17 Kasım 2006 Sayı: 2006/45 (45)
  Kızıl Bayrak'tan
   İstanbul İşçi Kurultayı... Devrimci sınıf çizgisinde kararlı ve soluklu bir çalışmanın belirgin başarısı!
  Nitelik ve nicelik olarak güçlü bir devrimci sınıf hareketi etkinliği!
  KHK temsilcisi’nin Kurultay’da yaptığı konuşma...
  Kurultay’a gelen mesajlardan...
Sınıf bilinçli işçiler İstanbul İşçi Kurultayı’nı değerlendiriyor...
Burjuva ideolojik egemenliğe karşı mücadele ve sınıf hareketi
İşçi sınıfının toplumsal konumu ve tarihsel devrimci misyonu (Orta Sayfa)
 Kürt sorununun çözümünde boş hayaller
  Susurluk düzeninin mahkemesi Susurlukçu Sedat Bucak’ı akladı
  Asgari ücret hakkı için sesimizi yükseltelim!
  Ticari Eğitime Karşı Gençlik Koordinasyonu 3. Toplantısı Sonuç Bildirgesi:
  ODTÜ’de soruşturma saldırısına karşı “Arkadaşıma Dokunma!” kampanyası
  Enosis, Taksim, milliyetçilik ve Kıbrıs: AB yolunda engel mi? - Yüksel Akkaya
  Amerikan rejimi Irak konusundan politika değişikliği arayışında…
  Emperyalist-kapitalist düzenin efendileri siyonistlerin suç ortaklarıdır!
  “Medeniyetler buluşması” mı, emperyalist saldırganlığa hizmet mi?
  Ateşkes süreci... M. Can Yüce
  Sözkonusu olan ticarettir! - Mumia Abu-Jamal
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Enosis, Taksim, milliyetçilik ve Kıbrıs:

AB yolunda engel mi?

Yüksel Akkaya

Kıbrıs “fatihi” Mustafa Bülent Ecevit’in “çözmüş” olduğu Kıbrıs sorunu uluslararası arenada Türkiye için otuz yıldır bir sorun olmaya devam etmektedir. Yakın dönemin tartışmalarını ise Avrupa Birliği üyelik süreci oluşturmaktadır. Taşların tam yerine oturması için biraz tarihe bakmakta yarar var.*

Başlangıçta milliyetçi renkler de taşıyan anti emperyalist bir hareket olarak İngilizlere karşı verilen mücadele, zamanla, Rum ırkçı-milliyetçi hareketine dönüşerek ENOSİS’te somutlaştı. ENOSİS, bir tepki olarak karşıtı Türk milliyetçiliğini tetikledi, böylece, ada hızla iki milliyetçi hareket ekseninde ayrışmaya başladı. Bunun sonucunda, iki toplumlu üniter bir devlet olan Kıbrıs Cumhuriyeti Aralık 1963 olayları ile bir yol ayrımına geldi. Bu süreç, Kıbrıslı Türkler’in, 21 Aralık 1963 olayları sonrasında, devletin yasama, yürütme, denetim ve yargı kademelerinden dışlanması ile sonuçlandı. Kıbrıslı Rumlar’ın denetimine geçen Kıbrıs Cumhuriyeti, bu yapısını günümüze kadar korudu. Kıbrıslı Türkler ise çeşitli isimler ve yönetim biçimleri yaşadıktan sonra halen sadece Türkiye tarafından tanınan ve Kıbrıslı Türkler’in denetiminde olan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile siyasi varlığını devam ettirmektedir. Dünya siyasi tarihinin en uzun süreli sorunlarından biri olan Kıbrıs sorunu şimdi AB üyeliği sürecinde, Enosis ve Taksim aşamalarından sonra yeni bir evreye girmiş, her iki kesim arasında da farklı tartışmalara, eğilimlere yol açmış bulunmaktadır. Bu süreçten en çok etkilenenler ise Kıbrıslı emekçiler olmuştur.

Kapitalist üretim ilişkilerinin ortaya çıktığı her yerde olduğu gibi Kıbrıs’ta da toplumsal sınıflar belirginleştikçe sınıf eksenli bakışaçısı da oluşmaya başlamış, işçiler örgütlenmeye yönelmiştir. Türk ve Rum işçilerin aynı çatı altında örgütlenmeye başlaması ise, başlangıç açısından oldukça önemlidir. Çünkü milliyetler temelinde bir örgütlenme yerine, daha bilinçli olarak sınıf temelinde, sınıf çatısı altında örgütlenmeye yönelinmiştir. 1919 yılında kurulan ve her iki milliyetten işçileri çatısı altında örgütleyen, İnşaat İşçileri Birliği bu nedenle doğru bir başlangıçtır. İnşaat işçilerinin örgütlenmesini, izleyen yıllarda tütün işçileri, liman işçileri, terziler, berberler izledi. Sendikal örgütlenmeyi çetin grevler izledi. Bu grevlerde de Rum ve Türk emekçiler omuz omuza mücadele etti.

Kıbrıs’ta kapitalistleşme sürecine ve yabancı işletmelerin kuruluşuna bağlı olarak da artan işçi sayısı hızla yeni sendikal örgütlenmelere ve sendikal örgütlenmede ayrışmalara yol açtı. İşçi sınıfının ortaya çıkışı ve nicelik olarak artışı sınıf perspektifli yaklaşımlara da kan vermeye başlıyordu. İngiliz sömürgeciliğine karşı gelişen anti-emperyalist hareket, giderek sınıfsal tonlara da bürünerek, embriyonik halde de olsa sınıf eksenli bir mücadelenin dinamiklerini oluşturmaya aday görünüyordu. Kıbrıslı Rum ve Türk işçiler aynı çatı altında örgütleniyor, aynı çatı altında mücadele ediyorlardı. Ancak, milliyetçi temelde hızla güçlenen Enosis temelli anti-emperyalist, sömürge karşıtı mücadele hem Kıbrıs Komünist Partisi’ni hem de sendikal örgütlenmeyi tehdit ediyor, Rum ve Türk işçilerin birlikteliği üzerinde olumsuz etkilerini gösteriyordu. İzleyen yıllar ayrışmanın derinleştiği yıllar oldu. Hem bir üst kuruluş olarak PEO’nin hem de komünist hareketin Enosis kıskacında kalması, bu nedenle milliyetçi söyleme yönelmesi 1940’lı ve 1950’li yıllarda, Türk işçileri rahatsız etse de büyük bir ayrışmaya yol açmamıştı. Ancak Enosis’in 1958’de karşıtı Taksim’i yaratması ile birlikte işçi sınıfı da hızla milliyet temelinde bölünmeye başlamıştır. Volkan’ın, Özel Harb Dairesi tarafından, Türk Mukavemet Teşkilatı’na (TMT) dönüştürülmesi ile birlikte ayrışma süreci dışarıdan müdahaleler ile daha da hızlandırılmıştır. TMT Rumlarla ortak sendikalarda PEO çatısında örgütlü mücadeleye devam etmek isteyenlere karşı şiddete dayalı baskıya başvurmuş, çok sayıda sendikacı bu şiddet sonucunda ya yaralanmış ya da ölmüştür. TMT Türk işçilerin PEO’den istifa ettiklerini gazetede ilan etmemeleri halinde öldürüleceğini bir ilan ile duyurmuş, bunu da kararlılık ile yerine getirmiştir. Böylece tek çatı altında sınıf temelli örgütlenme yerini milliyet temelinde, milliyetçi duygular içeren bir örgütlenmeye terk etmiştir. Enosis ve Taksim işçiler nezdinde de somutlaşarak iki toplum, iki sendikaya bürünmüştür. Geriye, nostaljik olarak Rum ve Türk işçilerin birlikte mücadeleleri ve unutulmaz grevleri kalmıştır.

Kıbrıs’ta kapitalizmin gelişim sürecine bağlı olarak işçi sınıfının ortaya çıkması, çalışma hayatında meydana gelen bu yeni durum, Kıbrıs yöneticilerini çalışma hayatına yönelik yasaları çıkarmaya itmiştir. Örneğin, örgütlenme sürecinin sonucunda oluşan sendikalar, 1932 yılında Sendikalar Yasası ile yasal olarak kabul edilmek zorunda kalındı. 1932 Sendikalar Yasası çeşitli değişikliklere rağmen, izleyen yıllarda da, esas yasa olarak uygulanmaya devam etti. Toplu iş sözleşmesi ve iş uyuşmazlıkları ile ilgili olarak Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rum işçi ve işveren kuruluşlarının 1962 yılında imzaladıkları Temel Anlaşmalar, “Anlaşma için Standart Görüşme Kuralları” ve “İş Uyuşmazlıkları ve İhlallerinin Çözümlenmesi Temel Kuralları”ndan oluşuyordu. Yine bu dönemde, İngiliz sömürge döneminde kabul edilip yürürlüğe konan çeşitli Uluslararası Çalışma Örgütü (UÇÖ) sözleşmeleri de çalışma ilişkilerinin yasal temelini oluşturdu.

I. Brown, bu ayrışma sürecinde, Kıbrıs sendikal hareketine müdahale etmiş, tek çatı altında sendikalaşmayı savunmuş, bu yönde göz ardı edilemeyecek çabalarda bulunmuştur. Ancak, 1950’li yılların ikinci yarısında pek çok kez Kıbrıs’a giden bu CIA ajanı, her iki tarafın da güçlü milliyetçi tutumları karşısında başarılı olamamıştır. Başarılı olamayışındaki en önemli unsur ise Türk tarafının katı tutumu olmuştur. Zira Kıbrıs Türk sendikacılığının oluşumuna ve gelişimine, her yolu deneyerek, destek veren TMT ve Özel Harp Dairesi, belirli bir dönemden sonra bu sendikaları direnişin, milliyetçi mücadelenin de birer aktörü ve aracı olarak görmüş, onları bu yönde kullanmıştır. Bu nedenle de Kıbrıs Türkleri’nin sendikal örgütlenmesi CIA ajanı I. Brown’a bırakılmayacak kadar hassas bir konumda idi, sendikal yapılanma CIA’nin değil Türkiye’nin isteğine göre yapılacaktı: Milliyetçi ve militan, Taksim’den yana.

Rumlar arasında Enosis, Türkler arasında Taksim işçiler nezdinde güçlü bir şekilde kök salarak iki milliyetçi toplumun ve bir türevi olarak bu temelde örgütlenen iki sendikal yapının temellerini atmıştır. Geriye, nostaljik olarak Rum ve Türk işçilerin, 1950’ler öncesinde birlikte verdikleri sınıf temelli mücadeleler ve emek-sermaye çelişkisi ile mücadelesinin derinleştiğini gösteren unutulmaz grevler kalmıştır.

1960’ta bağımsızlığına kavuşan Kıbrıs’ta, üç yıl gibi kısa bir süre sonra, 1963 yılına gelindiğinde manzara-i umumiye patlamaya hazır iki topluma işaret ediyordu. Makarios’un Anayasa değişikliği önerileri ile ateşlenen fitil, 1974’teki kanlı bir hesaplaşmayla yeni bir mecraya girdi: Herkes kendi evine... Ancak, 1974’e gelinceye kadar her iki kesim arasında sınıfsal temelde bir işbirliği ve mücadele isteği, güçlü olmasa da, suikast, yıldırma, korkutma gibi pek çok zorluğa rağmen, varlığını sürdürüyordu.

1968 yılı sonunda, Kıbrıslı Türk işçi ve memurlarının kurmuş olduğu 9 sendika, daha sonra Türk-İş’e de üye olacak olan, Türk-Sen adı altında biraraya gelerek, en önemli çatı örgütlerini oluşturdular. Kuzey’de sanayileşme düzeyinin düşüklüğü nedeni ile buradaki sanayi işçisi sayısı da sınırlı idi. Bu nedenle sendikal örgütlenmeye daha çok memurlar damgasını vuruyordu.

Kıbrıs’ın 1974 yılında bölünüp, iki ayrı devlet şeklinde örgütlenmesinden sonra, sıra Kıbrıs sendikal hareketi içinde rekabete ve bu rekabetin yarattığı parçalanmaya geldi. İdeolojik temelde başlayan bölünme, izleyen yıllarda işyeri ve meslek sendikacılığı temelinde de sürerek, çok sayıda, güçsüz, zayıf, etkisiz bir sendikal yapılanmaya yol açtı. 1974 sonrası dönem Kuzey’deki sendikal yapılanmanın Türkiye’den de etkilendiği ve esinlendiği bir dönemdir. Özellikle Türkiye’de üniversitelerde okuyan ve daha sonra Kıbrıs’a dönen Kıbrıslı öğrencilerin sendikal örgütlenmeye ve bu sendikaların politikalarına önemli katkıları oldu, Dev-İş’in kurucularından Hasan Sarıca bunların arasında zikredilmeye değer bir isimdir.

1950’li yıllarda TMT ve ÖHD-Türkiye destekli başlayan sendikal “atılım”, 1960’lı yıllarda ivmesini artırarak devam etmişken, 1974 sonrasında yeni bir süreç başlıyordu. Bu sürecin temel özelliği, iç bölünmeler ve sağ-sol temelinde yeniden yapılanma çabalarıdır. Milliyetçi rüzgarların sert estiği, Türkiye’den gelen tutucu, milliyetçi nüfus grubunun da önemli bir orana ulaştığı KKTC’de sınıf perspektifli bir sendikal örgütlenmenin başarı şansı oldukça sınırlı görünmekteydi. Zira, “güvenlik güçleri” de güvenlik kaygısı ile sıkı bir denetim ve yönetim uygulamaktaydı.

Böylesi zor bir ortamda sendikal faaliyette bulunmaya çalışan Dev-İş “Kişi hak ve özgürlüklerine, hukukun üstünlüğüne, laik ve demokratik ilkelere dayalı çoğulcu bir sistemi savunan, tüm emekçilerin en geniş biçimde ekonomik ve demokratik haklarını kazanabilme olanaklarının anayasal ve yasal örgütlenmeden geçtiğine inanan” bir tepe örgütüdür. Dev-İş, “yurtta ve dünyada barışı savunan,“ ve tüm sorunların barışçı ve diyalog yolu ile çözümlenmesine inanan, “Kıbrıs’ta iki toplum arasındaki sorunların barışçı yöntemlerle çözülmesini” savunan bir işçi örgütüdür. Dev-İş, Kıbrıs sorununun siyasi bir çözüme ulaşması halinde iki toplumun büyük faydalar sağlayacağına, bölge ve dünya barışına büyük hizmet edileceğine inanmakta, “siyasi bir çözüme ulaşılmasında doruk anlaşmalarını en doğru ve sağlıklı zemin olarak kabul” etmekte ve desteklemektedir.

Yukarıda belirtilen temel ilkeleri benimsemiş olan Dev-İş, bu doğrultuda hareket ederek Kıbrıs’ta Kıbrıs Sendikalar Konfederasyonu (KIB-SEK)’in, 2000 yılında çeşitli partiler ve demokratik kitle örgütlerince kurulan, AB üyeliğini ve birleşik Kıbrıs’ı temel hedef edinen “Bu Memleket Bizim Platformu” ve 2002 yılında kurulan “Ortak Vizyon”un kurucu üyeleri arasında yer almaktadır. Dev-İş gibi, Dev-İş’e bağlı üç sendika da bu kuruluşlara üyedir.

Dev-İş’in yukarıda belirtilen ilkeleri daha sonra kurulmuş olan, ama Dev-İş’e üye olmayan pek çok sendikaca farklı versiyonlar ve türevler olarak benimsenmiş, sendikaların amaç ve ilkeleri olarak tüzüklerde düzenlenmiştir. 1970’li yılların ikinci yarısında kurulan pek çok sendika sınıf perspektifli olurken, bunlar 1990’lı yıllara kadar üye sayısı açısından göz ardı edilmeyecek bir sayıya sahip olan sendikalardı da. Çeşitli baskılar sonucunda, çalışanlar sınıf perspektifli sendikalardan ayrılmaya zorlanarak, daha işbirlikçi, yönetime yakın sendikalara üye olmaya yönlendirilmiştir. Kuzey Kıbrıs bu hali ile, çalışma hayatında adeta sıkıyönetimin, olağanüstü halin yaşandığı bir özelliğe sahip idi.

Kuzey’in ilk tepe örgütü olan Türk-Sen’in, 2000 yılına gelindiğinde politikalarında da önemli değişiklikler yaşanmış, Türk-Sen ile Türk-İş Kıbrıs sorununun çözümü konusunda zıt politikaları savunur hale gelmişlerdir. Türk-Sen de, birleşik Kıbrıs’ı ve AB’ye üyeliği savunan Bu Memleket Bizim Platformu ve Ortak Vizyon’un kurucu üyesidir. 1994 yılında kurulan Tüm Kıbrıs Sendikalar Platformu (All Cyprus Trade Unions Form) kurucu üyeleri arasındadır. Türkiye’de Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (Türk-İş) üyeliği yanısıra Uluslararası Hür İşçi Sendikaları Konfederasyonu (ICFTU) ve Avrupa İşçi Sendikaları Konfederasyonu (ETUC) üyeliğine sahip olan Federasyon, Kıbrıs’ta uluslararası ilişkileri en örgütlü olan sendikal kuruluştur. Bu nedenle, Dev-İş’te olduğu gibi, Türk-Sen’in de temel ilkelerini içeren görüşlerini aktarmakta yarar vardır: “Kıbrıs’ta özgür ve bağımsız bir sendikacılığın tesis edilmesi; Kıbrıs Türk toplumunun bir an önce barışa kavuşması; Birleşik bir Kıbrıs olarak AB’ye girilmesi; Çalışanların AB düzeyinde işçi haklarına kavuşması; Herkesin yurt içi ve dışında seyahat etme özgürlüğüne kavuşması; Kıbrıslı Türkler’in kısa sürede kendi kimliklerine sahip olması; Kaçak işçilerin ülkeye giriş ve çalışmalarının denetlenmesi”.

Birleşik Kıbrıs ve AB üyeliğini politikalarının merkezine yerleştirmiş olan çok sayıda sendika, muhalefetin de en dinamik unsurları olarak göze çarpmaktadır. Böyle olduğu için de bu sendikaların Bu Memleket Bizim Platformu ile Ortak Vizyon çatısı altında diğer siyasal partiler ve demokratik kitle örgütleri ile birlikte hareket etmesi anlaşılır bir durumdur. Ancak, 1970’lerin ve 1980’lerin sendikal politikaları ile karşılaştırıldığında, özellikle Dev-İş ve bağlı sendikaların anti-emperyalist, bağımsız bir devlet söyleminden feragat ederek, “güvenli gördükleri” AB limanına sığınmaları tartışmaya açık olsa gerek....

24 Nisan’da Kıbrıs’ın kuzeyindeki emekçilere hayır diyerek 1 Mayıs’ta AB limanına giren güneyli emekçiler, Kıbrıslı AB yandaşı emekçileri ortada bırakmıştır. Ancak yapılan görüşmeler ve işbirliğine bakıldığında Enosis ve Taksim hattında başlayan milliyetçi temeldeki ayrışma sürecinin, AB hattında, yeniden, sınıf temelinde birleşmeye yönelmiş olunduğunu göstermektedir. Kanlı ve acılı bir süreçten sonra gelinen yeni sancılı süreçte Kıbrıs’ta manzara-i umumiye Kıbrıslı emekçiler açısından böyledir.

Türkiye hattında ise sorun oldukça karmaşıktır. Kıbrıslı “sol” emekçilerin beklentileri ile AKP’nin “ürkek” politikaları örtüşürken, CHP’nin politikaları birbirine oldukça ters düşmektedir. Türkiye’de milliyetçi ve ırkçı kesimin dışında kalan pek çok insan “nasıl olursa olsun” Kıbrıs sorununun çözülmesini beklerken, 1974’teki duygularını da önemli ölçüde terketmiş bulunmaktadır. Özellikle AKP hükümetinin politikaları ve gördüğü “sessiz”, üstü örtük destek de bunu göstermektedir. Uluslararası arenadaki baskı da bu süreci hızlandırmakta, kamuoyunun bir kısmında tepkiye yol açsa da diğer geniş kesimlerde hatırı sayılır bir “çözülmeye” yol açmaktadır. Türkiye için hazırlanan 2006 İlerleme Raporu da bu çözülmeyi hızlandıran bir belge olarak değerlendirilmelidir.

Akdeniz’in ortasında stratejik bir ada olarak duran Kıbrıs, mevcut hali ile emperyalist kamp için sorunlu bir alan olarak durmaktadır. Ortadoğu, Afrika, Asya için önemli bir “nefes” alma olanağı sunan Kıbrıs bu jeopolitik konumu nedeni ile iştahları kabartmakta, bu nedenle adanın önemli bir bölümünün Türkiye tarafından “kapatılmış” olması hoş karşılanmamaktadır. Böyle olduğu için de ada, AB’ye üyelik sürecinde emperyalist iştahı tatmin için sürekli elde edilecek bir alan olarak durmaktadır. Bu da Kıbrıs sorununun çözümünün emperyalist temelde gerçekleşmesini gerektirmektedir. Emperyalist kampın önemli güçlerinden olan AB’nin Kıbrıs sorununu sürekli gündemde tutması ve Türkiye üzerinde bir basınç oluşturmaya çalışması devam edecektir. Türkiye bu basınca uzun süre dayanamayacaktır.

Emekçiler, sosyalistler açısından, bu süreç, emperyalist AB’nin ve ona üyelik sürecindeki politikalarının çöktüğünü daha net olarak göstermek açısından önemli olanaklar sunmaktadır. Böyle olduğu için de AB’nin Kıbrıs politikası ve Türkiye’nin AB’ye üyelik politikası emekçiler ve sosyalistler için önemli bir muhalefet olanağı ve mücadele aracı sunmaktadır.

* Bu yazıdaki tarihsel sürece yönelik değerlendirmeler, daha önce www.sendika.org’da Enosis, Taksim AB Hattında Kıbrıs’ta Emekçiler I-II başlıklı yazılarımızdan alınmıştır.


YTÜ’de yemek zammı eylemi

Yıldız Teknik Üniversitesi’nde yemekhane zammına karşı yürüttüğümüz faaliyet devam ediyor. Üniversite yönetiminin dilekçelerimizi reddetmesinden sonra her gün düzenli olarak toplantılarımızı yapıyoruz ve daha fazla öğrencinin bu toplantılara katılımını sağlamaya çalışıyoruz. Bu toplantılardan çıkan karar doğrultusunda 17 Kasım günü saat 12:00’de bir basın açıklaması gerçekleştireceğiz.

Kurumlara, basın açıklamamıza destek vermeleri için, çağrı yaptık. Önümüzdeki hafta 2 panel yapmayı planlıyoruz. 16 Kasım günü ise bir forum düzenleyerek, bundan sonra nasıl bir çalışma yürütülmesi gerektiği üzerine tartışacağız.

YTÜ Ekim Gençliği


Bursa’da ulaşım zammı protestosuna saldırı!

Bursa Büyükşehir Belediyesi, öğrencilerin düzenledikleri zam protestolarının oluşturduğu basınçla, ulaşım zamlarının değerlendirilmesi yönünde öğrencilere söz vermişti. Belediyenin verdiği sözü tutmamasını protesto etmek için öğrencilerin 14 Kasım günü Heykel’deki belediye binası önünde yapmak istedikleri eyleme polis vahşice saldırdı.

Öğrenciler önce belediyenin yanındaki Orhangazi Parkı’nda bir basın açıklaması gerçekleştirerek ulaşım zamlarının geri alınması için mücadelelerini sürdüreceklerini belirttiler ve belediyenin tutumunu teşhir ettiler. Basın açıklamasının ardından belediye önüne yürümek isteyen kolluk güçleri öğrencilere saldırarak gözaltına aldı.

Gözaltına alınanlar için 15 Kasım günü aynı yerde bir basın açıklaması yapıldı. Açıklamada şunlar söylendi: “En demokratik, en yasal ve meşru hakkımız olan belediyeye yürüme ve yetkililerle görüşme hakkımız polis müdahalesiyle yanıtlandı. Arkadaşlarımız polislerce sokak işkencesinden geçirilerek, vahşice dövülüp tartaklanarak gözaltına alındı. Dün saldırıya uğrayan biz değildik yalnızca. Bizler bu saldırıyı tüm Bursa halkına, tüm Uludağ Üniversitesi öğrencilerine, hak alma mücadelesi veren tüm kesimlere yapılmış bir saldırı olarak görüyoruz. Belediye-polis işbirliğiyle yapılan bu saldırı ulaşım hakkımıza, parasız, bilimsel, anadilde eğitim mücadelemize yöneliktir.”

Uludağ Üniversitesi öğrencileri olarak örgütlenen eyleme BATİS, BDSP, ESP, Partizan, TKP, DHP, Öğrenci Kollektifi, Kurtuluş Partisi, SDP, DTP, Tuncelililer Derneği, KESK Bursa Şubeler Platformu da destek verdi. Eylemde “Ulaşım hakkımız engellenemez!”, “Baskılar bizi yıldıramaz!”, “Toplumla mücadele yasası geri çekilsin!”, “Öğrenciyiz, haklıyız, kazanacağız!” sloganları atıldı.

Gözaltına alınanlar gece serbest bırakıldılar. Eyleme yaklaşık 50 kişi katıldı.

Kızıl Bayrak/Bursa