14 Eylül 2007 Sayı: 2007/36(36)

  Kızıl Bayrak'tan
   İşçi sınıfı taban örgütlülüğüne dayalı
militan mücadeleye hazırlanmalıdır!
  Abdullah Gül’ün Kürt illeri gezisi üzerine...
Kürt halkına yönelik saldırılar yoğunlaşıyor…
İlerici-devrimci sendika ve kurumlardan tersane işçilerine destek çağrısı:
Tersane işçileri GİSBİR’e yürüdü...
İş cinayetlerine karşı
tek seçenek mücadele!
  DİSK yeniden “Budak”lanıyor!
  Petrol-İş Genel Kurulu...
  İşçi-emekçi hareketinden...
  Liberal sol için bir pusula ya da islami
demokratik faşizmin işçi sınıfı ile imtihanı/III /
Yüksel Akkaya
  Tersane havzasında mücadelenin ve örgütlenmenin imkanları üzerine
  Termik santral ölüm demektir!
  İstanbul Kent Sempozyumu sekreterlerinden Mücella Yapıcı ile konuştuk...
  Siyonist haydutlar Suriye’yi taciz ediyor!
  Dünyadan...
  Jose Maria Sison’la dayanışmayı yükseltelim!
  Bültenlerden..
  Kadını mahrem ve namahrem kılanlar
heykeldeki çıplaklıktan elbette utanacaktır!
  Ruhi Su: Ezilenlerin gür sesi
  Musa Anter’i ölümünün 15. yılında saygıyla anıyoruz...
  İşgal altındaki topraklarda
kadın olmak!..
  Gülsuyu’nda coşkulu festival!
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

“İş kazası” adı altında yaşanan cinayetler işçilerin yaşamını karartmaya devam ediyor…

İş cinayetlerine karşı tek seçenek mücadele!

“Elektrik çarptı”, “yüksekten düştü”, “halat koptu”, “kazan patladı”, “vinç altında kaldı”, “uzvunu makineye kaptırdı” vb. ifadelerle sermaye basınının üçüncü sayfalarında yeralan, adına “kaza” denilen iş cinayetlerinin yokettiği yaşamlar.

Patronların kâr hırsı nedeniyle iş cinayetlerine her an bir işçiyi kurban veriyoruz. Hepsi birbirinden korkunç ölümler. Ölen işçilerin aileleri yıkıma uğruyor. Uzuvlarını kaybeden işçiler bu yıkımın psikolojik boyutunu bir ömür boyu yaşıyor.

Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (İLO) kayıtlarına göre, dünyada yılda 2 milyonu aşkın işçi iş kazaları sonucu ölürken, milyonlarcası da sakat kalıyor. Türkiye’deki durum ise daha vahim. İş kazalarında dünya sıralamasında hızla birinciliğe doğru ilerleyen Türkiye, Avrupa’da bu birinciliğini kimseye kaptırmıyor. Türkiye’de yılda ortalama bini aşkın işçi iş kazalarında yaşamını yitirirken, meslek hastalığına yakalanan ve sakat kalan işçi sayısının haddi hesabı bulunmuyor.

Türkiye’yi sınırsız bir sömürü cehennemine
çeviren asalaklar ve uşakları cinayetleri doğal karşılıyor!

İş cinayetlerinin en vahşi boyutlarda yaşandığı yerlerden birisi Tuzla Tersaneler bölgesidir. Tersanelerde iki hafta içerisinde 5 işçinin hayatını kaybetmesi üzerine AKP’nin yeni Çalışma Bakanı Faruk Çelik bölgeye giderek incelemede bulundu. Faruk Çelik tersaneye geldi ama işçileri değil, tersane patronlarını ziyaret etti.

Tersane patronlarını ziyareti sırasında Bakan, “Teftişler sonucu tespit edilen hususlar. Örneğin elektrik, hava basıncı ve yangınla ilgili bulgular var. Bunları gelişen Türkiye şartlarında son derece normal karşılıyoruz” dedi.

Bu aşağılık sermaye uşağı sorunları biliyor ancak, yaşanan cinayetleri gelişen Türkiye şartlarında son derece normal karşılıyor! Nasıl bilmesinler? Sanayi bölgelerini, fabrikaları kuralsız-sınırsız bir sömürü cehennemine çeviren yasal düzenlemeleri, namı diğer kölelik yasalarını 2002 seçimlerinde hükümet olur olmaz meclisten geçiren bu uşaklar değil midir? “Sosyal Güvenlik Reformu” adı altında yapılan yasal düzenlemelerle sağlık sistemi çökertildi ve “parası olmayan ölsün” devri başlatıldı. 2008’de yürürlüğe girecek olan diğer düzenlemelerle kadın ve erkeklerde emeklilik yaşı 68’e, prim gün sayısı 9 bine çıkarılacak.

2008’de yürürlüğe girecek olan bu düzenlemelerle birlikte “iş kazası” olması durumunda patronun ilgili müfettişlere bildirimde bulunma zorunluluğu kaldırılıyor. Patronların 50 ve üzeri işçi çalıştırdıkları işyerlerinde özürlü ve eski hükümlü işçi çalıştırma zorunluluğu da kaldırılıyor. Ayrıca malullük aylığı almak da neredeyse imkansız hale getiriliyor. Kişinin malul aylığı alabilmesi için 3600 gün veya en az 10 yıl sigortalı çalışması, 10 yılın her yılı için de 180 gün prim ödemiş olması şartı aranacak. Kişinin malul olduğunun kabul edilmesi için iş gücünün %60’ını kaybetmiş olması istenecek.

Mevcut düzenlemelerde bir elini bilekten veya ayağını dirsekten makineye kaptıran bir işçiye en fazla %20-30 civarında işgücü kaybı veriliyor. Emeklilik, iş kazası, meslek hastalığı ve sağlık primleri işçinin ücretinden peşin olarak kesilirken, iş kazası ya da meslek hastalığı geçiren işçi kaderiyle başbaşa bırakılıyor. İşte Faruk Çelik’in “gelişen Türkiye” şartlarında son derece “normal” karşıladığı, yaşarken bin kere öldüren çalışma koşulları ve iş cinayetleri bunlardır.

İş kazalarına karşı işçi sınıfının nabzını yakalamak...

Peki kaza yaşandığı anda diğer işçi bölükleri ne hissediyor, ne düşüyor? Ne yazık ki ilk dakikaların şaşkınlığının ardından hiçbir şey olmamış gibi işlerine devam ediyorlar. Bunun en son örneği geçtiğimiz dönemde Tuzla tersanelerinde yaşanmıştı. Sınıf bilinçli tersane işçileri ölümle sonuçlanan bir kazanın ardından, kazanın yaşandığı tersanenin önünde direnişe geçerek işçileri ortak mücadeleye çağırdılar. Bu çağrıya kulağını tıkayan genç bir işçi barikatı aşarak çalışmaya gitti. Ne acıdır ki aynı işçi birkaç gün sonra geçirdiği iş kazasında hayatını kaybetti.

İşçi bölüklerinin büyük bir kesimi hukuki yollardan doğan haklarını bilmedikleri gibi, kendilerini çaresiz hissediyorlar. Bunun bir nedeni öz güçlerine ve sınıf kardeşlerine güvenmemeleri ise diğer bir nedeni de ilerici, devrimci güçlerin, sendikaların işçileri bilinçlendirme doğrultusunda faaliyet yürütmemeleridir. Diğer temel nedeni de sermaye devletinin bu alanda uyguladığı politikalardır. Sermaye devleti yıllardır emekçi kitleleri depremle, susuzlukla, işsizlikle, açlıkla, zamlarla, krizlerle, uyuşturucuyla, çetelerle, trafikle ve devlet terörüyle yaşamaya alıştırmaya çalışıyor. Tüm bunların olmazsa olmaz uygulamalar ve sonuçlar olduğunu empoze ediyor.

Diğer yandan hak ihlallerine, iş kazaları ve meslek hastalıklarına karşı açılan davalar yıllarca sürüncemede bırakılıyor. Bir vakayı incelemek için işyerine gelen müfettişler patrondan yana tutum alıyor. İş kanunları patrondan yana. Malulen emekli olmak için hastanelere ve gerekli kurumlara başvuran işçiler yıllarca süründürülüyor. Bu yıldırma politikasına rağmen vazgeçmeyenler ise ölümden beter hale getiriliyor. Bütün bunları yaşayan işçiler ya hak aramaktan vazgeçiyor ya da patronla anlaşmaya gidiyorlar. Yeni yetişen işçi kuşağı da bir önceki kuşaktan katiliyle uzlaşan bu tavrı öğreniyor.

Tabana dayanan uzun soluklu ve yoğun bir çalışma

Tersanede yaşanan iş cinayetlerine karşı gösterilen tepkilerin örgütlenmesinde ve oluşan kamuoyunda sınıf devrimcilerinin önderliğinde tersane işçilerinin yürüttüğü mücadele çok önemli bir rol oynadı. Peşpeşe yaşanan cinayetlerin ardından tersane işçilerinin ortaya koyduğu eylemli tepkiler kimi sendikalardan ve sınıfın belli bölüklerinden bir karşılık ve destek de buldu. Ancak bu desteğin sonuç alıcı olabilmesi için, etkin ve kitlesel bir eylemli sürecin örgütlenmesi gerekiyor.


 

Sağlıkta dönüşüm tekellere yaradı!

“Sağlıkta dönüşüm” adı altında sağlığın özelleştirilmesi çalışmaları hızla devam ediyor. Ancak egemenler, en temel hak olan sağlığı paralı hale getirirken, kitlelerin bilincini bulandırmaya ve ikna etmeye çalışıyorlar. Bunlardan biri de, “hastanenin tıbbi malzemeyi hastadan istemeyeceği, hastanenin temin edeceği” yalanı. 15 Ekim’den itibaren hayata geçecek uygulama ileri bir adım olarak gösteriliyor ve burjuva basına çıkartılan kimi hastalar da, bürokratik uygulamalardan kurtulduklarını, sağlık kurumlarında düzelme olduğunu vb. dile getiriyorlar.

Düzenlemeye göre; “hastaların tedavisi için gerekli malzemeleri hastaneler ihale yoluyla alarak SSK Sağlık İşleri’ne fatura edecek. Ameliyat ve ameliyat sonrası tedavi olanlar ile yatarak tedavi görenlerin hasta yakınlarına reçete verilemeyecek. Özel sağlık hizmeti veren kurumlar da dahil hiçbir hastane hasta yakınına ‘git şu malzemeyi al gel’ veya ‘git şu ilacı al’ diyemeyecek.” Bu uygulama ile ihale yönteminin ilaç ve tıbbi malzeme fiyatlarını düşüreceği, malzemelerin kullanımında tasarruf yaratacağı, aynı zamanda bürokratik işlemlerin de azaltılacağı iddia ediliyor. Oysa işin aslı öyle değil...

Bu uygulama ile ilaçlar SSK eliyle paralı olarak satılacak. “Git şu ilacı al” denmeyecek ama “önce şu ilacın parasını öde” denecek. Bu uygulamadan asıl kârlı çıkacak olan ise, uluslararası ilaç tekelleri. Çünkü sağlıkta dönüşüm programı çerçevesinde hayati önem taşıyan ilaçlar da dahil olmak üzere tıbbi malzemelerin SSK tarafından ödenmesi kaldırıldı. Böylece hastalar fahiş fiyatlar ödeyerek ilaçları temin edecekler.

Özcesi yeni uygulama ilaç tekellerine yeni pazar alanları açıyor. SES’in bu konuda verdiği rakamlar uygulamanın mantığı noktasında bir açıklık getiriyor. SES’e göre, ilaç harcamaları 2001 yılı sonu itibariyle 992.616 milyon Ytl iken 2004 yılı sonu itibariyle 2.471.528 milyar Ytl’ye ulaştı. Hastanelerin Sağlık Bakanlığı’na devrinden sonra ilaç harcamaları tahmini olarak 3.7 milyar Ytl olarak belirleniyor.

“İnsan canı” üzerinden yapılan pazarlıklarda kârlı çıkan, uluslararası tekeller olacak!