14 Eylül 2007 Sayı: 2007/36(36)

  Kızıl Bayrak'tan
   İşçi sınıfı taban örgütlülüğüne dayalı
militan mücadeleye hazırlanmalıdır!
  Abdullah Gül’ün Kürt illeri gezisi üzerine...
Kürt halkına yönelik saldırılar yoğunlaşıyor…
İlerici-devrimci sendika ve kurumlardan tersane işçilerine destek çağrısı:
Tersane işçileri GİSBİR’e yürüdü...
İş cinayetlerine karşı
tek seçenek mücadele!
  DİSK yeniden “Budak”lanıyor!
  Petrol-İş Genel Kurulu...
  İşçi-emekçi hareketinden...
  Liberal sol için bir pusula ya da islami
demokratik faşizmin işçi sınıfı ile imtihanı/III /
Yüksel Akkaya
  Tersane havzasında mücadelenin ve örgütlenmenin imkanları üzerine
  Termik santral ölüm demektir!
  İstanbul Kent Sempozyumu sekreterlerinden Mücella Yapıcı ile konuştuk...
  Siyonist haydutlar Suriye’yi taciz ediyor!
  Dünyadan...
  Jose Maria Sison’la dayanışmayı yükseltelim!
  Bültenlerden..
  Kadını mahrem ve namahrem kılanlar
heykeldeki çıplaklıktan elbette utanacaktır!
  Ruhi Su: Ezilenlerin gür sesi
  Musa Anter’i ölümünün 15. yılında saygıyla anıyoruz...
  İşgal altındaki topraklarda
kadın olmak!..
  Gülsuyu’nda coşkulu festival!
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Termik santral ölüm demektir!

Son günlerde küresel ısınma ve buna bağlı iklim değişikliklerinin neden olduğu sorunlar oldukça tartışılır oldu. Doğa felaketlerinin kapitalizmin etkisiyle daha katmerli sorunlara neden olduğu biliniyor. Susuzluk ya da sel baskını gibi olaylar egemen sınıf adına ülkeyi yönetenlerin uygulamalarının ürünü olabiliyor. Bu kimi zaman alınmayan önlemler, kimi zaman da bilinçli tercih sonucu yaşanıyor.

Sermaye sözcülerinin bilinçli tercihlerinin bir örneği de termik santraller konusundaki ısrardır. Çevre ve insan sağlığı açısından zararlarının bilinmesine rağmen termik santrallerde ısrar edilmesi bir avuç kapitalistin çıkarını korumaya yöneliktir. Bunun bedeli ise katledilen insan ve çevre sağlığıdır.

Termik santraller ve zararları konusunda kısa bir özet yaparsak sermaye devletinin bir avuç insanın çıkarı uğruna neleri feda ettiği daha iyi anlaşılacaktır.

Termik santraller, sağlığa ve doğaya zararlı radyoaktif atıklar üretmektedir. Türkiye Atom Enerjisi Kurumu’nun araştırmalarına göre, termik santrallerin bacalarından çıkan partiküller ve kazandan alınan külde radyoaktivite vardır. Rüzgar ve yağış etkisi ile küller çevreye yayılmakta veya toprak altına sızarak yeraltı sularının kirlenmesine neden olmaktadır. Termik santrallerden kaynaklı hava kirliliği yaşandığı ve radyoaktif maddelerin insan sağlığına etkileri ise pek çok bilimsel çalışmaya konu olmuştur. Merkezi sinir sistemi bozuklukları, anormal doğumlar, solunum yolu hastalıkları, gelişme bozuklukları, öğrenme yeteneğinde azalma, kalp hastalıkları, cilt hastalıkları ve kanser gibi vakalar görülebilmektedir. Ayrıca termik santrallerden çıkan maddeler (SO2/kükürtdioksit) asit yağmurları şeklinde havayı kirletmekte, toprak ve suyu etkilemekte, doğal bitki örtüsünü ve ormanları yoketmektedir. Asit yağmurlarının diğer zararlı etkisi ise, bakır (Cu) ve kurşun (Pb) gibi zehirli elementlerin içme sularına karışmasıdır. Termik santralin bulunduğu yöre halkı ise doğrudan bu tehditlerle karşı karşıyadır. Yanısıra termik santraller sonucu ortaya çıkan kirletici faktörlerin küresel ısınmaya katkısı olduğu bilinmektedir.

Termik santrallerin tüm dünyada yasaklanmasına neden olan bu zararlarının bilinmesine rağmen ülke toprakları sermayeye açılmıştır. Geçmişte termik santrallere karşı yürütülen mücadele sonucu yargı kararıyla yasaklanmasına rağmen faaliyete geçirilen termik santrallerin varlığı sermayenin tercihini özetliyor.

Termik santrallerin insan ve çevre sağlığı açısından ne gibi sorunlar yaratacağı, ne gibi riskler taşıdığı Yatağan örneğine bakılarak anlaşılabilir. Yatağan’da bulunan termik santral, neden olduğu uzun ve kısa vadeli sorunlar nedeniyle sürekli gündemdedir. 25 yıl önce Muğla Yatağan’da kurulan bu termik santral, kurulduğu günden bu yana yolaçtığı hava kirliliği nedeniyle gündeme gelmektedir. Yatağan ve çevresinde ekin alanlarının yanı sıra doğal bitki örtüsü de giderek yok olmaktadır. Son olarak 21 Ağustos’ta tıkanan baca gazı arıtma tesisi nedeniyle Yatağanlılar’ın yine sorun yaşadığı haberi basında yer aldı.

Termik santrallerin kısa ve uzun vadede yarattığı sorunlar sürekli gündemde iken yeni termik santral yapmak için sermaye devleti can atıyor. Sermayenin doymak bilmeyen kâr hırsı nedeniyle Silopi’ye, Adana ilinin Tufanbeyli ilçesine bağlı Kayarcık köyüne ve İzmir’in Aliağa ilçesine 2 termik santral yapılması planlanıyor.

Sermaye çıkarları söz konusu olduğunda ısrarcı davranıyor ve kendi yasalarını bile tanımıyor. 1990 yılında Aliağa’nın Gencelli köyüne termik santral kurulması kararı alınmış, ancak yöre halkının örgütlü tepkisiyle bu karar iptal edilmişti. Türkiye’nin en büyük çevre eylemi olarak tarihe geçen ve çevrecilerin ilk resmi zaferi olarak görülen bu eylemde 60 km’lik insan zinciri oluşturulmuştu. İzmir Konak Meydanı’ndan Gencelli köyüne uzanan insan zinciri eylemi sayesinde bakanlık kararı iptal edilmişti.

Şimdi yine aynı bölgedeki Gencelli ve Çakmaklı köylerine 2 termik santral kurulması planlanıyor. Sermaye devletinin sözcüleri termik santrallerin ileri teknolojiyle çalıştırılacağını ve çevreye zarar vermeyeceği ileri sürerek halkı ikna etmeye çalışıyor. Bu sözcüler Yatağan gerçeği apaçık gözler önünde dururken bunları söyleyebiliyorlar.

Termik santrallerin zararları görüldükçe belli bir çevre duyarlılığı gelişiyor. Gerek Aliağa gerekse de Adana ve Silopi’de kurulması planlanan termik santrallere karşı tepkiler yükseltiliyor. Devlet yetkilileri bu tepkileri çarpıtmak için her zaman kullandığı yönteme, yani yalanlara başvuruyor

Termik santrallerin çevreye zarar vermeyeceği iddiasının hiçbir inandırıcılığı bulunmuyor. Bergama köylüleri siyanürle altın aramaya karşı örgütlü tepkilerini gösterdiklerinde de, sermaye sözcüleri bu yöntemle altın aramanın insan ve çevre sağlığına zararı olmadığını, ileri teknoloji kullanılacağı yalanlarını medya aracılığıyla dillendiriyordu. Bergama halkının bugün yaşadığı sağlık sorunları kapitalistlerin yalanlarını açığa çıkarmaktadır. Basına yansıyan haberlere göre, son yıllarda Bergama’ya bağlı köylerde kanser oranı artmaktadır. Özellikle son 3 yıldır Bergama’ya bağlı Narlıca ve Pınar köylerinde yaşayan halk arasında kanser hastalığı sıklıkla görülmektedir. Çoğunluğu meme kanseri olan kadınlar, Ovacık Altın Madeni’nden çevreye dağılan zehirli atıklardan dolayı bu hastalığa yakalandıklarını söylüyorlar.

Kapitalist düzende insan ve çevre sağlığı dikkate alınmıyor. Suyun, toprağın havanın kirlenmesi, tarımsal alanların azalması, kuraklık, kıtlık tehlikesi, hastalıklar ve ölümler önemsenmiyor. İnsan ve çevre sağlığını gözeten bir enerji politikası gözetilmiyor. Termik santraller yerine güneş, rüzgar, jeotermal gibi yenilenebilir kaynaklar tercih edilmiyor. Çünkü kapitalist düzende tercihler insandan yana değil paradan yana yapılıyor.

Bu ve benzeri sorunlara karşı nasıl mücadele edilmesi gerektiğini Silopi, Gencelli ve Bergamalılar’ın direnişlerinden ve deneyimlerinden görmekteyiz. Sorunların dişe diş bir mücadeleyle aşılacağı bir gerçektir. Kalıcı çözüm ise, insan ve çevre sağlığını gözeten bir enerji politikası izlenmesini toplum sağlığının vazgeçilmez koşulu sayan sosyalizmde mümkündür.

 

Liselerde karakol kuruluyor…

Güvenliğimiz tehlike altında!

Liseler 17 Eylül’de açılıyor. Her eğitim döneminde “reform” olarak sunulan uygulamalar da açıklanmaya başladı. Önce kayıt döneminde yaşanan zorunlu bağışla ilgili açıklamalar yapıldı. Sonra da liselerdeki “güvenlik önlemleri” gündeme geldi. Son iki yıldır kapitalizmin yozlaştırdığı gençliğin karıştığı şiddet olayları dikkatleri liselere çekti.

Geçen yıl pilot uygulama adı altında kimi adımlar atılmıştı. Önce Antalya Emniyet Müdürlüğü’nün çalışması geldi. Benzer şekilde İstanbul Kartal ilçesinde de okullarda sabit polis uygulaması gündeme getirildi. Yıllardır narkotik ekiplerinin düzenlediği paneller sıklaştırıldı. Okul önlerinde polis bildiri dağıttı, idare ve velilerle işbirliği geliştirildi.

Bu pilot uygulamalar amaca hizmet etmiş olmalı ki, bu sene başında uygulamaların çoğunluğu artık sabitleştirildi. Artık okul önündeki polis ekipleri düzenli bir şekilde okullarda olacak. Öğrencilerin giriş ve çıkış saatlerinde okulların çevresinde resmi veya sivil ekipler görevlendirilecek. Birim amirleri, mıntıkalarında bulunan okulların yöneticileriyle bağlantı kurarak güvenlik için neler yapılabileceği konusunda görüş alışverişinde bulunacak. Servis araçları titizlikle denetlenecek. Okul çevresindeki kişilerin kimlikleri kontrol edilecek. Narkotik polisi önlem alarak uyuşturucu satıcılarına “engel” olacak. Terörle mücadele polisi de “yasadışı” örgütlerin faaliyetlerine karşı okul çevrelerinde önlem alacak. Kahvehane, birahane, bar gibi yerler denetlenerek öğrencilerin buralara girmesi engellenecek. İnternet kafeler de sıkı bir şekilde denetlenecek. Uygulamanın esasları Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından böyle açıklandı.

Tüm bu sorunların kaynağı olan sömürücü sistemin bizzat kendisidir. Düzenin mafya ve çeteleri öven, polisi süper kahraman yapan dizileriyle başka bir gelecek özlemi yaratılmaya çalışılıyor. Sistem milliyetçi-şoven reflekslere ihtiyaç duyarken, faşist odaklar liselerde satırlarla, bıçaklarla dolaşmaya devam ediyor. Geleceği çalınan gençlik uyuşturucu kullanarak “rahatlamaya” çalışıyor.

Bir dizi sorun ile karşı karşıya olan liseli gençlik bu yeni uygulamadan da nasibini alacaktır. Zira sözkonusu uygulama liselilerin bu sene yaşayacaklarına dair önemli veriler sunmaktadır. Düzenin saldırılarını rahatça hayata geçirebilmek için öncelikle baskı ve korku mekanizmalarını geliştirdiği ve kolluk güçlerinin yetkilerini artırdığı bilinen bir durumdur. Paralı eğitim ve geleceksizleştirme saldırılarının yoğunlaşacağı bir döneme giriyoruz. Üniversite giriş sisteminde planlanan değişiklikle bir yerine birçok sınavlar dizisi geliyor. Tüm bu saldırıların sorunsuz uygulanabilmesi, gençliğin baskı altına alınıp sindirilmesini, bunun için polisiye önlemlerin artırılmasını, liselerin karakollara çevrilmesini gerektirmektedir.

Kısacası, liseli gençlik mücadele mevzilerini büyütmek zorundadır. Çünkü bu yıl liselerde mücadele daha sert geçecek. Düzenin neo-liberal saldırı politikalarına seçim sonrası dönemde hız vermesi zaten bekleniyordu. Sermaye düzeninin son yıllarda vasıflı işçi ihtiyacına yönelik eleştirileri ve eğitimin özelleştirilmesi başlığı temel saldırılar olarak önümüzde durmaktadır. Liseli gençliğin sürece ve saldırılara tok bir yanıt üretmesi şarttır.