14 Eylül 2007 Sayı: 2007/36(36)

  Kızıl Bayrak'tan
   İşçi sınıfı taban örgütlülüğüne dayalı
militan mücadeleye hazırlanmalıdır!
  Abdullah Gül’ün Kürt illeri gezisi üzerine...
Kürt halkına yönelik saldırılar yoğunlaşıyor…
İlerici-devrimci sendika ve kurumlardan tersane işçilerine destek çağrısı:
Tersane işçileri GİSBİR’e yürüdü...
İş cinayetlerine karşı
tek seçenek mücadele!
  DİSK yeniden “Budak”lanıyor!
  Petrol-İş Genel Kurulu...
  İşçi-emekçi hareketinden...
  Liberal sol için bir pusula ya da islami
demokratik faşizmin işçi sınıfı ile imtihanı/III /
Yüksel Akkaya
  Tersane havzasında mücadelenin ve örgütlenmenin imkanları üzerine
  Termik santral ölüm demektir!
  İstanbul Kent Sempozyumu sekreterlerinden Mücella Yapıcı ile konuştuk...
  Siyonist haydutlar Suriye’yi taciz ediyor!
  Dünyadan...
  Jose Maria Sison’la dayanışmayı yükseltelim!
  Bültenlerden..
  Kadını mahrem ve namahrem kılanlar
heykeldeki çıplaklıktan elbette utanacaktır!
  Ruhi Su: Ezilenlerin gür sesi
  Musa Anter’i ölümünün 15. yılında saygıyla anıyoruz...
  İşgal altındaki topraklarda
kadın olmak!..
  Gülsuyu’nda coşkulu festival!
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Abdullah Gül’ün Kürt illeri gezisi üzerine...

İnkar ve imha devletin milli siyasetidir!..

Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı seçildikten sonra ilk yurt gezisini Kürt illerine yapması, burjuva medya tarafından, onun tüm ülkeyi ve vatandaşlarını kucaklayan barışçıl siyasetine yorulmakta. Diğer taraftan Gül’ün ziyaretine yönelik beklentilerini açıklayan DTP yetkilileri ise tutumlarının Gül’ün bu ziyaretini “cumhurun başı mı yoksa başkomutan olarak mı” yaptığına göre değişeceğini belirttiler. DTP bu tutumuyla, burjuva medyanın Gül’ün ziyaretiyle çaldığı “birlik bütünlük” havasına karşı temkinli davranmayı seçtiğini göstermekteydi. Fakat bu kadarı bile, medyanın barış havarisi maskesi takmış eli kanlı yazarları tarafından tepkiyle karşılandı. Zira onların beklediği çaldıkları barış havasına herkesin, başta da DTP’nin koşulsuz eşlik etmesiydi.

DTP’nin bu tutumu her ne kadar düzen cephesi tarafından hoşnutsuzlukla karşılanmışsa da, belirtmek gerekir ki, bu tutum esasında eksik ve zaaflıdır. Zira kurulu düzenin ve devletin baş köşesi olan cumhurbaşkanlığı kurumunu Kürt sorununda bu devletin yönetici çekirdeği ordudan ayırmaya kalkmak ya da ayrılmasını beklemek tam olarak saflık örneği sayılmalıdır. Bu, “siyaseti siyasetçilere bırakmalı” biçimindeki gerici burjuva propagandasının bir tezahürüdür. Böylelikle kurulu düzenin her daim bir tarafına yönelik umutların taze tutulmasına çalışılmaktadır. Kürt halkını temsil etmek iddiasında olan bir partinin alması gereken doğru tutum, net bir biçimde “birlik bütünlük” adına yapılan bu ziyaretin, Kürt halkını aldatmak ve sermaye iktidarına yönelik umutları taze tutmak ve cumhurbaşkanlığı seçimleri üzerinden düzen içi kutuplaşmayla yaratılan yanılsamalardan yararlanarak halkın ulusal direncini kırmak olduğunu açıklamaktır.

Kürt halkı, bu gerçeği kendi tarihsel deneyimlerinden de rahatça görebileceği gibi (bu türden hemen her çıkışı kapsamlı askeri operasyonlar ve katliamlar izlemiştir), Gül’ün ziyaretinde yaptıklarına bakarak da bu sonuca kolaylıkla ulaşabilir. Öyle ki ülkenin bütün yurttaşlarını kucaklamaya çıkan Gül, bölgeye askeri bir uçakla ve askeri bir törenle uğurlanarak gönderilmiştir. Gül’ün ilk durağı olan Van’da ilk ziyaret ettiği yer, Jandarma Askeri Komutanlığı olmuştur. Bu arada medyadan açıklandığı üzere Gül’ün ziyaretinin ileriki duraklarında kendisine Yaşar Büyükkanıt ve yardımcısı İlker Başbuğ’da katılacaklarmış. Tüm bunlar aslında, DTP’nin Gül’ün önüne koymaya çalıştığı ikileme onun nasıl bir yanıt verdiğini de göstermektedir. Açıktır ki, Gül ziyaretinde “cumhurun başı” cüppesinden önce “Başkomutanlık” cüppesini giymeye özen göstermektedir. Zira böylelikle, aslında “birlik ve bütünlük” adı altında Kürt halkına pazarlanan siyasetin, “kendini inkar et, devlete biat et yoksa başını ezerim”den başka bir şey olmadığı gösterilmektedir. Bu siyasetin yeni olmadığı da malum. Kürt halkı üzerindeki 100 yıla yaklaşan inkar ve imha siyaseti tamı tamamına bundan ibarettir.

AKP’nin ve Gül’ün bu siyasetten ve bunun döneme uyarlanmış türevlerinden başka bir açılıma sahip olmadığı artık açık olmalıdır. AKP hükümetinin ilk dönemlerinde atılan kırıntı düzeyindeki bir takım göstermelik adımlar, ancak PKK’nin teslimiyet yönündeki devasa adımlarına karşılık olarak atılmıştı. Yani, AKP 3 Kasım seçimlerinde kazanamasaydı onun yerine gelecek herhangi bir partinin de yapmakla mükellef tutulacağı göstermelik adımlardı bunlar. Ama işte kurulu düzenin Kürt sorununda yapacağı da eni sonu bu kadardı. Gerisi en koyusundan bir inkar ve imha siyasetidir. İşte bir takım liberal çevrelerin AKP’ye yönelik körüklemeyi görev saydıkları hayallere karşın AKP’nin somut olarak şu adımı atacağım dediği tek bir politika ortada yoktur. Bunun yerine sadece bolca “kardeşlik” demogojisi ve beraberinde de baskı ve terörü katmerleştiren bir pratiği söz konusudur.

Ziyareti boş beklentilere konu olan ve olmadık anlamlar yüklenen Gül’ün, ziyareti boyunca orduya arka çıktığını gösteren net tutumları, yanısıra bölgedeki kitle örgütü temsilcileri ve çeşitli yerel yöneticilerle yaptığı görüşmelerde sadece bol demogoji yapması, tamamen bu çizgiye uygundur. Dikkat edilirse Gül, daha önce onunla aynı yoldan yürüyen devlet yöneticilerininkinden dahi daha geri bir tutum almaktadır. Ondan önce bazıları “Kürt realitesini tanıyacağız” söylemiyle hiç değilse Kürt sorununu dolaysız olarak anarlarken, Gül’ün bir kez dahi Kürt sorununu ağzına almaması dikkat çekicidir. Oysa o ve partisi AKP’ye yönelik “demokratikleşme ve çözüm” yönünde ne denli büyük beklentiler yüklenmişti. Ortaya çıkan durumu bu beklentilerin sahipleri açısından büyük bir fiyasko saymak gerekir.

Bugün yaşanarak görüldüğü gibi, AKP ile ordu arasında yaşanan gerilim ve çatışmada, bir tarafın demokratikleşmeden yana, diğerininse baskı ve yasakların sürmesinde ısrarcı olması gibi bir durumla ilgisi yoktur. Yine bir tarafın Kürt sorununda barışçıl bir çözüm ararken, diğer tarafın inkar ve imhadan yana olmasıyla da bir ilgisi bulunmamaktadır. Aralarındaki çatışma, kurulu devlet düzeninde güç ve etkinlik sahibi olmak ve sahip olunanları bırakmamak temelinde yaşanmaktadır. Böyle bir gerici güç ve nüfuz mücadelesinin ise demokratikleşmeyle özgürlüklerle hiçbir ilgisi olamaz. Dahası, her ikisi de demokratikleşme ve özgürlükler ile emekçi halkın çıkarları sözkonusu olduğunda aynı dili konuşmakta aynı silahı kullanmaktadırlar. Onlar bu noktada silah arkadaşıdırlar.

22 Temmuz ve Cumhurbaşkanı seçimlerinde kozlarını paylaşan iki taraf, kavgalarını belki farklı mecralarda sürdürmeye devam etmektedirler. Fakat aynı zamanda bu kavgalarının emekçi halklar üzerinde yarattığı yanılsama ve bilinç bulanıklığından da keyifle yararlanmaktadırlar. Çünkü, hem işçi sınıfı ve emekçiler ve hem de Kürt halkının önemli bir bölümü bu yanılsama ve bilinç bulanıklığını yaşamaktadırlar. Bundan dolayı AKP genel olarak büyük bir seçim zaferi kazandığı gibi, Kürt illerinde de yüksek oy oranlarına ulaşmıştır. Hiç kuşku yoktur ki, bu oy oranları işsizlik, yokluk, yoksulluk ve Kürt halkına yönelik inkar ve imha olarak fazlasıyla geri dönecektir. Bu acı sonuçlar, bugünden işaretleri görüldüğü üzere düzen güçlerinin “birlik ve bütünlüğü” dahilinde yaratılacaktır.

Bugün egemen güçlerin düzen içi kavgalarının gölgesinde yaratılan puslu havaya dayanarak ortaya çıkacak bu yıkıcı tabloyla karşılaşılmak istenmiyorsa, bir an önce düzene karşı mücadele bayrağını yükseltmek gereklidir. Düzen güçlerinin peşinden gidip ezilmektense, düzene karşı mücadele ederek hak ve özgürlükler mücadelesini yükseltmek kazanmanın tek yoludur. Sadece geçmiş deneyimler değil, bugün ortada duran somut olgular da bu gerçeği kavrayabilmek bakımından fazlasıyla yeterlidir. Mesele gerçeklerle yüzleşecek bir cesarete sahip olmak ve ileriye dönük sonuçlar çıkarabilmek gücünü gösterebilmektedir.


“Demokratik anayasa istiyoruz!”

DİSK, KESK,TMMOB, TTB, TÜRMOB, Türk Diş Hekimleri Birliği ve Türk Eczacıları Birliği “Özgür demokratik bir Türkiye yolunda yeni anayasa” adıyla başlattıkları kampanyaya ilişkin 12 Eylül günü saat 11:30’da Gazeteciler Cemiyeti Konferans Salonu’nda bir bilgilendirme toplantısı gerçekleştirdi. Basın toplantısına 200’e yakın kişi katıldı.

Toplatıda ilk açıklamayı DİSK Başkanı Süleman Çelebi yaptı.

Yapılan açıklamada, bugün baskıların, yasakların, siyasal gericiliğin, ırkçılığın, her çeşit milliyetçiliğin yükselmesinin nedeninin 12 Eylül anlayışı ve 12 Eylül Anayasası olduğu vurgulandı. Türkiye’deki demokrat, ilerici ve sosyalist kesimlerin, ülkenin gelişiminin önünü tıkayan 12 Eylül Anayasa’sının değiştirilmesi için yıllardır mücadele ettikleri ifade edildi. 12 Eylül Anayasası üzerinde bugüne kadar türlü değişiklikler yapılmasına rağmen, “geçici maddeler” dahil, antidemokratik içeriğini koruyan bir dizi maddenin korunduğu söylendi.

Daha sonra KESK Başkanı İsmail Hakkı Tombul, TMMOB Yönetim Kurulu İkinci Başkanı HüseyinYeşil, TTB Merkez Konsey Üyesi Ali Çerkezoğlu, Türk Diş Hekimleri Başkanı Celal Yıldırım, TÜRMOB Başkan Yardımcısı Yahya Arıkan sivil, demokratik bir anayasa taleplerini gerekçelendiren birer konuşma yaptılar.

Kızıl Bayrak/İstanbul