17 Kasım 2006 Sayı: 2006/45 (45)
  Kızıl Bayrak'tan
   İstanbul İşçi Kurultayı... Devrimci sınıf çizgisinde kararlı ve soluklu bir çalışmanın belirgin başarısı!
  Nitelik ve nicelik olarak güçlü bir devrimci sınıf hareketi etkinliği!
  KHK temsilcisi’nin Kurultay’da yaptığı konuşma...
  Kurultay’a gelen mesajlardan...
Sınıf bilinçli işçiler İstanbul İşçi Kurultayı’nı değerlendiriyor...
Burjuva ideolojik egemenliğe karşı mücadele ve sınıf hareketi
İşçi sınıfının toplumsal konumu ve tarihsel devrimci misyonu (Orta Sayfa)
 Kürt sorununun çözümünde boş hayaller
  Susurluk düzeninin mahkemesi Susurlukçu Sedat Bucak’ı akladı
  Asgari ücret hakkı için sesimizi yükseltelim!
  Ticari Eğitime Karşı Gençlik Koordinasyonu 3. Toplantısı Sonuç Bildirgesi:
  ODTÜ’de soruşturma saldırısına karşı “Arkadaşıma Dokunma!” kampanyası
  Enosis, Taksim, milliyetçilik ve Kıbrıs: AB yolunda engel mi? - Yüksel Akkaya
  Amerikan rejimi Irak konusundan politika değişikliği arayışında…
  Emperyalist-kapitalist düzenin efendileri siyonistlerin suç ortaklarıdır!
  “Medeniyetler buluşması” mı, emperyalist saldırganlığa hizmet mi?
  Ateşkes süreci... M. Can Yüce
  Sözkonusu olan ticarettir! - Mumia Abu-Jamal
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Emperyalist-kapitalist düzenin efendileri siyonistlerin suç ortaklarıdır!

Siyonist ölüm makinesinin Gazze Şeridi’ndeki Beyt Hanun’u Apaçhi helikopterlerinden fırlatılan füzeler ve tank ateşiyle vurarak gerçekleştirdiği vahşi katliam, “uluslararası toplum” tarafından “sert tepki” ile karşılandı. 10’u çocuk, 6’sı aynı aileden 19 Filistinli’nin sabaha karşı yataklarında katledildiği saldırıda 40 kişi de yaralandı. Yardıma gelip enkaz altında kalanları kurtarmaya çalışan Filistinliler’i de hedef alan İsrail ordusu, bölgeye 15 dakika içinde 6 kez ateş açtı. Hastane kaynakları, ölenlerin çoğunun tank ateşiyle parçalanması nedeniyle kimliklerinin belirlenmesinde güçlük çekildiğini bildirdi.

Cenaze törenine katılan onbinlerce Filistinli, attıkları sloganlarla katliamı protesto ederken, katillerden hesap sorulmasını istediler. Emperyalist/siyonist güçlere karşı direnen Filistinli örgütler tarafından yapılan açıklamalarda, siyonist rejime karşı eylemlerin yaygınlaştırılacağı ifade edildi. Hamas’ın sürgündeki siyasi lideri Halid Meşal ise, katliamı sözle değil eylemlerle kınayacaklarını söyledi. İsrail’i sert ifadelerle kınayan Lübnan Hizbullah lideri Hasan Nasrallah, Filistin direnişine silah ve ilaç yardımı yapılması çağrısında bulundu.

Irkçı-siyonist rejimin şefleri, İsrail’in barbarlığını tüm çıplaklığıyla gözler önüne seren katliamı savunamadılar. Hükümet adına yapılan açıklamada ise bilinen iğrenç yalanlara başvuruldu. İsrail Başbakanı katil Ehud Olmert, saldırının “teknik hata” sonucu yapıldığını öne sürdü. Saldırıdan “üzüntü” duyduğunu söyleyen ırkçı-faşist rejimin başı, sivillerin ölümüyle sonuçlanan olay konusunda soruşturma başlatılacağını söyledi. Bilindiği üzere İsrail’de bu tür soruşturmalar katilleri aklamak için yapılır.

Birleşmiş Milletler “kaygı duyuyor”muş

İsrail’in süregelen vahşi katliamlarını seyretmekle yetinen Birleşmiş Milletler, geleneksel olarak belli aralıklarla tiksinti verici birkaç sözden ibaret açıklamalar yaparak, katliamlara duyduğu “tepki”yi gösterir. İsrail’in seri cinayetlerine ses çıkarmayan BM’nin Genel Sekreteri ise, Kana veya Beyt Hanun’daki türden katliamlar gerçekleştiğinde, ortaya çıkıp olaydan “derin kaygı duyduğunu” söyler, tarafları “itidal” içinde davranmaya çağırır. BM Genel Kurulu’nda konuşan Filistinli temsilci veya siyonist katliamlara tepki gösteren kimi üyelerin sözleri ise hiçbir şekilde dikkate alınmaz. Böylece “dünya güvenliği”nden sorumlu olduğu söylenen BM’nin, İsrail katliamları karşısındaki “görevi” tamamlanmış olur.

Bir haftada 100’e yakın Filistinli’yi katleden, 400’ünü yaralayan işgalci İsrail ordusu, Beyt Hanun katliamıyla barbarlığı doruğa çıkardığında da, tahmin edileceği gibi BM, tüm bu vahşete rağmen yine her zamanki tiksinti verici mizansenini tekrarlamakla yetindi.

AB’nin başını çeken Almanya, siyonist cellatların kalkanı

AB’de temsil edilen Avrupalı emperyalistlerin İsrail barbarlığı karşısında aldıkları tutum BM’den çok farklı değil. “İnsan hakları şampiyonu” olduğunu savunan AB ülkeleri, sözkonusu İsrail olunca ne ırkçılığa, ne işkenceye, ne katliamlara, ne de Filistin topraklarının gaspedilmesine itiraz eder.

Irkçı-siyonistlerin AB içindeki uzantılarının etkisini gösteren bu riyakarlık, İsrail barbarlığıyla suç ortaklığı anlamına gelmektedir. Seçimlerde Hamas’a oy verdikleri için Filistin halkını açıkla diz çöktürmek isteyenlerin başında AB gelmektedir. ABD-İsrail ikilisi ile ortak hareket ederek Filistin yönetimine yaptığı “yardımı” kesen AB şefleri, aldıkları tutumu Hamas’ın işgale karşı direnişte şiddete başvurması ile gerekçelendiriyorlar.

“Şiddete karşı” olan AB, Temmuz ayında bu yana 400’e yakın Filistinli’yi katleden İsrail ordusunun saldırılarına sessiz kalarak destek oluyor. Siyonist cellatlar katliam listesine Beyt Hanun’u ekledikleri gün, sinagog açan Almanya devlet başkanı Horst Köhler, Yahudi düşmanlığına karşı kararlılıkla mücadele edilmesi gerektiğini vaazediyordu. Ne “tesadüf”tür ki, halkların İsrail vahşetini lanetledikleri gün Horst Köhler, “Yahudi düşmanlığı”na karşı çıkma kisvesi altında siyonist cellat takımını aklamakla uğraşıyordu.

Bu arada Başbakanı Recep Tayyip kasap Şaron’la kırmızı telefon hattı kurarken, ırkçı-siyonist rejimin şeflerini evinde ağırlayacak kadar onlarla samimi olan Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün, Beyt Hanun katliamı dolayısıyla İsrail’i “sert” ifadelerle kınadığı söyleniyor. Riyakarlık ancak bu kadar olur.

Abdullah Gül, İsrail’e milyar dolarları bulan silah alımı ve savaş uçağı modernizasyonu ihalesi veren bir rejimin dışişleri bakanıdır. Dahası, İsrail ile “stratejik ittifak” yaparak, Filistinli çocukların üzerine füze yağdıran pilotları Konya ovasında eğiten de bu aynı Amerikancı rejimdir. Filistinli çocukları parçalayan bombaların finansmanı için İsrail silah tekellerine milyar dolarlar akıtan bir rejimin dışişleri bakanı, Beyt Hanun’da yapılan katliamın suç ortağı olabilir ancak.

Arap Birliği, İslam Konferansı Örgütü gibi, sözümona Filistinlilerle ulusal ve dinsel yakınlık içinde olan kuruluşların tutumu da en az diğerleri kadar utanç verici ve soysuzcadır.

İsrail’i “kınayan” birkaç vaaz dışında, siyonist barbarlığa karşı kılını kıpırdatmayan “uluslararası toplum”un tutumu, kapitalist/emperyalist zincirin halkaları olan bu güçlerin, yaşamın değil ölümün, insanlığın değil barbarlığın safında olduklarının açık göstergesidir. Demek ki, yaşamı ve insanı savunmanın yegane yolu var. O da siyonizmi de hedef alan anti-emperyalist/anti-kapitalist mücadeleyi yükseltmektir.


Siyonistlerin ortakları timsah gözyaşları döküyor!

Türk askerinin -sonradan yeri değiştirilerek- gönderildiği Güney Lübnan’daki Hıyam’ın, İsrail’in radyoaktif kalıntılarıyla yüklü olduğu kanıtlandı. İtalyan gazeteciler Flaviano Masella, Angelo Saso ve Maurizio Torrealta, yaptıkları araştırmanın sonuçlarını, “Güney Lübnan’daki Hıyam: Bir Bombanın Anatomisi” başlığı altında yayınladılar. Araştırma daha önce haberi veren İtalyan devlet televizyonu RAI’nin internet sayfasında da yer aldı. Masella, yaptığı açıklamada, “Yaptığımız araştırma, İsrail’in atmış olduğu bombaların, Hıyam’da radyoaktif kalıntılar bıraktığını kanıtladı. The Independent (İngiliz gazetesi), zayıflatılmış uranyum içeren bombalar kullanıldığını ortaya çıkarmıştı. Bölgeden aldığımız toprak örneği ise sadece zayıflatılmış uranyum değil, zenginleştirilmiş uranyum kullanıldığını da gösterdi’’ dedi.

Bölgeden aldıkları toprak örneklerini üniversitelerin ilgili bölümlerinde tahlil ettirerek bu sonuçları elde eden gazetecilerin açıklamalarına rağmen, gerek Birleşmiş Milletler gerekse de Türk yetkililer durumu inkar etmeyi sürdürüyor. Ancak inkarcı yetkililerin elinde aksini gösteren farklı inceleme sonucu da bulunmuyor. Eğer var da açıklamıyorlarsa, bu, İtalyan gazetecilerle aynı sonuçları aldıkları ve fakat kamuoyundan gizleme gibi ek bir suça imza attıklarını gösteriyor.

Ek bir suç... Çünkü onların ilk büyük suçu, Lübnan halkına yönelik siyonist katliamı destekleyerek, ellerini, gönüllerini, beyinlerini yüzlerce Lübnanlı’nın kanına bulamaktır. Lübnan’a Birleşmiş Milletler şemsiyesi altında gönderilen taburların siyonist ordulara piyonluk için gönderildiğini, sadece sosyalistler değil, düzen medyasının pek çok organı da kabul ve ilan etti. Bugün, İtalyan gazetecilerin ortaya çıkardığı/kanıtladığı gerçek karşısındaki inkarcı tutumları da gösteriyor ki, Türk devleti, emperyalist-siyonist haydutluğa yandaşlık yaparak, sadece Lübnan, Filistin, Irak, Afganistan ve dünya halklarına karşı değil, onlarla birlikte Türkiye halklarına karşı da ağır bir suç işlemektedir. Emperyalizme uşaklık/siyonizme yandaşlık uğruna kendi insanına gözünü bile kırpmadan kıyabileceğini bir kez daha kanıtlamış olmaktadır.

İsrail siyonizmiyle bu sıkıfıkılık, bu ‘stratejik’ suç ortaklığı orta yerde dururken, Lübnanlı, Filistinli bebelerin kanı ellerinden damlamaya devam ederken, Dışişleri Bakanı Gül’ün, kalkıp, son Beyt Hanun katliamı üzerine ahkam kesmesi, ‘bu bir katliamdır’ türünden laflar etmesi, timsah gözyaşlarıyla bile tanımlanamayacak bir yüzsüzlüğün, arsızlığın, dibe vurmuş bir ahlaksızlığın tezahürüdür.

Bir yandan ve her fırsatta, “topçu bir kilometre hata yapmış, top mermileri sivillerin üzerine düşmüş, o yüzden ölmüşler! Savaşta böyle şeyler olur”muş! açıklamalarıyla, adeta, bebek ölüleriyle dalga geçen faşist katillerle ‘stratejik’ ortaklığınızla övüneceksiniz, öte yandan, ‘stratejik’ desteğinizle işlenen vahşi katliamların ‘katliam’ olduğu açıklamalarıyla, güya günah çıkaracaksınız!.. O günahlarınızı belki hahamlar, papazlar, hocalar ‘çıkarabilir’!.. Fakat Ortadoğu halkları, Türkiye halkları suçlarınızı asla unutmayacak ve bunların hesabını kesinlikle vereceksiniz.

“Filistin Halkı bu iğrenç paylaşıma

Süngülenmiş bir bebek gözünde baktı

Ve kör, sağır, dilsiz bir dünyaya

Suskun öfkelerin kanı aktı”


Emperyalist dünyanın temsilcisi BM Filistin sorunuyla oynamaya devam ediyor

Geçtiğimiz günlerde biri New York, diğeri İstanbul’da olmak üzere iki “önemli” toplantı gerçekleştirildi. BM bünyesinde gerçekleştirilen bu toplantıların ortak özelliği, “uluslararası toplum” da denilen BM’in işlevsizliğini bir kez daha göstermiş olmasıydı.

İlk toplantı, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin, İsrail’in Gazze saldırısı nedeniyle kınanmasını öngören ve İsrail birliklerinin bölgeden derhal geri çekilmesini talep eden tasarısını görüştü, oyladı, fakat onaylayamadı. Çünkü beklendiği gibi tasarı yine ABD tarafından veto edildi.

İstanbul’da yapılan ikinci toplantı, yine, BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın çabalarıyla oluşturulduğu belirtilen, Medeniyetler İttifakı Projesi Üst Düzey Grup’unun 4. toplantısıydı. Toplantı bitiminde açıklanan rapora göre, bu toplantının da ana konusu Filistin sorunu imiş. Ve Annan’ın bu “üst düzey” grubu, Filistin sorununu Doğu-Batı çatışmasının merkezine oturtuyor, bu sorun çözülmeden çatışmanın durmayacağını düşünüyormuş!.. Raporda bir takım çözüm önerileri de yer alıyor. Ancak, ilk toplantının da gösterdiği gibi, ne BM ve ne de onun bünyesinde oluşturulan ‘üst düzey’ gruplar bu sorunu çözme gücüne sahiptir. Sorun tek başına ABD vetoları, bu vetolarla BM’in işlevsizleştirilmesi değildir. Sorun, BM’i oluşturan güçlerin toplam niyet veya niyetsizliğidir.

BM ya da gayrı resmi söylemleriyle “uluslararası toplum” denilen, emperyalist/kapitalist dünyadan başkası değildir. Filistin sorunu başta olmak üzere, dünyanın her yanında yaşanan sorunların, çatışmaların, anlaşmazlıkların, savaşların, katliamların baş sorumlusu bu emperyalist dünyadan başkası değildir. BM’in vetocu üyesi ABD ise bu emperyalist haydutlar dünyasının şefliğini sürdürmektedir.

BM geçen hafta görüştüğü türden bir konuyu, bir tasarıyı, mazlum halkların gözünü boyamak için gündemine alır. Görüşür. Sıra oylamaya geldiğinde ABD vetosuyla tasarı rafa kaldırılır. Bu, yıllardır uygulanan aşağılık bir metot. Metodun uygulayıcıları Annan türünden satılmış hainlerdir. Yardakçı ve destekçileri ise, Çırağan toplantısının da ortaya koyduğu gibi, Türk devleti türünden emperyalizm uşağı, siyonizm yandaşlarıdır. Türkiye’deki pek ‘müslüman’ parti hükümetinin, siyonist katliamlar karşısında döktüğü timsah gözyaşlarına, bu toplantıyla birlikte, “çözüm önerileri” de eklenmiş oldu. Hükümet, üst düzey grubun “Filistin sorununa çözüm” önerilerine, Erdoğan’ın dehaletiyle, Başbakanlık düzeyinde katıldı. Fakat, İsrail’in bu ‘stratejik’ ortakları, ne timsah gözyaşları ve ne de sahte çözüm önerileriyle Filistin halkını kandırma imkanına sahip bulunmuyor. Filistin halkı, sorunun çözümü konusunda son derece gerçekçi bir fikre sahip.

Her sorunda olduğu gibi Filistin sorununda da çözümün, kaynağında aranması gerekiyor. Ancak, BM üzerinden lanse edildiği gibi, sorunu çözecek olan sorunun kaynağı değildir. Bir başka ifadeyle, kaynağı konumundaki emperyalizm Filistin sorununu çözemez. O, bu ve benzeri sorunları, kanlı egemenliğinin devamı için kullanmak üzere, özel olarak çıkarmakta, büyütmektedir. Çözmeyeceği gibi, çözme niyetinde olanları engellemek için de elinden geleni yapmaktadır.

Filistin sorununun çözümü, emperyalizm sorununun çözümüyle doğrudan bağlantılıdır. Dolayısıyla, tüm dünya halklarının ve işçi sınıflarının kurtuluş mücadelesiyle bağlantılı olmak zorundadır. Direnen Filistin, bir kez daha, yüzünü devrime ve sosyalizme çevirmeli ve bu onurlu halka karşı sistemleştirilmiş emperyalist-siyonist katliamları önlemek için dünya işçileri ve emekçileri artık harekete geçmelidir.


Arap Birliği’índen utanç verici manevra...

“Ambargoyu delme” iddiası kocaman bir yalan!

Mısır’ın başkenti Kahire’de yapılan Arap Birliği Dışişleri Bakanları toplantısının ardından yapılan açıklamada, Arap Birliği’nin Filistin’e uygulanan ambargoya uymayacağı bildirildi.

Arap Birliği Genel Sekreteri Amr Musa, düzenlediği basın toplantısında, Arap bankalarını Filistin’e uygulanan uluslararası ambargoya uymamaya çağırdı. Musa, “Filistin’e para ve tıbbi malzeme yardımlarını aktarmamız gerekir” dedi.

Toplantıda Amerikancı Suudi Arabistan rejimini temsil eden Devlet Bakanı Nizar bin Ubeyd Medeni, Arap Birliği ülkelerine, Filistin’e uygulanan ambargoyu topluca delme çağrısında bulunmuştu. Amr Musa’nın açıklamasına bakılırsa, Ubeyd Medeni’nin çağrısı Arap Birliği’nde karşılık bulmuş.

Arap Birliği gibi ciddi irade koymaktan aciz bir organizasyonun aldığı bu karar, ilk bakışta “takdire şayan” görünüyor. Zira Filistin halkını açlıkla terbiye etmeye çalışan emperyalist/siyonist güçlerdir. Arap Birliği’nin, dünyanın bu en zorba güçlerine rağmen Filistin halkının yanında saf tutması azımsanacak bir tutum değil. Ancak ne yazık ki, Arap Birliği böyle bir cesareti göstermekten çok uzaktır.

Hatırlanırsa eğer, ABD-İsrail ikilisi ile onların izinde giden AB, seçimlerde Hamas’ı tercih ettiği andan itibaren Filistin halkını açlıkla boğma saldırısını başlatmıştı. Abluka 8 aydır devam ediyor. Üstelik bu faşist zorbalığa İsrail ordusunun vahşette sınır tanımayan saldırıları da eşlik etti. Bu saldırılarda, sadece Temmuz ayından bu yana 500’ü aşkın Filistinli siyonist caniler tarafından katledildi.

Bu geçen sürede Arap Birliği ne yaptı? İsrail’i kınayan birkaç işe yaramaz açıklama, ya da “uluslararası toplum”u göreve çağıran naif sızlanmaları saymazsak, kocaman bir hiç!

Şimdi aradan 8 ay geçtikten, Filistin halkının yüzde 80’i açlık ve zulüm altında kıvrandıktan, halkın seçtiği hükümet bu boğucu ablukanın kısmen de olsa hafifletilmesi için istifa etmeyi kabul ettikten sonra, Arap Birliği ambargoyu delme “cüretinde” bulunduğunu açıklıyor. Üstelik Arap Birliği, bu “kahramanlığı” Ortadoğu’nun en Amerikancı, Ortaçağ kalıntısı Suudi Arabistan rejiminin önerisiyle yaptığını açıklıyor.

Arap Birliği’nin kararı, emperyalist/siyonist güçlere karşı çıkma iradesinin bir yansıması değil, Filistin ve diğer Arap halklarını aldatmaya dönük utanç verici bir manevradır. Zira bu karar, ancak emperyalist/siyonist güçlerin Hamas hükümetini etkisiz kılma noktasında amacına ulaştığına kanaat getirildikten sonra alınabilmiştir.

Bu arada Arap Birliği kararının açıklandığı günlerde, Filistin-Lübnan halklarının celladı İsrail Başbakanı Ehud Olmert, Washington’da Amerikan basınına verdiği demeçlerde, Suudi Arabistan Kralı Abdullah bin Abdülaziz ile Birleşik Arap Emirlikleri liderlerini Lübnan savaşı sırasında izledikleri politikalardan dolayı tebrik etti. Bu tebrik, “ambargo delme” önerisini getiren Suudi Arabistan rejiminin hangi safta olduğunu yeterli ölçüde açıklıyor.

Arap ülkelerindeki egemen sınıfların, emperyalist/siyonist zorbaların Filistin halkına reva gördüğü zulüm karşısındaki tutumları, bağımlı ülkelerdeki rejimlerin soysuzlaşmada hiçbir sınır tanımadıklarının çarpıcı bir yeni göstergesi olmuştur.