14 Eylül 2007 Sayı: 2007/36(36)

  Kızıl Bayrak'tan
   İşçi sınıfı taban örgütlülüğüne dayalı
militan mücadeleye hazırlanmalıdır!
  Abdullah Gül’ün Kürt illeri gezisi üzerine...
Kürt halkına yönelik saldırılar yoğunlaşıyor…
İlerici-devrimci sendika ve kurumlardan tersane işçilerine destek çağrısı:
Tersane işçileri GİSBİR’e yürüdü...
İş cinayetlerine karşı
tek seçenek mücadele!
  DİSK yeniden “Budak”lanıyor!
  Petrol-İş Genel Kurulu...
  İşçi-emekçi hareketinden...
  Liberal sol için bir pusula ya da islami
demokratik faşizmin işçi sınıfı ile imtihanı/III /
Yüksel Akkaya
  Tersane havzasında mücadelenin ve örgütlenmenin imkanları üzerine
  Termik santral ölüm demektir!
  İstanbul Kent Sempozyumu sekreterlerinden Mücella Yapıcı ile konuştuk...
  Siyonist haydutlar Suriye’yi taciz ediyor!
  Dünyadan...
  Jose Maria Sison’la dayanışmayı yükseltelim!
  Bültenlerden..
  Kadını mahrem ve namahrem kılanlar
heykeldeki çıplaklıktan elbette utanacaktır!
  Ruhi Su: Ezilenlerin gür sesi
  Musa Anter’i ölümünün 15. yılında saygıyla anıyoruz...
  İşgal altındaki topraklarda
kadın olmak!..
  Gülsuyu’nda coşkulu festival!
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

İstanbul Kent Sempozyumu sekreterlerinden Mücella Yapıcı ile konuştuk...

“Bilimsel çevrelerle kent halkını iletişime geçirmeye çalışıyoruz”

- Kapitalizmin dünya ölçüsündeki hakimiyetinden nasibini kentler de fazlasıyla alıyor. Tekelci sermayenin kâr hırsının şekillendirdiği kentlerimiz gün geçtikçe daha da yaşanmaz hale geliyor. Kentlerde yaşanan sorunları enine boyuna tartışmayı ve çözümler üretmeyi amaçlayan İstanbul Kent Sempozyumu’nda sorunların kaynağının kapitalizm olduğu vurgulanıyor. Genel hatlarıyla sempozyumun hangi ihtiyaçlardan doğduğunu anlatır mısınız?

- Kapitalizm bugün geldiği aşamada kendi krizlerini artık kentler üzerinden çözmeye çalışıyor. Mesela eskiden kentler üretimin mekanlarıydı, sanayi devrimi ile birlikte üretimin örgütlendiği mekanlar haline gelmişlerdi... Şu anda tüketimin örgütlendiği mekanlar haline getirilmiş durumda. Gerçekten de şu anda tüketimin hem öznesi hem de nesnesi durumunda. Bakıyoruz, gelişmiş ülkelerin kentlerinde bu kadar büyük azmanlaşmalar göremiyoruz. Esas olarak azmanlaşma, megakentler haline gelme, birbirleriyle yarışa sokulma hep az gelişmiş ülkelerin kentlerinin başına gelen bir yazgı.

İstanbul’un bu felaketi de aslında 1970’lerde başladı. ‘İstanbul Beyrut olacak’ masalları... 1980’lerden sonra ise hukukuyla, idaresiyle, özelleştirmelerle, turizm teşvik kararlarıyla çok farklı bir sürece girildi. Özellikle 2000’lerden sonra çok açık olarak İstanbul üzerinde bir takım oyunlar oynanmaya başlandı. Bu da İstanbul’un misyonu ve vizyonu adı altında dillendirildi. Bu dönemde büyük projeler başladı, arsa satışları, 2B’ler vs...

İstanbul biliyorsunuz Türkiye sanayisinin %60’ının bulunduğu bir kent. Bölge kalkınma ajansları sonucunda sadece kentler, bölgeler ve ülkeler değil, bölgeler ve kentler birbirleriyle yarıştırılmaya başlanacak. Bu anlamda İstanbul daha da büyük bir önem kazanıyor.

Biz TMMOB olarak kent sorunlarının sadece meslek insanlarının ya da bilim insanlarının işi olduğunu düşünmüyoruz. Kent aslında çok politik bir yer. Bu noktada kentte yaşayan insanlardan başlamak üzere herkesin sözünün olduğunu düşünüyorum. Onun için bu sempozyumla amacımıza ulaştığımızı söyleyemeyiz ama biz bir süreç başlatıyoruz. Dedik ki, artık bilim insanları, meslek insanları ve halk bu konuyu birarada tartışmalı. Çünkü eğer bilim ve teknik gerçekten sadece sermayenin sorunlarını çözmeye kafasını yorarsa -ki öyle olmaya başladı- kentleri bu noktada çok tehlikeli günler bekliyor. Bu tehlike sadece İstanbul için değil dünya kentlerinin tümü için geçerli. Bu yüzden biz bu sempozyumla bu alanı açmaya çalıştık. Bu konuda ne kadar başarılı olduk, onu çok bilemiyorum ama yaptığımız şey alışılmış bir şey değil. Bu süreçte eksiklerimiz tabii ki olacak ama yolu açtığımızı da düşünüyorum. Bu, tüm hatalarıyla-doğrularıyla beraber bir örnek olacaktır. Bu süreç devam edecek ve biz bu sempozyumda en azından bilim insanlarıyla, akademisyenlerle, kentli kuruluşları, kişileri biraraya getireceğiz. Bu noktada Kent Sempozyumu’nu fazlasıyla önemsiyoruz. Bu bir ilk ve umarım devam eder...

- Bugün özellikle işçi ve emekçilerin yoğun olarak yaşadığı mahallelerde, varoşlarda etkilerini hissettiren bir kentsel dönüşüm gerçeği ile karşı karşıyayız. TMMOB da bu sürece dair tepkisini çeşitli vesileler ile dile getirdi. Sempozyumda da bu konuya özel önem verildiği dikkat çekiyor. TMMOB bu konuda ileriye dönük ne düşünüyor?

- TMMOB’un geçmişine baktığınızda, hayata geçmiş ya da geçmemiş, yapılmış çok doğru tespitlerle karşılaşırsınız. Gecekondu meselesinin başında biz, eğer barınma hakkını toplumca bir talep haline getirebilseydik, zaten gecekondu diye bir sorunumuz olmayacaktı. Biz, emek üzerinden hiçbir çözüm üretilmemiş bir kentte yığınla birikmiş sorunun üzerine çözümler oluşturmaya çalışıyoruz. Bu noktada taraflar sanki birbirlerinin karşısındaymış gibi görünüyor. Toplumla-bilim, toplumla-akademi, akademiyle-teknik alanlar birbirinin karşısındaymış gibi görünüyor. Benim inancım şu ki; üretilen bilimsel bir görüş ya da teori insanların hayatında bir şey değiştirmiyorsa, iyileştirmiyorsa, böyle bir bilimin hiçbir anlamı yoktur. O zaman burada bilim dünyası ile, akademi dünyası ile mesleki dünyayı toplumun gerçekleri ile yüzleştirmek bile, birbirlerini anlamaya çalışmaları bile, çözüme giden yolun birinci adımı olacaktır.

Bu kopukluğu ortadan kaldıracak tek organın da mesleki kuruluşlar olduğunu düşünüyorum. Çünkü mesleki kuruluşlar bilim çevreleri ile halk arasında akışı sağlamak ile görevli olmalılar. Yani bilimsel ve teknik doğruları halka tercüme etmesini bilebilmeliler. Şimdi İstanbul’un geldiği noktada çok önem kazanıyor. Kentsel dönüşüm, kimi sosyal ayrışmalar, kentteki kapalı siteler bütün bu olaylar, ulaşım meseleleri sonuçta hep birlikte kafa yorulup çözüm bulunacak sorunlardır. Bu noktada biz aracı kurumlarız gibi geliyor bizlere.

- Bilim ile halkı buluşturmaktan söz ettiniz, sempozyum tanıtım metinlerinde de çözümün birlikte bulunacağına dair ifadelere sıkça raslamak mümkün. Peki sempozyuma halkın katılımı ve bilim çevreleri ile buluşmanın sağlanması için ne gibi adımlar atıldı?

TMMOB’un kendi kendine yapacağı bir sempozyum kurgusu da, kentteki bütün sorun alanlarına dayalı çok başarılı ve önemli çözüm önerileri sunabilir. Çözüm önerisi şart da değil. TMMOB, eleştirilerin, politikaların üretildiği çok ciddi bilimsel ve mesleki alanlar örgütleyebilecek kuvvette bir örgüttür.

Bunu yapmadık, o yola gitmedik. İsteseydik, her oturumda kentin her sorun alanında bütün hocalarımızı konuştururduk. Biz onu yapmak yerine bu sempozyumu duyurduk bir yıl önce. Sempozyumu bildiri ve katkı sunmak isteyen herkese açtık. Programa bakarsınız kişiler var. Örneğin Almanya’dan bir mimar var, kentsel dönüşüm hakkında fikrini sunacak. Bunun dışında semtlerden örgütler var, bildiri sundular. Ama tabii ki bir elemeden geçti. Bu semyozyumun ölçütleri ‘akademik, bilimsel, hiç bir yerde yayınlanmamış’ gibi, bizim normalde sempozyumlarda uyguladığımız ölçütler değil. Biz mümkün olduğunca sorun alanlarına dokunanlarını seçtik. Bu noktada bu bir ilk ve bunun sancısını kendi içimizde oldukça fazla yaşadık. Sempozyumu yaşayacağız, bu sempozyumu oturur değerlendiririz, bundan sonraki sempozyumlar için hep birlikte başka yollar buluruz.

Buna bir ilk diyelim. Burada asıl bilimsel çevrelerle kent halkını temas ettirmeye, iletişime geçirmeye, kent halkının biraz olsun kendisini ifade etmesini sağlamaya çalıştık. Ama tam beklediğimiz gibi değil, biz isterdik ki gerçekten ciddi katılımlar olsun. Maalesef olmadı. Belki bizim duyurular konusundaki eksikliğimizdir, belki de halkımız ‘sempozyumları yapıyorsunuz yapıyorusunuz, bir şey çıkmıyor’ diyordur. Ama biz umutsuz değiliz. Umarım bu sempozyumdan hemen sonra insan onuruna yakışır, sağlıklı, güvenli barışçı kentlerde yaşama hakkımızı talep haline getirmeyi öğreniriz. Çünkü bu talebi biz yükseltmeden bu sorun çözülmeyecek.


Beklenen İstanbul depreminin bilançosu!

Bir süre önce devletin deprem diye bir sorunu olmadığına kanaat getirdiği için “pes ettiği”ni ifade eden İTÜ Maden Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Naci Görür, Marmara tabanındaki fay boyunca su ve gaz çıkışı bulunduğunu belirterek sabit gözlem istasyonu kurulmasını istedi.

Depreme karşı önlem alınması, gözlem istasyonları kurulması, binaların güçlendirilmesi vb. uygulamalar için bir şeyler yapılması gerektiğini ifade eden Görür, “Çağdaş ülkelerde bu gibi yerlere derhal sabit gözlem istasyonları kurulur. Değişiklikler anında ölçülür. Çünkü bu ölçüler depremi meydana getiren hareketlerle doğrudan ilgilidir” dedi.

Görür, Koç Üniversitesi’nde düzenlenen “İstanbul ve Deprem” konulu panelde, sinevizyon gösterisi eşliğinde “Marmara Denizi’nin Deprem Potansiyeli ve Beklenen Marmara Depreminin Özellikleri” konulu çalışmasından bölümler okudu.

Paneli yöneten Prof. Dr. Erdin Bozkurt, yaptığı çalışmada, olası İstanbul depremiyle ilgili bir senaryo yazıldığını ve depremin neden olacağı kayıp ve hasarın irdelendiğini anlattı. Bozkurt, olası 7.5 büyüklüğündeki bir depremde İstanbul’daki 800 bin binadan 35 bininin tamamen hasar göreceğini, 70 bininin ağır hasarlı, 200 bininin ise orta hasarlı olacağını ifade etti. Bozkurt sözlerine şöyle devam etti:

“Bu çalışmada, 7,5’lik depremde can kaybı 30-40 bin civarında, yaralı sayısı ise 120 bin civarında tahmin edilmiştir. Acil barınma ihtiyacı olan aile sayısı 430 bin ile 600 bin arasındadır. Ağır hasarın meydana geleceği ilçeler Avrupa yakasındaki Avcılar, Büyükçekmece, Bahçelievler, Fatih ve Eminönü’dür. Kısmen daha az zararın olacağı ilçeler ise Anadolu yakasındaki Kartal, Kadıköy ve Maltepe gibi ilçelerdir. Yine Avrupa yakasında Eyüp, Bayrampaşa ve Beyoğlu ilçelerinde de yoğun hasarlar beklenmektedir. Bunların yanında şehre ait kültürel varlıklar da ciddi deprem tehdidi altındadır. İstanbul’daki 480 köprüden 21’inin hasara uğraması kuvvetle muhtemeldir. 4 köprüde ise hafif zarar oluşacaktır. İstanbul’da meydana gelecek şiddetli bir depremin toplam ekonomik kaybı ise 40-60 milyar dolar arasında değişecektir.”