17 Kasım 2006 Sayı: 2006/45 (45)
  Kızıl Bayrak'tan
   İstanbul İşçi Kurultayı... Devrimci sınıf çizgisinde kararlı ve soluklu bir çalışmanın belirgin başarısı!
  Nitelik ve nicelik olarak güçlü bir devrimci sınıf hareketi etkinliği!
  KHK temsilcisi’nin Kurultay’da yaptığı konuşma...
  Kurultay’a gelen mesajlardan...
Sınıf bilinçli işçiler İstanbul İşçi Kurultayı’nı değerlendiriyor...
Burjuva ideolojik egemenliğe karşı mücadele ve sınıf hareketi
İşçi sınıfının toplumsal konumu ve tarihsel devrimci misyonu (Orta Sayfa)
 Kürt sorununun çözümünde boş hayaller
  Susurluk düzeninin mahkemesi Susurlukçu Sedat Bucak’ı akladı
  Asgari ücret hakkı için sesimizi yükseltelim!
  Ticari Eğitime Karşı Gençlik Koordinasyonu 3. Toplantısı Sonuç Bildirgesi:
  ODTÜ’de soruşturma saldırısına karşı “Arkadaşıma Dokunma!” kampanyası
  Enosis, Taksim, milliyetçilik ve Kıbrıs: AB yolunda engel mi? - Yüksel Akkaya
  Amerikan rejimi Irak konusundan politika değişikliği arayışında…
  Emperyalist-kapitalist düzenin efendileri siyonistlerin suç ortaklarıdır!
  “Medeniyetler buluşması” mı, emperyalist saldırganlığa hizmet mi?
  Ateşkes süreci... M. Can Yüce
  Sözkonusu olan ticarettir! - Mumia Abu-Jamal
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Susurluk düzeninin mahkemesi Susurlukçu Sedat Bucak’ı akladı

İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam eden Susurluk davasının son sanığı Sedat Bucak da aklandı. Mahkeme’nin 1 yıl kadar ceza verip, “bir daha suç işlemeyeceği”ne dair de kanaat oluşturarak bu cezayı da ertelemesiyle, Susurluk baştan ayağa aklanmış oldu. Zaten, kamuoyu basıncı oluşmasa bu davaların bile açılmayacağı biliniyordu. Susurluk’ta ‘kazaen’ ortaya saçılan kontrgerilla pisliği, o dönemde, devletin en tepesinde yer alanlar tarafından savunulmuştu. Dönemin Başbakanı, ‘bizim için kurşun atan da kurşun yiyen de şereflidir’ derken; Mehmet Ağar katili de ‘bin operasyon’ açıklamasıyla sahipleniyordu kontra örgütlenmesini ve kirli faaliyetlerini.

Susurluk davası, kazaen ortaya çıkanlardan önce bunlara açılmalıydı. Çünkü bunlar, örgütlenmenin tepelerinde yer aldıklarını adeta itiraf etmişlerdi. Fakat öyle olmadı. Dava kazayla ortaya çıkmış kimi alt kademe görevliler hakkında açıldı. Dava sonuçlarının da gösterdiği gibi, açılış amacı hiç de suçun cezalandırılması değildi. Amaç, sanıklarla birlikte Susurluk’un, işin aslında ise çeteleşmiş devletin aklanması idi, sonuçta böyle de oldu.

Devletin ve düzenin Susurluk konusundaki tutumu, kontrgerillanın Türkiye’ye özgü yanlarına da açıklık getirmiş oldu.

Bir; Türkiye’nin düzeni baştan sona kontralaşmıştır. Başta ordunun kurmay heyeti, ardından hükümeti muhalefetiyle düzen partileri, mahkemeleri ve özellikle de medyasıyla, bu düzen tepeden tırnağa kontracıdır. Sermaye sınıfı komplolar, suikastler, cinayetler, andıçlar olmadan yönetemez hale gelmiştir.

İki; bununla bağlantılı olarak, düzen cephesinde yasadışı oluşumlara ve işledikleri suçlara karşı çıkacak, ‘temizlik’ isteyecek bir kurum kalmamıştır. Susurluk’ta kaza ile ortaya dökülen kirli-kanlı ilişkilerin, devletin en tepesindekiler tarafından nasıl sahiplenildiği, savunulduğu biliniyor. Sonrasında, yine kazaen, ortaya çıkan kontra çetelerinin de, yine devletin ve ordunun en tepesindekiler tarafından sahiplenildiği, korunup kollandığı, aklandığı, ödüllendirildiğini izlemiş olduk. Şemdinli’de böyle oldu, hükümete karşı yıpratma operasyonu kapsamındaki komplolarda açığa çıkan Atabeyler Çetesi’nde yine aynısı yaşandı. Şemdinli bombacılarını, şimdi Genelkurmay Başkanlığı’na yükseltilmiş olan Büyükanıt bizzat sahiplenmiş, Şemdinli iddianamesinde de kontrgerillanın tepesindeki isimlerden biri olarak adı geçmişti. Bu, kontracı ordunun kurmay heyetini tümden celallendirdi ve Büyükanıt’la birlikte kontrgerilla örgütlenmesini adeta açıktan savunmaya giriştiler.

Eh, artık mahkeme heyetleri de bu ‘durum’dan gerekli ‘vazife’yi çıkarmalıydı. Nitekim, gerek Atabeyler davası, gerek Şemdinli davası ve gerekse de bugünlerde sonuçlandırılan Susurluk davası, kontrgerilla ve suçlarının aklandığı birer kürsüye dönüştürüldü.

Kontrgerilla’nın kazaya uğradığı ve açığa çıktığı başka bazı ülkelerde -İtalya örneğinde olduğu gibi-, sistem bu örgütlenmeyi belirli düzeylerde de olsa tasfiyeye yönelerek kendini aklama yolunu seçmiş olabilir. Başlangıç itibariyle ve esası yönünden özel olarak Sovyetler Birliği’ne ve genelde sosyalizm tehlikesine karşı CİA-NATO önderliğinde örgütlenen kontrgerillaya, ‘Soğuk Savaş’ın sona erdiği koşullarda artık gerek kalmadığını düşünebilirler.

Fakat Türkiye açısından durum oldukça farklıdır. Ya da zamanla farklılaşmıştır. Başlangıçta ve yıllarca sola, devrimci ve sosyalist örgütlenmelere, hatta ‘77 1 Mayıs’ı örneğinde görüldüğü gibi sınıf hareketine karşı kullanıldı. Yüzlerce devrimci, işçi, sendikacı, aydın kontra çeteleri tarafından katledildi. “Faili meçhul” kalan her siyasi cinayetin kontrgerilla tarafından işlenmiş kabul edilmesi gerektiği, kimi düzen kalemleri tarafından bile teslim edilmiş bir gerçek oldu.

Yine ABD’de, Pentagon-CİA merkezlerinde pişirildiği bilinen 12 Eylül faşist darbesinin hazırlık sürecindeki onlarca suikast, cinayet, toplu katliam bu kanlı örgütün suç hanesinde yazılı duruyor. Demokratik kitle hareketi ve devrimci hareketin kanlı bir darbeyle bastırılmasını takip eden yıllarda ise, giderek yükselen Kürt ayaklanmasına yöneldiler, odaklandılar. Sermaye devletinin Kürt halkına karşı kirli savaşının en kirli-kanlı silahı oldu kontrgerilla. Onlarca Kürt aydın bu kanlı silahla imha edildi. Gazeteler bombalandı, gazeteciler kaçırıldı, kurşunlandı, katledildi. Sadece PKK gerillaları değil, sadece onların aileleri, köylüleri değil, hatta sadece Kürt olanlar da değil; PKK’ye yönelik dezenformasyon için ‘Türk’ öğretmenler topluca katledildi, Türk köyleri basıldı. Kardeş bir halka karşı yürütülen kirli savaşa yeterince karşı koyamayan Türk halkı da kontra saldırılarından nasibini aldı.

Kontracı düzen Kürt sorununu ‘demokratik’ yollardan ve düzen içinde çözmeye asla yanaşmadı. Bu tutum aynı zamanda kontra örgütlenmesine duyduğu ihtiyacın da sürmesini sağladı. Şemdinli olayları kontrgerillanın Kürt halkına karşı yürütülen kirli savaşın temel araçlarından biri olmayı sürdürdüğünü gösterdi. Öte yandan, Cumhuriyet gazetesinin bombalanması ve Danıştay saldırısı ardından açığa çıkarılan Atabeyler Çetesi ve faaliyetleri de, düzen içi iktidar mücadelesinde de aynı kanlı örgütten yararlanmaya devam ettikleri görüldü.

Susurluk sürecinde yükselen ‘aydınlık’ talepleri, reformist akımlar tarafından ve bir kaç kontracı tetikçiyi yargılamak suretiyle sistemin temizlenmesi hedefine yöneltilmeye çalışıldı. Oysa, sistemin yapısı ve ihtiyaçlarının gösterdiği gibi, sermaye düzeni kontrgerillayı kendini kirleten bir şey olarak görmemektedir. Dolayısıyla ondan temizlenmek gibi bir sorunu bulunmuyor. Kontrgerillayı temizleme görevi, sistem karşıtı mücadelenin, sistemin alternatifi devrimci sınıfın omuzlarında duruyor.

Bu suç örgütünün hedefindekiler, Türkiye işçi sınıfı, Kürt işçi ve emekçiler, devrimci ve sosyalist hareket, sistemin kontra faaliyetlerine karşı son derece dikkatli, donanımlı, hazırlıklı hareket etmeli, ondan bir an önce kurtulabilmek için, sistemi bir an önce ortadan kaldırmaya çalışmalıdır.


Ankara: “Anti-emperyalistler yargılanamaz!”

Emperyalizme ve Siyonizme Karşı Ankara Platformu 6 Eylül tutuklamaları ile ilgili bir basın açıklaması gerçekleştirdi. “Anti-Emperyalistler Yargılanamaz!” şiarıyla başlatılan kampanyanın ilk adımı olarak gerçekleştirilen basın açıklaması aynı zamanda kampanyanın deklarasyonu niteliğindeydi.

15 Kasım Çarşamba günü saat 12:30’da Yüksel Caddesi’nde gerçekleştirilen basın açıklamasında “Anti-emperyalistler yargılanamaz!”, “Tutuklananlar serbest bırakılsın!”, “Tezkere iptal edilsin!”, “Yaşasın devrimci dayanışma!” sloganları sıklıkla atıldı.

Yapılan açıklamada; “Hatırlanacağı gibi 6 Eylül günü tezkereyi ve Türkiye’de bulunan Kofi Annan’ı protesto etmek ve Türkiye’nin dört bir yanında toplanan imzaları Başbakanlığa iletmek isteyen anti emperyalistlere saldırılmış pek çok kişi gözaltına alınmıştı. 18 kişi ise tutuklanarak F tiplerine atılmıştı. İşte bu tutuklanan 18 kişi, aradan 2 ayı aşkın bir süre geçmiş olmasına rağmen hala mahkemeye çıkarılmamıştır. En demokratik haklarını kullanmak isteyenlere karşı yapılan bu gözaltı ve tutuklamayla ‘politikalarımıza karşı çıkanların sonu bu olur’ denmek istenmekte halka gözdağı verilmektedir.

İktidar, muhalefete saldırarak, emperyalizmle ve siyonizmle yapılan anlaşmaları yürürlükte tutarak ve en nihayetinde Ortadoğu’ya gönderdiği askerle katliama ve işgale ortak olmaktadır. Tüm bunları yaparken de çatlak ses istemediğinden baskı ve tutuklamalara giriştiği ortadadır” denildi.

Açıklama şu sözlerle sona erdi: “Biz aşağıda imzası olanlar, 2 ayı aşkın bir süredir tutuklu bulunan 18 kişinin bir an önce serbest bırakılmasını istiyoruz. Tezkerenin ve ikili anlaşmaların iptal edilerek Ortadoğu’da yaşanan katliam ve işgal ortaklığına son verilmesini istiyoruz. Emperyalizme karşı herşeye rağmen halkların kardeşliği temelinde mücadelemizi sürdüreceğimizi ilan ediyor tüm halkımızı mücadeleye çağırıyoruz!”

Platformun gerçekleştirdiği basın açıklamasına İHD, Ankara Halkevleri ve Ankara ‘78’liler Derneği destek verdi.

Kızıl Bayrak/Ankara