29 Şubat 2008 Sayı: SİKB 2008/09

  Kızıl Bayrak'tan
  TSK, ABD emperyalizminin icazetiyle Güney Kürdistan’a kara saldırısı başlattı…
  Emperyalizmin desteğinde Kürt halkının özlemlerini boğmak istiyorlar!..
Kendi aralarında dalaşan düzen güçleri, Kürt halkına düşmanlıkta kenetlendiler!..
Tersane cehenneminde direniş:
Emekçi Kadın Kurultayı başarıyla gerçekleştirildi! 
Emekçi Kadın Kurultayı’na mesajlardan...
  Emekçi kadınlar bir adım öne çıktı! / Z. Us
  Türk halkı bir tercih yapmak zorunda... / A. Eylül
  ABD, Türkiye ve Kürt sorunu
  DİSK Genel Kurulu üzerine
  TEKEL işçisine yeni oyunlar...
  İlbek işçisinin direnişi sürüyor!
  SSGSS tasarısına karşı eylemler sürüyor...
  Ticari Eğitime Karşı Gençlik Koordinasyonu 5. Toplantısı Sonuç Bildirgesi:
  Fidel Castro: Devrime adanmış bütün bir ömür!
E. Bahri
  Güney Kıbrıs halkının değişim isteği…
  Ermenistan’da onbinler sokakta!
  Güney işgal hareketi!
M. Can Yüce
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

TSK, ABD emperyalizminin icazetiyle Güney Kürdistan’a kara saldırısı başlattı…

Halkların birleşik devrimci direnişini yükseltelim!

Beyaz Saray’daki “Oval Ofis”te, 5 Kasım’da generallerin katılımıyla gerçekleşen haydutbaşı Bush-Tayyip Erdoğan görüşmesinden sonra taraflar, mutabakata vardıklarını ilan etmiş, ancak adet olduğu üzere mutabakatın içeriğine dair kayda değer bilgi vermekten kaçınmışlardı. Kısa süren hazırlıklardan sonra işgalci Amerikan ordusunun sağladığı istihbarat ve İsrail ordusunun fiili desteğiyle Türk ordusu Güney Kürdistan’ı bombalamaya başlamıştı.

ABD-Türkiye-İsrail ortaklığıyla başlayan hava saldırısı, işbirlikçi burjuvazi ve onun siyasi arenadaki tüm figürleri tarafından sevinçle karşılanırken, sermaye medyası tarafından PKK’ye destek verdiği iddia edilen AB emperyalistleri, birkez daha Washington’daki haydutların izinden giderek Kürt halkını hedef alan saldırıya destek verdi. İktidar ve rant paylaşımı uğruna çatışan Türk egemenleri Kürt halkına düşmanlıkta birleşerek, geçici bir süreliğine de olsa iç çatışmayı ileri bir tarihe ertelediler. Savaş çığırtkanlığını iğrenç boyutlara vardıran sermaye medyası ise ABD emperyalizminin toplum nezdinde zedelenen imajını düzeltme seferberliği başlattı.

Kürt halkı üzerine yağdırılan bombalar, Oval Ofis’te varılan mutabakatın farklı dille ilanından başka bir şey değildi. TSK’nin karadan başlattığı saldırı ise, sözkonusu mutabakatın Kürt halkına karşı olan kısmını iyice deşifre etti. Artık düzen medyasının köşe başlarını tutan kalemşor takımı bile, asıl meselenin PKK’den ibaret olmadığını, öncelikli hedefin Kürt halkının Güney’deki kazanımlarına darbe vurmak olduğunu yazmaya başladı. ABD’nin Kürt halkının kazanımlarına karşı bu çapta bir saldırıya izin vermesi Ankara’daki işbirlikçi takımının hassasiyetlerini gözetme kararı aldığını gösterdi. Bu noktada başlayan tartışma, ABD emperyalizminin verdiği “taviz” karşılığında Türk devletini hangi suç ortaklıklarına razı ettiği etrafında yoğunlaştı. Elbette komşu halklara karşı işlenecek ağır suçlara dair çetele sunulmuş değil, ama Afganistan, Filistin, Irak örneklerine bakarak İran veya diğer halklara karşı yapılan hazırlıkların neyi amaçladığını kavramakta bir güçlük yoktur.

ABD-Türkiye-İsrail “üçlü şer ekseni” işbaşında…

5 Kasım ertesinde Washington-Ankara, Tel Aviv-Ankara hattındaki dikkat çekici trafik, üçlü mihverin, kapsamlı bir kirli planın Kürt halkını hedef alan ilk aşamasını birlikte planlayıp uyguladığına işaret etmektedir.

5 Kasım görüşmelerinde PKK Koordinatörlüğü’ne atanan Genelkurmay İkinci Başkanı Ergin Saygun ocak ayında Irak’taki işgal ordularının başı general David Petraus’la görüştü. Ergin Saygun bu görüşmeden sonra 10 günlük ABD ziyaretine çıktı. Aynı günlerde Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt İngiltere’ye gitti. Ardından Washington’daki PKK koordinatörü ABD Genelkurmay İkinci Başkanı James Cartwright, ertesinde ise ABD Adalet Bakanı Michael Mukasey Ankara’ya geldi. Aynı dönemde İsrail’in eski genelkurmay başkanı şimdi ise Savunma Bakanı olan Ehud Barak Ankara’da üst düzeyde kritik temaslar gerçekleştirdi. ABD Savunma Bakanı Robert Gates’in de 28 Şubat’ta Ankara’ya gelmesi beklenirken, neo-faşist şebekenin şefi ABD başkan yardımcısı Dick Cheney’nin Mart ayının ilk günlerinde Türkiye’ye geleceği bildirildi. Belirtmek gerekir ki, Dick Cheney’in, ancak kritik sorunlar sözkonusu olduğunda yurtdışı gezilerine çıkması usuldendir (Bu gezinin iptal edildiğine dair haberler var bugünkü basında...).

Birkaç aya sığdırılan bu uğursuz trafiğin Kürt halkının kazanımlarına karşı başlatılan saldırıyla sınırlı olması mümkün değil. Kuşkusuz ki, PKK’ye saldırırken Güney Kürdistan’ın kazanımlarına vurmak, bu kazanımları güdükleştirirken PKK’yi ezmek ya da marjinalleştirmek öncelikli hedeftir. Ancak planın kapsamı bunun çok ötesindedir. ABD emperyalizminin Irak bataklığından çıkarılması, Filistin, Lübnan direnişlerinin ezilmesi, Suriye’nin dize getirilmesi, İran’a haddinin bildirilmesi…

Emperyalist/siyonist güçlerin yürüttüğü halkları köleleştirme seferinin başarısı için bu engellerin ortadan kaldırılması gerektiği açıktır. Bu kirli planların hayata geçirilmesi ise ABD savaş makinesinin tek başına başarabileceği bir iş değildir. İşgalci ordu için Irak’ın bataklığa dönüşmesi bunun somut göstergesidir. Dolaylısıyla ABD için, bir bölge gücü olan NATO’nun ikinci büyük ordusunu, yani TSK’yı bu plana dahil etmekten daha uygun bir yol görünmemektedir. Bu olgularda, 60 yıldır ABD emperyalizmine tetikçilik yapan işbirlikçi burjuvazi ve onun devletinin, Washington’daki efendilere verdikleri tavizlerin ipuçları da mevcuttur.

Emperyalizme bağlanan umutların çöküşü…

Baker-Hamilton raporu yayınlandığında, Barzani, “ABD bizi üçüncü kez yüzüstü mü bırakacak?” kaygısını ifade etmişti. Türk ordusunun Güney Kürdistan’a kara saldırısı başlatmasıyla Barzani’nin korkusu gerçekleşmiş oldu. Zira Türk ordusunun ABD-İsrail desteğiyle başlattığı saldırı, ABD’ye güvenerek devlet kurulabileceğini, dahası emperyalist bir güç olarak ABD’nin bu devletleşme sürecinin güvencesi olabileceği iddiasını yerle bir etmiştir. Kısa süre öncesine kadar bu çapta bir saldırı, Türkiye ile ABD’yi karşı karşıya getireceği varsayımıyla imkansız kabul ediliyordu. Oysa tersi oldu. Saldırı, İsrail’in de desteğiyle ABD-Türkiye tarafından birlikte planlandı.

Kürt devletinin oluşumu sürecinde kritik bir aşama kabul edilen Kerkük referandumunun yaptırılmaması, ABD’nin yeni yönelimi hakkında fikir vermişti. Güney Kürdistan’a saldırı ise, bu kirli niyeti tüm boyutlarıyla açığa çıkarmıştır.

ABD’nin tercihi Kürt yönetimini daha oluşum halindeyken sakatlamıştır. Zira topraklarının bombalanmasını seyreden, kendi denetimindeki topraklarda Kürt kardeşlerinin katledilmesine itiraz bile etmeyen bir yönetimin, siyasi iradesinden söz etmek mümkün değildir. Verili koşullarda Güney’deki yönetimin sınırları, Türk burjuvazisinin hassasiyetlerini gözeten ABD’nin çizeceği alanın ötesine geçmeyecektir.

ABD’ye bağlanan umutları çöken sadece Güney’deki Kürt hareketleri değil, dönek Kürt solcularının akıbeti de aynı olmuştur. Irak işgalini destekleyecek kadar zıvanadan çıkan bu Kürt Amerikancılar’ın yaydığı sahte umutlar, gelinen yerde tamamen çökmüş bulunmaktadır. Geleceğini ezilen halkların baş düşmanları olan emperyalist/siyonist güçlere bağlayan aymazların silkinip ayağa kalkması kolay olmasa da, Kürt halkını bu sahte vaatlerle oyalamanın olanağı kalmamıştır. Nitekim Güney’de bile Kürt halkı şimdiden ABD’ye karşı tepkisini göstermeye başlamıştır.

Özgürleşmenin yegane yolu emperyalizme ve gericiliğe karşı direnmektir!

Ne Güney’deki Barzani-Talabani ikilisinin başını çektiği, tüm umutlarını ABD’ye bağlayan gerici akımlar, ne İmralı’da Türk burjuva devletiyle kucaklaşmak için çırpınıp duran teslimiyetçi çizgi Kürt sorununa çözüm üretebilmiştir. Her iki parçadaki akımların düzen içi çözümler için yaydıkları hayaller boşa düşmüştür.

Kürt işçi ve emekçileri, düzenden medet uman siyasi anlayışların kıstırıldıkları cendereye takılmak zorunda olmadıkları gibi, düzenle bütünleşmekten de medet umamazlar. Kürt burjuvazisi nasıl sınıfsal tercihini düzenle bütünleşme yönünde yapıyorsa, Kürt işçi ve emekçileri de, sınıfsal ve ulusal bakıya karşı Türkiye işçi sınıfı ve devrimci hareketiyle ortak zemininde mücadele etme yönünde tercihini yapmalıdır.

Mücadelenin ortak zeminde geliştirilebilmesi için hem Türkiye’nin devrimci güçlerine, hem işçi sınıfı ve emekçilere önemli sorumluluklar düşmektedir. Sınır ötesi saldırıya karşı mücadeleden, Kürt halkının özgürlük özlemlerini desteklemeye kadar alınacak her tutum birleşik mücadeleyi güçlendirmelidir. Tüm milliyetlerden işçi ve emekçiler ise, kaynağı ne olursa olsun işçilerin birliğini, halkların kardeşliğini zedeleyecek girişimlere itibar etmemelidir.