22 Şubat 2008 Sayı: SİKB 2008/08

  Kızıl Bayrak'tan
  Saldırılar, mayalanma ve devrimci müdahale sorumluluğu!
  15 Şubat’ta Kürt halkı mücadele enerjisini, devlet de terörist yüzünü gösterdi…
Kitlesel öfke ve kararlılıkla
Newroz’a doğru!
Dinci AKP’den Filistin halkının cellâdına özel ağırlama…
Sermayenin kölelik dayatmasına karşı mücadeleye!
Grev ve direnişlerle dayanışmayı büyütelim! 
  İlbek Tekstil işçisi emeğine sahip çıkıyor!
  Tersaneler cehenneminden...
  Çiğli Emekçi Kadın Kurultayı gerçekleşti!
  Her açıdan daha güçlü bir komünist gençlik örgütü için!
  Eksen Yayıncılık’a polis baskını! 
  DİSK Genel Kurulu gerçekleştirildi...
  TEGA işçisi ile dayanışmayı yükseltelim!
  İşçi ve emekçiler 20 Şubat’ta alanlardaydı!
  Lübnan halklarıyla dayanışmayı yükseltelim!
  Kosova parlamentosu “bağımsızlık” ilan etti…
  ABD’de başkanlık ön seçimleri
gösterisi sürüyor!
  TC’de cisimleşen çizgi: İttihat Terakki’nin devlet–ulus programı!
M. Can Yüce
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

Gazete biçiminde okumak için tıklayın

 

15 Şubat eylemlilikleri bir kez daha yoksul Kürt gençliğinin enerjisine ayna tuttu...

Kitlesel öfke ve kararlılıkla
Newroz’a doğru!

Abdullah Öcalan’ın ABD tarafından devlete teslim edilmesinin 9. yıldönümü olan 15 Şubat’ta birçok protesto gösterisi gerçekleşti. Batman, Hakkari, Şırnak, İstanbul ve daha birçok kente yayılan gösterilerde, kolluk kuvvetlerinin saldırılarıyla birlikte artan oldukça militan bir hava hakimdi.

Özellikle Cizre’de 17 yaşındaki Yahya Menekşe adlı gencin polis panzeriyle ezilerek katledilmesi, büyük bir öfke patlamasına yol açtı. Menekşe’nin cenazesi kitlesel bir katılımla sahiplendi. Bu sahiplenme yine devlet terörüne maruz kaldı. Fakat terör karşısında halk sinmek bir yana çok daha kararlı ve öfke dolu bir biçimde sokaklara çıkmaya devam etti. Olayların merkezi Cizre’de öfkeli halk devletin kurumlarına ve sembollerine yöneldi. İlçedeki devlet kurumları taşlandı, bayraklar indirildi. Kolluk güçlerinin kontrol altına almakta zorlandığı bu militan kitle gösterileri birkaç gün devam etti.

Gösterilerin önemli merkezlerinden olan Batman’da ise çatışmayı yatıştırmak için orada bulunan bir DTP milletvekili ile birlikte belediye başkanı da bu terörden nasibini aldı. Bu saldırı Kürt halkının öfkesini arttırırken, DTP merkezi düzeyde milletvekili ve belediye başkanını sahiplenmek üzere Batman’da bir eylem düzenledi. Binlerce kişinin katıldığı ve bir yerde DTP’nin gövde gösterisine dönüşen eylem, Kürt halkının devlete verdiği güçlü bir mesaj oldu. Kürt halkı böylelikle, devletin politik ve fiziki saldırıları karşısında kimliğine, onuruna ve mevzilerine sahip çıktığını ve çıkacağını ilan etmekteydi.

Şimdilik bu militan kitle gösterileri yatışmış görünüyor. Bununla birlikte, birkaç güne sığmasına karşın, bu eylem dalgası, Kürt halkının devletin AKP eliyle örgütlediği düşkünleştirme ve düzene bağlama politikalarıyla birlikte yoğunlaştırdığı fiziki tasfiye operasyonlarına anlamlı bir yanıt oldu. Ayrıca bir süredir devletin sınır ötesi operasyonlar yoluyla gerçekleştirmek istediği siyasi ve moral üstünlüğün temelsiz olduğunu da kanıtlamış oldu. 15 Şubat eylemleri, ABD destekli sınır ötesi harekatlarla yaratılan puslu havayı tümden dağıttı. Böylelikle devletin Kürt sorunu karşısında ne denli çözümsüz ve çaresiz olduğu bir kez daha görülmüş oldu.

İşte bu çözümsüzlük ve çaresizlik halinden dolayıdır ki, militan kitle gösterilerinin hemen arkasından devlet, Güney Kürdistan’a yönelik bir kara harekatının sinyallerini vermeye başladı. Günlerdir, militan kitle gösterilerine sahne olan Cizre sokakları, bu kez Güney’e doğru yol alan tanklar tarafından işgal edildi. Polis copu ve panzerinin yerini asker dipçiği ve tank paleti alıyordu. Ama Kürt halkı için bunlar tanıdık silahlardır. Yıllara yayılmış bir vahşi kirli savaşın silindiri altından geçmiş olan Kürt halkı bugün hala dimdik ayaktadır. Zaten, onun bu duruşu ve dinamizmi sayesindedir ki egemenler çaresizlik içerisindedirler ve sınır ötesi harekatlarla güç gösterileri yapsalar da, bu çaresizliklerini saklayamamaktadırlar. Kirli savaşın medyadaki bir takım şakşakçılarını bile bugün bu çaresizliği bir biçimde dile getirerek silahın çözüm olmadığı çizgisine getiren de budur. Son militan kitle eylemleri esasında düzen cephesinde yaygınlaşan bu ruh halini arttıracak niteliktedir. Kara harekatına hazırlandığı şu günlerde düzen cephesi, “psikolojik savaş” alanında bir bozgun havasına girmiş bulunmaktadır.

Kürt hareketi, örgütlülük ve politik önderlik düzeyinde yaşanan tüm zayıflık ve sorunlara karşın bu noktadaysa, bu, son eylemliliklerden de görüleceği üzere, emekçi sınıflara mensup yoksul Kürt gençliği sayesindedir. Onun fedakarlığı, enerjisi ve inisiyatifiyle Kürt hareketi canlılığını sürdürmektedir. Kürt yoksul gençliğinin bu dinamizmi, düzenin fiziki saldırıları ve bunaltıcı siyasi ablukası karşısında harekete çıkış yolunu açmakta, umut vermekte ve yanısıra saflarındaki özellikle Kürt burjuvazisinden gelme yorgun ve kararsız unsurları sürüklemekte, ileri itmektedir. Şırnak yürüyüşü ve Batman’daki DTP mitinginin gerisinde işte bu dinamizm bulunmaktadır. Öyle ki, DTP yönetimi de zaman zaman aşağıdan gelen baskıya dikkat çekerek bir biçimde bu dinamizmin gücüne işaret etmektedir. Son eylemler de büyük ölçüde DTP’nin belirleyici bir inisiyatifi olmaksızın gerçekleştirilmiş eylemlerdir. DTP yönetimi ve milletvekilleri bir noktadan sonra inisiyatifi almış ve devleti yargılayan bir söylem geliştirebilmişlerdir.

Bu durum, Kürt hareketinde yol açan ve hareketi taşıyan dinamiğin esasta yoksul Kürt emekçileri ve onların militan mücadelesi olduğunu bir kez daha göstermiş bulunmaktadır. Kürt orta sınıfları ve burjuvazisi ise, Kürt yoksullarının kan ve can pahasına verdikleri mücadelelerle açtıkları alanda varlık gösterebilmektedirler. Ancak hareketin politik önderliği, izlenen politika anlamında, hala da Kürt burjuvazisinin damgasını taşımaktadır. Bununla birlikte, bu politik önderliğin, mücadelenin pratikte tüm yükünü taşıyan Kürt emekçi halkına giderek daha çok dar geldiği de bir gerçektir. Kürt halkı her ne kadar, mevcut politik önderliğin önüne koyduğu yoldan şaşmasa da, sahip olduğu devrimci enerjisine yanıt verecek bir politik önderliğe ne denli yakıcı biçimde ihtiyaç duyduğunu da göstermiş bulunmaktadır.

Son olarak belirtmek gerekir ki, 15 Şubat eylemleri bugün için noktalanmakla birlikte 2008 Newroz’unun nasıl bir politik muhteva ve güçte geçeceğine ilişkin ciddi işaretler sunmuştur. 15 Şubat eylemleri, Kürt halkının sınır ötesi operasyonlar, ırkçı-şoven linç kampanyaları ve devlet terörüne karşı biriktirdiği mücadele enerjisini boyutlarına ışık tutmuştur sadece. Newroz, bu enerjinin açığa çıkması için önemli bir fırsat olacaktır. Elbette düzen cephesi de bu bilinçle şimdiden isyan ateşlerinin yandığı güçlü bir Newroz’a engel olmak için hazırlıklarına başlayacaktır. Gerek devletin bu hazırlıklarının boşa çıkarılması, gerekse de Newroz’un kazanılması için 2008 Newroz’unun “işçilerin birliği, halkların kardeşliği” bilinciyle karşılanması büyük önem taşımaktadır.

 

Dink cinayetinde yeni aşama...

Devleti aklamak için yeni ayak oyunları!

Dink cinayetinin üzerinden bir yılı aşkın bir süre geçtikten sonra İçişleri Bakanı Beşir Atalay tarafından yeni bir bir görevlendirme gündeme getirildi. Beşir Atalay, Dink cinayetinin sil baştan araştırılması için yeni müfettiş ve bilirkişi görevlendirmesi yoluna gitti.

Öncelikle İçişleri Bakanlığı tarafından alelacele atanan müfettiş ve bilirkişilerin neyin/kimin ihtiyacı olduğunu doğru tanımlamak gerekiyor. Dink cinayetinin aydınlatılması mı, yoksa Dink cinayeti çerçevesinde yaşanan bir sıkışmanın aşılmaya çalışılması mı?

AKP açısından Dink cinayetinin aydınlatılması değil ama bu cinayete öfkeli ve cinayetin ardından yürütülen hukuki sürece tepkili ve güvensiz kesimleri bir ölçüde rahatlatabilmesi önem taşıyor. Ancak sermaye düzeni açısından iç basınç kadar, belki ondan da önemli bir dış basınç olduğu gerçeğini de unutmamak gerekiyor. Bugüne kadar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde defalarca mahkum olmuş ve cezaya çarptırılmış sermaye düzeni, Dink cinayetine ilişkin yargılamada devlet kurumlarını aklamaya ve cinayetin üzerini örtmeye dönük adımların bu bir yıl içerisinde atıldığı gibi aleni atılmaya devam ettiği ölçüde, AİHM’de yeni bir mahkumiyet kararının alınacağını biliyor.

Kısacası burjuva medyanın Dink cinayetine ilişkin olarak büyük puntolarla duyurduğu bu “yeni aşama”, cinayetin sorumluluğunu devletin üstünden atabilmenin yeni bir ayak oyunundan ibarettir. Dink cinayetine ilişkin çalınan bütün kapılardan devletin çıkması ne kadar şaşırtıcı değilse, bu cinayetin sorumluluğunun üç-beş günah keçisine bağlanacağı gerçeği de o kadar şaşırtıcı değildir. Hrant Dink’in ve Türkiye’deki başka bir dizi faili meçhulün aydınlatılması, suçluların cezalandırılması ancak ve ancak işçi sınıfı ve emekçilerin mücadelesi ile mümkündür.