14 Eylül 2007 Sayı: 2007/36(36)

  Kızıl Bayrak'tan
   İşçi sınıfı taban örgütlülüğüne dayalı
militan mücadeleye hazırlanmalıdır!
  Abdullah Gül’ün Kürt illeri gezisi üzerine...
Kürt halkına yönelik saldırılar yoğunlaşıyor…
İlerici-devrimci sendika ve kurumlardan tersane işçilerine destek çağrısı:
Tersane işçileri GİSBİR’e yürüdü...
İş cinayetlerine karşı
tek seçenek mücadele!
  DİSK yeniden “Budak”lanıyor!
  Petrol-İş Genel Kurulu...
  İşçi-emekçi hareketinden...
  Liberal sol için bir pusula ya da islami
demokratik faşizmin işçi sınıfı ile imtihanı/III /
Yüksel Akkaya
  Tersane havzasında mücadelenin ve örgütlenmenin imkanları üzerine
  Termik santral ölüm demektir!
  İstanbul Kent Sempozyumu sekreterlerinden Mücella Yapıcı ile konuştuk...
  Siyonist haydutlar Suriye’yi taciz ediyor!
  Dünyadan...
  Jose Maria Sison’la dayanışmayı yükseltelim!
  Bültenlerden..
  Kadını mahrem ve namahrem kılanlar
heykeldeki çıplaklıktan elbette utanacaktır!
  Ruhi Su: Ezilenlerin gür sesi
  Musa Anter’i ölümünün 15. yılında saygıyla anıyoruz...
  İşgal altındaki topraklarda
kadın olmak!..
  Gülsuyu’nda coşkulu festival!
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Sanatı bir eylem aracı olarak gören büyük ozanı ölümünün 22. yılında saygıyla anıyoruz... 

Ruhi Su: Ezilenlerin gür sesi

“Sanatçı da, tıpkı bir çiftçi gibi, demirci gibi işini anlatabilmelidir. Hem diliyle, hem de hüneriyle. Bir başka deyişle, kendi toplumu içinde sanatıyla ekmek yiyebilmelidir. ‘Beni bu halk anlamaz’ demek, en azından, boş bir kendini beğenmişliktir” Ruhi Su

12 Eylül’ü hep tankıyla-topuyla hatırlarız; işkenceler, tecavüzler, idamlar... Sayfalar dolusu istatistik çıkarmak mümkündür faşist darbenin ‘bilançosu’ üzerine. Ve bir de darbenin ‘kültür’ünden bahsederiz; topluma dayatılan yoz kültürden, açıktan yapılan sanat ve sanatçı düşmanlığından... Bunların kesiştiği yerde de kendini halkının kültürüne, sanatına ve özgürleşmesine adamış basbariton sesli bir kent ozanı durur...

Yüzü ileriye dönük tüm aydınlar gibi o da genç yaşlarında tanışmıştır aslında ezenlerin postallarıyla. Hatta ilk karşılaşması belki de istemeden girdiği askeri okulda olmuştur. O zaman adı Mehmet olan Ruhi Su’yu okuldaki ağabeylerine keman çalarken ‘yakalayan’ okul komutanı “Ne yapıyorsunuz? Bu ne rezalet?” nidalarıyla karşılar, Mehmet’in kemanını alır ve yere atarak ayakları altında parçalar. Bu sanatın ne ilk kez postallar altında ezilişidir, ne de son olacaktır. Yaşanan, Ruhi Su’nun hayatının bir provasıdır adeta. Okul komutanının ‘iş işten geçtikten sonra’ Mehmet’in yanına gelerek kemanının parasını vermeye çalışması da, Ruhi Su’nun son yıllarını hatırlatan hüzünlü bir ironi olarak hafızalarda yereder.

Ama bazı insanları ötekilerden ayıran bir fark vardır, o da inandıkları ve amaçladıkları uğruna her tür baskıya göğüs germe, yılmadan mücadele etme kararlılığıdır. Mehmet de askeri okul disiplininin müzik aşkına engel olmasına izin vermez. Yasal imkanların elvermediği ölçüde naif de olsa ‘kanunsuz’ yöntemlere başvurur, bir arkadaşının kimliğiyle okuldan kaçar. Askeri okuldan kaçmak, askerden kaçmakla eşdeğerdir. Kısa sürede yakalanan Mehmet hayatının geri kalanında önemli bir yer kaplayacak olan cezaevi ile de ilk kez bu vesileyle tanışır. Birkaç gün hapis yattıktan sonra yeniden zorla okula götürülen Mehmet, yine pes etmez ve bir yolunu bularak çürük raporu alır. Artık müzik eğitimi için engeli kalmamıştır...

Müzik Öğretmen Okulu’na girişi ile resmiyet kazanan müzik hayatı Ankara Riyaseti Cumhur Orkestrası ve Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nde ve Devlet Konservatuarı’nda devam eder. Öğretmen okulunda müzik ile uğraşmaya başlaması ile beraber öksüz Mehmet, artık Ruhi Su adını alır. Batı müziğinde uzmanlaşan Ruhi Su bir yandan çeşitli operalarda önemli roller üstlenirken bir yandan da türküyle ilgilenir. Hiçbir zaman toplumdan kopuk bir aydın olma yolunu seçmeyen Su, aynı dönemde “Bas bariton Ruhi Su Türküler Söylüyor” başlığıyla bir radyo programı yapar. Programında çoğunlukla Alevi deyişleri ve Alevi nefeslerine yer veren Su, çok geçmeden iktidarın boy hedefi haline gelerek ‘Alevi türküleri söylüyor, komünizm propagandası yapıyor’ gerekçesiyle kara listeye alınacaktır.

Ruhi Su’nun giderek daha fazla hedef alınmasının üzerine radyo programına, yapımcı tarafından “Ruhi’ciğim seni harcamayalım, bu programa bir müddet ara verelim” denilerek son verilir. Ruhi Su’nun “ben bu yolda harcanmaya razıyım” yanıtı da programın durdurulmasını engelleyemez. “Konsolos” operasının provasındayken, gözaltına alınıp tutuklanması ile birlikte opera hayatı da sona erer.

Bu topraklarda yaşayan birçok aydın, sanatçı ve devrimci gibi Ruhi Su da ‘51 TKP tevkifatından nasibini alır. ‘52 sonbaharında gözaltına alınan Ruhi Su, beş ay boyunca tabutluk tabir edilen tek kişilik hücrelerde kalır ve yoğun işkence görür. 5 ayın sonunda eşiyle görüştüğünde tanınmayacak haldedir. Takip eden 6 yıl boyunca düzenin zindanlarında kalan Ruhi Su’nun iki yıl boyunca bağlama alması engellenir. Sonrasında süpürge saplarından yapılma bir bağlama ve nihayet kendi bağlamasıyla müzik çalışmalarına geri döner. Ruhi Su’nun kaldığı koğuş, koro çalışmaları, şan eğitimi, tiyatro gibi çok çeşitli aktiviteler ile bir üretim alanına dönüşür. Ustanın birçok değerli eseri bu dönemde üretilmiştir. Yine aynı dönemde, ömrü zindanlarda geçmiş bir başka sanatçı olan Nazım Hikmet’in eserlerini besteler Ruhi Su ve Nazım’ın ölüm haberini aldığı gün “Kara bir haber geldi” ağıtını yakacaktır tahliyesinden çok sonra...

Zindan hayatının ardından sürgün hayatı başlar ve yıllar sonra nihayet Ankara’ya döner Ruhi Su. Fakat kara listedeki biri için hayat hiç kolay değildir. Ruhi Su yıllarca sefalet içinde yaşar ve eşya taşımak dahil birçok işte çalışarak geçimini sağlar. Konser vermesi, plak çıkarması, program yapması yasaktır. Daha da zoru ise eski dostların karşılaştıklarında kafalarını çevirmeleridir hiç kuşkusuz. Ruhi Su’nun bir baloda türkü söylemesi planlanır ama Ankara valisi Kemal Aygün “Ruhi Su’nun itibarını iade etmek mi istiyorsunuz?” diyerek yasaklar baloyu.

‘70’lerde yükselen toplumsal muhalefet ile birlikte Ruhi Su gerçek anlamda özgürlüğüne kavuşmuş olur. Hala yasaklıdır ama artık kendisiyle birlikte toplumun büyük bir kısmı da yasaklıdır. Artık türkülerini söyleyen bir kuşak vardır sokaklarda. Bu dönemde Su, Anadolu’nun dört bir köşesini dolaşarak konserler verir ve gittiği yerlerin türkülerini arşivler. Fakat bu yükseliş dönemi çok süremez ve çok geçmeden türkülerin üzerine 12 Eylül karanlığı çöker.

Faşist cuntanın postalları en ufak bir aydınlık barındıran her varlığın üzerinden geçerken yasaklı günler yeniden başlar Ruhi Su için. Üzerlerinde “kamuya açık yerlerde çalınması yasaktır” ibareleri bulunan plakları çıktığı gibi toplatılır, radyoda, televizyonda, gazetelerde adı anılmaz olur. Yine de çalışmalarını kendi kısıtlı imkanlarıyla da olsa sürdürmeye çabalayan Ruhi Su birkaç yıl sonra kansere yakalanır. Hastalığı ‘Türk hekimlerine emanet’ edilemeyecek kadar ciddidir ve ancak yurtdışında yapılacak bir ameliyat ile sağlığına kavuşabileceği söylenir. Hayatı boyunca peşini bırakmayan devlet zulmü bir kez daha yapışır yakasına Ruhi Su’nun ve pasaport alması engellenir. 12 Eylül’ün puslu havasında güç bela kampanyalar örgütlenir gizli gizli Ruhi Su için. Ve bir kez daha ‘iş işten geçtikten sonra’, ‘tedavi amaçlı olarak ve yalnız bir defaya mahsus olmak üzere’ yurtdışına çıkma izni verilir. Ruhi Su yıllar önce kırılan kemanının parasını almayı nasıl reddettiyse, lütuf gibi ve gözboyamak için sunulan bu pasaportu da reddeder ve çok geçmeden hayata gözlerini yumar.

12 Eylül hukukunun verdiği bu idam hükmü Ruhi Su şahsında bir kez daha geri teper. Ruhi Su’nun 20 Eylül günü gerçekleştirilen cenazesi postallar altında kalmış kuşağın titrek ama öfkeli bir ‘biz hala buradayız’ çığlığına dönüşür. Binlerce kişinin katıldığı cenaze törenine polis azgınca saldırır, yüzlerce kişi gözaltına alınır. Yüzyılımızın bu büyük ozanı 12 Eylül sonrası gerçekleştirilen en kitlesel gösteriyle uğurlanır çiçekler ile bezenmiş tabutunda. Onun kendinden önce yaşamış büyük halk ozanları için söylediği sözler ise kendisini anlatır adeta: “Daha adil ve güzel bir dünyayı düşlediler, belki o dünyayı göremediler ama görmüşçesine söylediler.”

Büyük ustanın anısı önünde bir kez daha saygıyla eğiliyoruz...