Kurultayı başarıyla gerçekleştirildi! 
Emekçi Kadın Kurultayı’na mesajlardan...
  Emekçi kadınlar bir adım öne çıktı! / Z. Us
  Türk halkı bir tercih yapmak zorunda... / A. Eylül
  ABD, Türkiye ve Kürt sorunu
  DİSK Genel Kurulu üzerine
  TEKEL işçisine yeni oyunlar...
  İlbek işçisinin direnişi sürüyor!
  SSGSS tasarısına karşı eylemler sürüyor...
  Ticari Eğitime Karşı Gençlik Koordinasyonu 5. Toplantısı Sonuç Bildirgesi:
  Fidel Castro: Devrime adanmış bütün bir ömür!
E. Bahri
  Güney Kıbrıs halkının değişim isteği…
  Ermenistan’da onbinler sokakta!
  Güney işgal hareketi!
M. Can Yüce
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Silahlı kuvvetler Irak’ta medya destek kuvvetleri Türkiye’de!..

Beş koldan saldırıyorlar!

Güney Kürdistan’a karadan saldırı başladığından itibaren, medya destek kuvvetleri de derhal görev başına çağrıldı. Psikolojik saldırı askeri saldırıya eşlik etti. Kürt halkı bombardımanla yıldırılmaya çalışılırken, Türkiye halkları da psikolojik bombardımana tutularak sersemletilmeye çalışıldı.

Ağırlıklı olarak beşinci kol medya üzerinden sürdürülen psikolojik harekatın temel argümanlarından birkaçı üzerinde durmak gerekiyor. Ayaklardan birini, PKK üzerinden Kürt halkının aşağılanmasıdır. Bunun için TV kanalları ve gazeteler, yeni yeni adlandırmalar, sıfatlandırmalar bulma yarışı yapıyor. Pek beğendikleri ‘teröristbaşı’ lakabından sonra, şimdi de DTP’ye lakap buldular. Nerdeyse hiçbir yayın kuruluşu artık DTP’nin adını tek başına telaffuz etmiyor. DTP’nin adı, ‘PKK’ye terörist demeye yanaşmayan DTP’ oldu. Ve elbette, DTP’nin veya herhangi bir yöneticisinin/üyesinin attığı her adım, sarfettiği her söz suç teşkil etmeye başladı.

Medya kuvvetlerinin suçlu/kabahatli ilan ettiği sadece Türkiye’deki Kürtler de değil kuşkusuz. Aynı süreçte, aynı şiddetteki saldırılara Güney Kürdistan yönetimi de maruz kalmakta. PKK kuvvetlerine karşı Türkiye’nin adına ve yerine savaş açmadığı için, Türkiye’yi PKK’den kurtarmadığı için Kürt yönetimi de medya saldırılarının hedefi haline gelmiş durumda.

Medya bu saldırı sürecinde orduya övgü yarışını da tüm hızıyla sürdürüyor. Karda-kışta Kürdistan dağlarında dolaşabilmek, başlı başına bir kahramanlık ilan edilmiş durumda. Hatta, saldırıya katılan askerlerin, her orduda her askerin (talimlerde bile) taşımak zorunda olduğu sırt çantasını taşımaları bile büyük kahramanlık örneği oldu. Sokaktaki vatandaşa aynı ağırlıktaki bir sırt çantasını kaldırtıp, zorluğu kanıtlanmış olarak propaganda malzemesi yapılmakta. Karın yüksekliği, soğuğun derecesi ve benzeri de ‘Türk askerinin kahramanlığı’ için malzeme oldu. Başlangıçta, kış koşullarında harekatı başlatmak, kurmay heyetin askeri zekasına bile delil sayıldı. Ancak günler geçip zorluklar anlaşıldıkça bu ‘deha’ meselesi daha geri planda kalmaya başlamış durumda.

Medyanın belki de en ‘güçlü’ en etkili saldırı malzemelerinin başında kan tacirliği geliyor. Asker cenazeleri ve cenaze sahiplerinin acıları, ağıtları Kürt düşmanlığını körüklemede, savaş çığırtkanlığı yapmada sonuna kadar kullanılıyor. Her bir cenaze töreni, bu savaşın ne kadar gerekli olduğuna delil gösterilmeye çalışılıyor.

Saldırının daha başında, ilk dört-beş günde gelen tabut sayısına bakılırsa, medya, bu saldırı sürdüğü sürece bu malzemeye bolca sahip olacak. Ölü askerlerin ailelerinin feryat-figan görüntüleri ekranlardan eksik olmayacak. Bu acıya ‘tüm Türkiye’ ortak edilmeye, Kürt halkına karşı yekvücut yapılmaya, savaşı destekler hale getirilmeye çalışılacak.

Dezenformasyonun olmazsa olmaz araçlarından biri de, karşı taraftan gelen bilgilerin yalanlanmasıdır. Helikopter düşürme olayında olduğu gibi. Ölü ve yaralı sayılarında olduğu gibi.

Genelkurmay PKK’nin saflarındaki çözülmeyi önlemek için ölü ve yaralı sayılarını gizlediğini açıklıyor. Medya ‘çözülme’ senaryoları yazıyor. Ancak saldırının ilk birkaç gününde görev alan askerlerin geri dönüşteki ‘çözülmüş’ ruh hallerinin yüzlerinden okunmasını önleme şansları bulunmuyor.

Yazılı-görsel medya kuruluşlarından, işi iyice abartanlar var, hiç olmazsa biraz inandırıcılığı olsun diye kararında tutanlar var. Lakin hep hükümetlerin borazanlığını yapagelmiş TRT kanalları bu görevde de başı çekiyor. Devletin borazancıbaşı olarak sadece orduyu değil, tüm halkı savaşa çağırıyor.

Türk medyası savaş muhabirliği gibi bir ‘iş’ tanımadığından, yahut yasaklara sonsuz saygısından olmalı, saldırı bölgesinden doğrudan haber ve görüntü vermek yerine, Genelkurmay görüntü verinceye kadar sözlü propagandayla idare etmeye çalıştı. Genelkurmay’dan ilk görüntüler geldikten sonra da, bu görüntülere senaryolar yazıldı. Dolayısıyla, savaşa ilişkin tüm bu haberlerde gerçeğin adı bile okunmuyor. Yazdıkları senaryolar sadece Genelkurmay’dan gelen bilgilere dayanıyor.

Düzen medyası üzerinden sürdürülen bu psikolojik saldırının göğüslenip püskürtülmesi, ‘halkların kardeşliği’ talebinin diri tutulabilmesi, sadece devrimci ve sosyalist yayın organlarının daha etkin kullanılmasıyla mümkün olabilir. Unutulmamalı ki, savaşın acılarını daha yakından tanımaya başlayan insanları savaş karşıtlığına kazanmak, savaşa kazanmaktan daha kolaydır. Yeter ki bunun için çaba gösterilsin. Güçler birleştirilip harekete geçilsin.

 

“Ergenekon Operasyonu”nda yeni tutuklamalar...

Kontrgerillanın sivil ayakları da görünmeye başladı

İstanbul polisinin 22 Ocak’ta başlattığı Ergenekon operasyonu devam ediyor. Ankara, İstanbul, Antalya, Trabzon ve Çanakkale’de gerçekleştirilen baskınlarda gözaltına alınanların, örgütün üniversite ve medya ayağında yer aldıkları açıklandı. Gözaltına alınanlardan 6’sı tutuklandı. Önceden tutuklanan 33 kişiyle birlikte, Ergenekon’da tutuklu sayısı 39’a çıkmış oldu.

Son tutuklananlardan İstanbul Üniversitesi’nde öğretim görevlisi Doçent Dr. Ümit Sayın, Sakarya Üniversitesi’nde öğretim görevlisi Doçent Dr. Emin Gürses, Balıkesir Üniversitesi’nden emekli Doçent Dr. Orhan Tunç’un, kontrgerillanın üniversitelerdeki ayağını gösterirken; televizyoncu Vedat Yenerer medyadaki ayağını, Ayasofya Derneği, Noel Baba Vakfı gibi paravanların kurucularından olduğu açıklanan Muammer Karabulut da, herhalde, ‘din’deki ayağını gösteriyor. Bu paravanların kurucularından Sevgi Erenerol ve Kemal Kerinçsiz de operasyonun başında tutuklanmıştı.

Susurluk’taki kaza, Türkiye’deki kontrgerilla örgütlenmesinin üç temel ayağını -mafya, politika, güvenlik- ortaya çıkarmıştı. Sonraki pek çok gelişme, örgütün ağırlıklı olarak asker ve polis içinde çalıştığını gösterdi. Sivil uzantılar ise en fazla mafya bozuntularına kadar takip edilebiliyor, biraz da medyanın gönüllü veya görevli kadrolarını yazıp-çizdikleri üzerinden tahmin edebiliyordunuz.

Oysa Susurluk sürecinde çok konuşulan, çok yazılıp-çizilen kontrgerillanın örgütlenme talimatnamesinde ‘sivil’ler arasındaki çalışmaya fazlasıyla önem verilmektedir. Bütün temel devlet kuruluşlarında çalışanlarla, mahalledeki muhtar, camideki imam, okuldaki öğretmen gibi yerel ‘lider’ler, üzerinde çalışılacak hedefler olarak gösterilir.

Operasyonla kontrgerillaya bağlanan kimi Hristiyan vakıflarının, buradaki ‘din adamlarını örgütleme’ talimatını karşılamadığı ortadadır. Zaten bu vakıflarla ilgili sorgulanan, tutuklanan şahısların kimliği, bunların daha ziyade paravan amacıyla özel kurulmuş yerler olduğunu gösteriyor.

Kontrgerillanın ABD çıkışlı talimatnamesinin işaret ettikleri yanında, halihazırda sürdüğü anlaşılan Ergenekon operasyonunun teşhir ettikleri devede kulak kalıyor. Yönetim karargahı ile asıl gövde ise gizlenmeye devam ediliyor.

Susurluk dosyası kapatıldı. Şimdi, kontrgerillanın bir zamanlar kullandığı Ergenekon adı bir operasyona etiketlenerek güya suçun ve suçluların üzerine gidilmekte. Veli Küçük gibi, Kemal Kerinçsiz gibi afişe olmuş isimleri tutuklayarak, ‘hangi kurumda, hangi görevde olursa olsun’ açıklamaları yaparak, suç örgütünün ana gövdesi gizlenmek böylece süreklileştirilmek istenmekte.

Kontrgerilla NATO bünyesinde, öncelikle NATO’ya bağlı ülkelerde örgütlendiğine göre, ana gövdesi ordu bünyesinde olmalıdır. Ordunun terbiyesiyle önü açılmış bir dinci parti hükümetininse, ordunun bünyesine dokunması, hatta dokunmayı düşünmesi imkansızdan bile ileridir. Dolayısıyla, Ergenekon kapsamında sorgulanmasına, tutuklanmasına, yargılanmasına izin verilenler, sadece ordu (kontrgerilla) tarafından gözden çıkarılmış unsurlar olabilir.

Suç üzerine kurulu bir düzenin, bir suç örgütü olarak örgütlenmiş devletini kendi elleriyle ‘temizlemesi’ beklenemez. Sermaye devletini suçlardan arındırmaya, temizlemeye kalkarsanız, ortada devlet namına bir şey kalmayacaktır.

Zaten kökten bir temizlik de, ancak, bu suç düzenini ve devletini ortadan kaldırmakla mümkün olabilir. Yoksa, elini hergün kana bulayan bir devlet organizasyonunu aklamaya çalışarak değil.