29 Şubat 2008 Sayı: SİKB 2008/09

  Kızıl Bayrak'tan
  TSK, ABD emperyalizminin icazetiyle Güney Kürdistan’a kara saldırısı başlattı…
  Emperyalizmin desteğinde Kürt halkının özlemlerini boğmak istiyorlar!..
Kendi aralarında dalaşan düzen güçleri, Kürt halkına düşmanlıkta kenetlendiler!..
Tersane cehenneminde direniş:
Emekçi Kadın Kurultayı başarıyla gerçekleştirildi! 
Emekçi Kadın Kurultayı’na mesajlardan...
  Emekçi kadınlar bir adım öne çıktı! / Z. Us
  Türk halkı bir tercih yapmak zorunda... / A. Eylül
  ABD, Türkiye ve Kürt sorunu
  DİSK Genel Kurulu üzerine
  TEKEL işçisine yeni oyunlar...
  İlbek işçisinin direnişi sürüyor!
  SSGSS tasarısına karşı eylemler sürüyor...
  Ticari Eğitime Karşı Gençlik Koordinasyonu 5. Toplantısı Sonuç Bildirgesi:
  Fidel Castro: Devrime adanmış bütün bir ömür!
E. Bahri
  Güney Kıbrıs halkının değişim isteği…
  Ermenistan’da onbinler sokakta!
  Güney işgal hareketi!
M. Can Yüce
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Kapitalist/emperyalist düzenin efendileri, halkları için çalışan liderlerden nefret ederler…

Fidel Castro: Devrime adanmış bütün bir ömür!

E. Bahri

Kübalı yetkilerin açıkladığına göre 1 Ocak 1959’da gerçekleşen Küba Devrimi’nden bu yana Fidel Castro’yu hedef alan fiili saldırı veya saldırı planlarının toplamı 600 civarındadır. CIA ajanları ile Küba’dan devşirilen soysuz işbirlikçilerin tüm bu girişimleri fiyaskoyla sonuçlandı.

Suikast girişimleriyle Castro’yu öldüremeyen ABD emperyalizmi, CIA’nin medyadaki uzantıları aracılığıyla defalarca ölüm haberini yaydı. Ancak bu psikolojik savaş taktiği de uygulayıcılarını rezil etti. Zira her ölümde sonra “dirilen” Fidel Castro, rezil savaşı yürütenlerle dalgasını geçti.

Küba Devrimi ve onun günümüz dünyasında büyük önem taşıyan kazanımlarını karalamak için 50 yıldır uğraşan kapitalist/emperyalist düzenin efendileri, sadece Küba halkının değil, dünya halklarının da Fidel Castro’ya daha çok sevgi duymasının önüne geçememişlerdir. Batılı emperyalistlerin “özgürlük” vaatlerine itibar etmeyen Küba halkı, hem devrimi hem onun sembolü olan Fidel’i savunmaktan biran bile geri durmamıştır.

Küba’ya saldırmak için Fidel’in ölümünü beklediklerini, bilinen küstah üsluplarıyla arada bir tekrarlayan Washington’daki gangsterler şebekesi, bu çirkin heveslerini şu ana kadar gerçekleştirme cesareti bulamadılar. Giriştikleri en kapsamlı saldırı olan “Domuzlar Körfezi” çıkarması ise, Kübalı devrimciler tarafından utanç verici bir hezimete dönüştürülmüştür.

Fidel Castro’nun devlet başkanlığı görevinden ayrıldığını açıklaması, gangsterler şebekesinin şefi Bush ile Londra’daki kuduz köpeği Gordon Brown’u heyecanlandırmış görünüyor. Afrika turunu sürdüren Bush, “Castro’nun emekliye ayrılma kararının Küba’da demokratik dönüşümün başlangıcı olacağını umduğunu” söyledi. Savaş suçlusu Bush, “uluslararası topluma demokrasi için gerekli kurumların tesisinde Küba halkına yardım etmesi” çağrısında da bulundu. İngiltere Başbakanı Gordon Brown ise, Fidel Castro’nun devlet başkanlığından vazgeçmesinin ülkeyi çoğulcu demokrasiye götürmesi gerektiğini söyledi. Bu koroya katılan AB ise, Castro döneminde dondurulan ikili ilişkileri yeniden başlatmaya hazır olduğunu ilan etti.

ABD emperyalizmi ile batılı suç ortaklarının “demokratik dönüşüm” sağlayıp, “çoğulcu demokrasiye” geçişi nasıl gerçekleştirdiklerini görmek için Afganistan ve Irak’a bakmak yeterlidir. ABD’nin “insan hakları” derken neyi anlattığını ise yakınlarında bulunan Guantanamo Üssü’ndeki işkence kapında olup bitenleri gördüğünde hem Küba halkı hem dünya öğrenmişti.

Bu gerçekler ortadayken, Küba halkının “batı demokrasisi”ne itibar etmesi mümkün değildir. Devrimini yapmış, vahşi ambargo ve kuşatmaya rağmen bu tarihsel kazanımını savunmuş bir halkı “demokratik dönüşüm” safsatalarıyla aldatmak kolay değil. Emperyalist barbarların Küba devrimi ve liderliğine derin bir kin duyması, bu halkın bu duruma gelmesinde oynadığı kritik rolden dolayıdır. Zira ABD uşağı diktatör Batista yönetimindeyken Küba, ABD tekellerinin denetiminde fuhuş, kumar ve kaçakçılık merkeziydi. Bu rezaletin yanında alabildiğine yaygın bir yoksulluk hüküm sürerken, diktatörün Washington’daki hamileri durumdan pek memnundular.

Köleliği reddeden Küba halkı, Fidel Castro, Ernesto Che Guevara ve yoldaşları tarafından başlatılan silahlı devrimci savaşa kitlesel destek vererek, diktatörlüğün kısa sürede yıkılmasını sağlamıştır. 1 Ocak 1959’da başkent Havana’ya giren gerillalar, ABD kuklası diktatörü kovup yönetimi ele geçirdiler. Bu devrim sadece Latin Amerika’da değil, fakat dünyanın dört bir yanında emperyalizme ve gericiliğe karşı devrimci mücadelenin esin kaynağı olmuştur. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra da ayakta kalmayı başaran Küba Devrimi, bu kez emperyalizme ve neoliberalizme karşı direnişin esin kaynağı olmuştur. Venezüella, Bolivya, Ekvador gibi Latin Amerika ülkelerinde “sol dalga”nın güçlenmesinde ayakta kalmayı başaran Küba Devrimi ve önderliğinin esin kaynağı olduğu genel bir kabul görmektedir.

Bu kadarı bile kapitalist/emperyalist düzenin efendilerinin Fidel Castro’yu ortadan kaldırmak ve Küba Devrimi’nin kazanımlarına saldırmak için fazlasıyla yeterlidir. Ne de olsa kapitalist barbarlar, yağma ve kölelik çarkının dönmesine engel olamayacak, köleleşmiş emekçilerden oluşan toplumlar istiyorlar. Ayakta kalmayı başaran Küba Devrimi ise bunun tersini, halkların zorbalara karşı direnip onurlu bir yaşam sürebileceğini somut olarak göstermeye devam ediyor.

Küba devriminin kazanımlarına gelince… Bunlar da kapitalist/emperyalist dünyanın efendilerini çok rahatsız edecek cinstendir. Hele Latin Amerika gibi işsizliğin, yoksulluğun, sefaletin ve cehaletin kol gezdiği biri kıtada…

Kıtada CIA patentli faşist darbelerle toplumsal uyanış kanla bastırılır, para-militer faşist tetikçiler sokaklarda sürek avı yapar, onbinlerce devrimci ortadan kaldırılırken, Küba devrimci hareketlerle enternasyonal dayanışmayı yükselterek, sınırlı kaynaklarını direnen halkların hizmetine sunmaktan kaçınmadı.

Küba halkının kazanımlarını arttırmak için de yoğun çaba harcayan Castro liderliğindeki yönetim, daha 1961 yılında okur-yazar ergin ve gençleri harekete geçirerek, bütün adayı kapsayan okuma-yazma seferberliği başlattı. Kampanyaya gönüllü bir şekilde katılan 250 bin Kübalı -öğrenciler, ev hanımları, emekçiler, çocuklar- eğitim için seferber oldular.

Normal okulların 8 ay süreyle kapatıldığı bu dönemde ekipler, 10 günlük bir eğitimden sonra, ülkenin her yanına dağıldı. Kampanyanın sloganı “Biliyorsan öğret; bilmiyorsan öğren” idi.

Okur-yazarlık kampanyası gönüllüleri gündüzleri tarlalarda emekçilerle beraber çalışıp, akşamları onlara okuma-yazma öğretti. Sadece 11 ay içinde okuma-yazma bilmeyenlerin oranı %26.3’ten %3.9’a indirildi. Gelinen aşamada ise, Küba’da okuma-yazma bilmeyen kimse kalmamıştır. Halen ilköğretimden üniversiteye kadar eğitim ücretsizdir. Yoksul öğrencilere de kapılarını açan Küba üniversiteleri, başka ülkelerden gelen binlerce gencin yüksek öğretim almasına olanak sağlıyor.

Eğitimin yanısıra sağlık alanında gösterilen gelişmenin de dünyada eşi benzeri yoktur. Gelişmiş sağlık hizmetlerinin ücretsiz olduğu Küba’da, başka ülkelerden gelen binlerce öğrenciye tıp eğitimi verilmektedir. Bu arada halen 30 bin Kübalı doktor kıtanın yoksullarına sağlık hizmeti vermektedir.

Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra, ABD emperyalizminin ekonomik ambargoyu iyice sıkılaştırması, Küba halkına zor dönemler yaşattı. Ama bu süreçte bile, emperyalistlerin provokasyonları Küba halkı nezdinde kayda değer bir etki yaratamadı. Emperyalistlere payanda olmayı reddeden Küba halkı ve yönetimi, gerici girişimleri boşa düşürmeyi başardı.

Batılı emperyalistlerin övündükleri “çoğulcu demokrasi”ye de Küba halkı hiç itibar etmiyor. Zira Küba’da halkın kendi temsilcilerini seçme olanağı olduğu gibi, işinin hakkını vermeyenleri geri çağırma hakkı da vardır. Yüzmilyonlarca doların sokaklara saçıldığı ya da reklam şirketlerinin kasalarını doldurduğu, dahası ancak milyonerlerin aday olabildiği ABD seçimlerinin çirkin bir sirk gösterisinden farksız olduğunu gören Küba halkının, “batı demokrasisi”ne itibar etmesi mümkün mü?

Küba’da, genel, gizli fakat zorunlu değil gönüllü oy hakkı vardır. Seçme ve seçilme yaşı 16’dır. 16 yaşını tamamlayan herkesin belediye meclisi delegeliğine, 18 yaşını dolduranların ise ulusal meclise seçilme hakkı vardır.

Hiçbir seçilmiş vekil halk temsilciliği görevi için özel bir maaş veya ekstra ücret almaz. Kritik görevlerde olup işinden ayrılmak zorunda kalanlar, kural olarak profesyonel politikacı sayılmazlar ve seçilmeden önce yaptıkları işlerden aldıkları maaşlardan fazlasını alamazlar.

Kadının özgürleşmesi, ırk ayrımcılığının ortadan kaldırılması, tüm toplumun politikleştirilmesi ve benzeri kazanımları da eklediğimizde, kapitalist barbarlık düzeninin efendileri nezdinde Küba’nın “kötü örnek” sayılması şaşırtıcı değil. Zira halkların emekçi sınıfları Küba’ya bakarak sömürücü asalaklara, zorbalara, her türden hırsıza, soysuza karşı direnilebileceğini, dahası bu kokuşmuş parazitlerden arınmış bir dünya kurmanın da mümkün olduğunu görebilirler.

Kapitalist barbarlığın efendileri, Castro’nun sağlık sorunu nedeniyle başkanlıktan çekilmesine sevinirken, bu koşullarda devrimin kazanımlarına saldırmanın sonuç verebileceğini hesap ediyorlar. Küba Devrimi ve kazanımlarına Fidel Castro’nun önemli bir payının olduğu yadsınamaz. Ancak her devrim kitlelerin eseri olduğu gibi, devrimin kazanımlarını korumak da kitlelerin eseridir. Bu açıdan başarılı bir örnek teşkil eden Küba Devrimi, aynı çizgide, aynı kararlıkla ilerleyişine devam ettiği sürece emperyalist kuşatmaya karşı direnmesini de başaracaktır.