14 Eylül 2007 Sayı: 2007/36(36)

  Kızıl Bayrak'tan
   İşçi sınıfı taban örgütlülüğüne dayalı
militan mücadeleye hazırlanmalıdır!
  Abdullah Gül’ün Kürt illeri gezisi üzerine...
Kürt halkına yönelik saldırılar yoğunlaşıyor…
İlerici-devrimci sendika ve kurumlardan tersane işçilerine destek çağrısı:
Tersane işçileri GİSBİR’e yürüdü...
İş cinayetlerine karşı
tek seçenek mücadele!
  DİSK yeniden “Budak”lanıyor!
  Petrol-İş Genel Kurulu...
  İşçi-emekçi hareketinden...
  Liberal sol için bir pusula ya da islami
demokratik faşizmin işçi sınıfı ile imtihanı/III /
Yüksel Akkaya
  Tersane havzasında mücadelenin ve örgütlenmenin imkanları üzerine
  Termik santral ölüm demektir!
  İstanbul Kent Sempozyumu sekreterlerinden Mücella Yapıcı ile konuştuk...
  Siyonist haydutlar Suriye’yi taciz ediyor!
  Dünyadan...
  Jose Maria Sison’la dayanışmayı yükseltelim!
  Bültenlerden..
  Kadını mahrem ve namahrem kılanlar
heykeldeki çıplaklıktan elbette utanacaktır!
  Ruhi Su: Ezilenlerin gür sesi
  Musa Anter’i ölümünün 15. yılında saygıyla anıyoruz...
  İşgal altındaki topraklarda
kadın olmak!..
  Gülsuyu’nda coşkulu festival!
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

“İlk ırzıma geçtiklerinde çok ulusluydular! Tarih: 20 Mart 2003...”

İşgal altındaki topraklarda kadın olmak!..

Sayfalar dolusu lanet olası istatistikler… Ölü, yaralı... Birkaçı çocuk, birkaçı asker… Parça tesirli bombalar, yerden seken kurşunlar… Birisinin üzerine bina yıkılmış, biri ortasında kalmış bombalanan çocuk bahçesinin… Sayılar, bitmek tükenmek bilmeyen, herbiri bir insan yerine geçmiş olan sayılar… İnsanlar son nefeslerinde isimlerini yere düşürmüşler gibi. İlk ölenin adını birinci koydum, ikincisi ikinci…

Sayfalar dolusu işgal raporlarında savaş harcamalarından sonra iki satır ayrılmış işgal edilen toprakların kadınlarına… Özene bezene yazılmış milyon dolarlık harcama dökümünün yanında kargacık burgacık bir tecavüz, bir fuhuş… Hiçbir istatistikte yer bulamamış Iraklı annenin kayıplarına tuttuğu yas… Yer bulamamış Filistinli annenin çektiği açlık-sefalet… Ahşap kapıdan tahtaları bıçakla soyarak suda kaynatıp aş diye çocuklarının önüne koyduğunu hiçbir rapor yazmamış… Ne Kerime’nin adı var, ne Süha’nın… Esma da yok, Fasıla da… Güvensizlik duygusunun işgalcilerin tarihinde de raporlarında da yeri yok.

Sıradan bir kadın olmak isterdi Süha. Eskisi gibi. Çocuklarının okuldan dönüş saatinde, kocasının işten dönüş saatinde yemek yapan, gece yatakları yapıp, sabah toplayan… Yıllar yılı isyan ettiği köleliğine bile razıydı, yaşamaktansa bu işgal cehennemini. Kim tıkmıştı onu kan kokan bu adamla, pislik içindeki bu odaya? Kim ilk ırzına geçmişti Süha’nın? Kocasını kim vurmuştu? İlk ne zaman aç kalmıştı çocukları?

İşgalin ilk günlerini iyi hatırlıyor Süha. O günlerde bunalmış, kadın olmaktan tiksinen bir haldeydi. Saddam rejiminin baskı ve zor uygulamaları ile toplumun örf ve adetleri kadınların bütününü köşeye sıkıştırmıştı. Süha için o dönemde yaşam, peçenin ardından görebildiklerinden, fikri sorulduğunda söylediklerinden ibaretti.

Sonra Irak’a ilk bomba düştüğü gün kaygılı bakışlarını televizyon ekranından ayıramayan Süha ilk kez kadınlık vazifesini unutmuş, kocasına yemek yapmamıştı. Kocası da neyse ki açlığını unutmuştu. Süha’nın kafası karmakarışıktı. Ertesi gün kocası çocuklarını Süha’ya emanet etti. Daha ertesi gün kocası gelmedi. Süha bir süre elindeki avucundakilerle yetindi ve bekledi. Sonra umut etmekten vazgeçti.

Bir sabah uyandı Süha. Evdeki kırık aynanın karşısında ayağa kalktı. Bir şeyler yapmalıydı. Yıllarca hep “sen yapamazsın” cümlesinin çeşitli versiyonlarını dinlemiş, özgüven edinmeye hiç fırsatı olmamıştı. Kırık aynanın karşısında öylece durdu. Bebek hastaydı. Kocasının akrabalarından da haber alamıyordu. Bebek iyileştirilmeliydi. Bunu Süha yapamazdı, bunu doktor yapacaktı. Doktor “para” diyecekti. Aynanın karşısında daha dik durdu. Bebek için çalışmak zorundaydı. Hemen… Bir an önce…

Süha, ABD’yi alkışlarla karşılamış petrol zengini bir ailenin temizliğine gidip gelmeye başladı. İş bulunana kadar bebek ölmüştü. Kocası ve bebeği yoktu. Her gün bir komşusu ya da tanımadığı ama aşina olduğu yüzler eksiliyordu. Geçen gün hep veresiye alışveriş yaptığı bir bakkal dükkanını açmamıştı. Sonraki günlerde de bu böyle devam etti. Süha borçlarının silindiğine sevinse miydi?! Kocası ve bebeği yoktu ama 4 çocuk vardı. Süha çalışmak zorundaydı.

Her gün temizliğe gitti. Her saat başı temizlik yapsa da eve sinmiş kan kokusu çıkmıyordu sanki. Her dakika silse parkeleri, yerdeki kan lekesi azalmak bir yana artıyordu. Oysa bu evde işgalden sonra tek bir kayıp verilmemişti. Evdekiler işgalden sonra şişmanlayacak kadar saygın kimselerdi. Süha onurunu toz bezi edip, onursuzların kan lekelerini söküp atmaya çalışıyorken arkasında bir el belirdi. Beline dolandı el, Süha direndikçe dayak ve küfürlerle karışık ahlaksız bir isteği kustu belindeki el… Süha bayıldığı yerde doğruldu birkaç saat sonra… Kalktı, tarandı. Evine döndü.

Gece yatağında kara kara düşündü. 4 çocuk vardı. Ve yaşam gün geçtikçe zorlaşıyordu. Her yerde bombalar patlıyordu her an. Pazara çıkmak tehlikeliydi. Sokaklar tehlikeli. Çalışmak tehlikeliydi. Çalışmak… Süha tecavüze uğramıştı. Birden hatırladı sanki, birden doğruldu yatakta. Ağlamaya başladı birdenbire. Direnişçiler ellerinde silahlarla karşı koyuyorlardı ABD askerlerine. Her gün çatışmalar çıkıyordu. Sanki Süha taşıyordu onların bütün mermilerini. Sanki Süha yüklenmişti kendisinin iki katı cephanelikleri… Öylesine yorgundu işte. Cephenin gerisinde kalanların yorgunluğu değildi bu. Çünkü yaşanan iki ülke arasında yapılan bir meydan savaşı değildi. Bu bir işgaldi. Doğal olarak Süha’nın durduğu her yer, her sokak, her köşe başı cephenin ortasıydı. Küçük oğlu yoldaki tenekeye futbol topuymuş gibi vurduğu anda vurulabilirdi… Kızı camdan bakarken ölebilirdi. Bunların hiçbiri olmazsa bile, Süha yatakta kendine acımaya devam ederse açlıktan kırılabilirlerdi.

Gece saat geçti. Ama şehrin birçok yerinden duyulan taramalı sesleri işgal altındaki topraklarda gecenin de yasaklandığını anlatıyordu. Kapı çalındı; tak tak tak… Uzaktan bir el ateş edildi. Kapı tekrar çalındı. Açtı Süha. Belindeki el gelmişti. Ve yanında yeni bir el… Kapıyı itmeye çalıştı Süha… Nafile… Çocuklar uyumuştu. Uyanırlarsa olacakları Süha bilemezdi… Korktu. Gözlerini kapadı. ‘Ben Irak’ım’ diye düşündü. Parçalanan, işgal edilen, ırzına geçilen ülke benim… Sonra adamlar gitti. Sabah Süha çocuklarına ekmek aldı. Ancak ekmeğe ve bazen peynire yetiyordu para. Ama Süha çocuklarına her sabah ekmek aldı bundan sonra…

Aynanın karşısında dikildi Süha. Ayna kırıktı. Süha’nın görüntüsü de kırıldı. Arkasında beliren oğluna baktı. 14’tü yaşı. Çocuk “gideceğim” dedi. Süha gururla “yolun açık olsun” dedi. Sarılmadı oğluna.

Aynanın karşısında tarandı. ‘Hayır’ dedi. ‘Ben fahişe değilim!’ Yüksek sesle konuştu; “Eğer çocuklarımı doktora götürecek kadar param yoksa, onları korumak için ne gerekiyorsa yaparım, çünkü ben bir anneyim. Başka ne olduğumun ya da ne kadar yoldan çıktığımın bir önemi yok, ben bir anneyim!”*

Sonra bir kağıtla kalem buldu. İlkokuldan terk yazısıyla yazmaya başladı: “İlk ırzıma geçtiklerinde çok ulusluydular. Tarih; 20 Mart 2003… Direnmekten hiç vazgeçmedim. Bir cepheye dönüştürdükleri dünyama ekmeği hep ben taşıdım!”

* Süha, Irak’ta önce tecavüze uğrayıp, ardından fuhuşa zorlanan kadınlardan biri. Yapılan açıklamalara göre Irak’ta çok sayıda kadın benzer saldırılarla karşı karşıya. Tecavüze uğrayan ve fuhuşa zorlanan, daha sonra da işsizlik sorunu ve maddi olanaksızlıklar karşısında bunu sürdürmek zorunda kalan kadınların sayısı gün geçtikçe artıyor. Bununla beraber bu kadınların büyük bir kısmı bu durumu kaldıramayarak intihara kalkışıyorlar. Iraklı kadın örgütlerinin yaptığı açıklamalara göre, Irak hastaneleri fuhuş yaptığı için intihara kalkışan kadınlarla dolu...