25 Mart 2006 Sayı: 2006/11 (11)
  Kızıl Bayrak'tan
   Newroz aynasından yansıyanlar
  Sermaye iktidarı İran'a saldırıda ABD'den yana tavır alacağını ilan etti
  Irak'ta emperyalist işgalin 3 yılı; Bölge halklarıyla dayanışmayı yükseltelim!
  Ali Kayalar yalnız değil; Arkalarında kontrgerilla-nın kanlı eli duruyor
DİSK, KESK ve TTB'nin referandumu; Mücadele kaçkınlığının yeni biçimi
  Newroz gösterileri; Yüzbinler alanlara çıktı
Newroz eylemleri-1
Newroz eylemleri-2
  Sağlık hakkı özelleştirme yoluyla tasfiye ediliyor
  Sosyal yıkım saldırıları ve sendikalar
  Kadın sorunu üzerine konferanslardan.../5 ; Kadın sorunu ve toplumsal devrim / (Orta sayfa)
   Direnişteki HAS Alüminyum işçileriyle röportaj; "Artık sonuna kadar gidin!"
   Deneyimlerimizden öğreniyoruz...; Yiğit Giyim'de neler oluyor?
   Yasalar, emekçiler ve bir direniş örneği: Fransa / Yüksel Akkaya
  Irak'taki emperyalist barbarlık dünyanın dört bir yanında lanetlendi
  İran halkıyla dayanışmayı yükseltelim!
  Terörist İsrail Eriha Cezaevi'ne saldırdı...; FHKC lideri Ahmet Saadet kaçırıldı!
  Ekvador'da emekçiler bir kez daha alanlarda!
  3. yıldönümünde Irak işgalini protesto eylemleri
  Halepçe ve Beyazıt katliamlarını unutmadık, unutturmayacağız!
  Halepçe ve Beyazıt katliamlarını protesto eylemlerinden...
  Bültenlerden/ Topkapı İşçi Bülteni
  Bültenlerden/ Çiğli İşçi Bülteni
  Ekim Gençliği'nin açıklaması; Devrimci siyasal faaliyetimizi hiçbir güç engelleyemez!
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

DİSK, KESK ve TTB sosyal yıkım saldırısına karşı referandum yapacak!

Mücadele kaçkınlığının yeni biçimi

İşçi ve emekçilerin en temel sosyal haklarını ortadan kaldıracak olan Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasa Tasarısı mecliste görüşülüyor. Komisyonlarda görüşülmesi bugünlerde tamamlanacak olan tasarının kısa bir zaman içinde genel kurulda da görüşülüp kabul edilmesi planlanıyor.

Sınıf ve emekçiler cephesinden bu saldırıya verilen yanıt ise son derece cılız ve dağınık. Her gün bir yerlerden SSGSS Yasa Tasarısı'nı protesto için yapılmış eylem ve etkinliklere ilişkin haberler geliyor. Fakat bakıldığında bu eylemlerin yerel protesto gösterilerini aşamadığı ve bunlardan da ancak pek azının belli bir kitlesellikle hayata geçirilebildiği görülüyor.

Sermayenin bu önemli saldırısına karşı bugüne kadar güçlü bir mücadele hattı örülememiş olmasında sendika konfederasyonlarının büyük payı var. Göstermelik bazı çıkışlar dışında konfederasyonlar ve onların oluşturduğu Emek Platformu mücadele görevlerine tümüyle sırt çevirmiş durumda. Sendikaların tepesindeki ihanet çeteleri tüm marifetlerini işçi ve emekçilerin elini kolunu bağlamak, onların mücadele istek ve enerjisini tahrip etmek, böylece saldırıların sorunsuz biçimde hayata geçirilmesini sağlamak için kullandılar. Emek Platformu'nda denetimi elinde tutan Türk-İş ile hükümetin politikaları konusunda kraldan çok kralcı olan Hak-İş bu ihanet yarışında en öndeydiler. Tabii onlara Kamu-Sen gibi zaten doğrudan doğruya devlet adına iş yapan, varlık nedenleri bu olan gerici sendikal odakları da eklemek gerekir.

Emek Platformu içerisinde sermaye uşaklarının ve gericilerin bu kadar bol olması özellikle DİSK ve KESK'in işine yaradı. Bu iki “solcu” konfederasyonun yöneticileri kendi mücadele kaçkınlıklarını Emek Platformu'nun durumu ile gerekçelendirdiler. Kendi tabanlarına dayanarak mücadele çizgisini güçlendirmek, ihaneti bu sayede sınırlama yoluna gitmek işlerine gelmediği için, ne zaman başları sıkışsa soluğu EP toplantılarında aldılar. Sonuçsuz mücadele çağrılarını burada tekrarlayıp durdular ve bu sayede kendilerini temize çıkartmaya çalıştılar.

Fakat artık sosyal yıkım saldırısında kritik bir aşamaya gelindi. Emek Platformu'nun bu konuda mücadele adına bir şey yapmayacağı da herkesin malumu olduğu için DİSK ve KESK yönetimleri kendi mücadele kaçkınlıklarını gizlemek için farklı yöntemler aramaya başladılar. Mart ayının son günlerinde hayata geçirilecek olan “Referandum 2006” kampanyası da esas olarak bu ihtiyaç üzerinden şekillendi.

Bu iki konfederasyon yanında kampanyanın bir öteki bileşeni Türk Tabipler Birliği'dir. Fakat bir dizi nedenden dolayı TTB'yi diğerlerinden ayrı bir yere koymak gerekmektedir. TTB Emek Platformu'nu saldırılara karşı mücadeleyi yükseltme yönünde harekete geçirmek için kendi gücü sınırları içinde bir çaba harcamış, bunun sonuç vermediği yerde de hem tutum almaktan, hem de aynı sektörde bulunan diğer sendikalarla birlikte mücadele görevlerine sarılmaktan geri durmamıştır. Hükümetin bugün TTB'yi hedef tahtasına oturtması, kendi çizgisinde bir yönetimi işbaşına getirmek için bunaltıcı bir abluka uygulaması da bunun ifadesidir. TTB'nin referandumdan beklentisi DİSK ve KESK yönetimlerinden farklıdır ve mücadeleyi ilerletebilecek bir araç olarak değerlendirilmektedir. TTB'nin bu konudaki asıl hatası sosyal yıkım saldırısı karşısında şimdiye kadar ortaya koyduğu mücadeleci kimliğin DİSK ve KESK tarafından istismarına olanak tanımasıdır.

Eylem kaçkınlarının derdi hem iş yapıyor görünmek hem “parlamenter rejimi” korumak!

DİSK, KESK ve TTB 6 Mart günü bir basın toplantısı düzenleyerek AKP hükümetine bir çağrıda bulundular. Hükümetten “IMF ve Dünya Bankası direktifleri doğrultusunda hazırladığı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasa Tasarısı'nın halka sorulmak üzere referanduma götürülmesini” istediler. Hükümet bu isteği ciddiye alıp bir referandum düzenleseydi ve referandumdan saldırı politikalarını onaylayan bir sonuç çıksaydı bu üç örgütün yöneticileri ne yaparlardı ayrı konu. Ama korkulan olmadı, hükümet SSGSS taslağını referanduma sunma önerisini ciddiye dahi almadı.

Bunun üzerine DİSK, KESK ve TTB, 12 Mart günü “Referanduma gidiyoruz!” başlıklı yeni bir basın açıklaması yayınladı. Açıklamada hükümetin çağrılarını yanıtsız bırakarak halkın kendi referandumunu yapabilmesinin zeminini döşediği belirtildi. SSGSS tasarısının bütün toplumun bugününü ve yarınını ilgilendirdiği, hükümetin bu yasayı tek başına yasalaştırmasının doğru olmadığı, son söz hakkının “toplumun bizzat kendisinde” olduğu belirtilerek de referandum gerekçelendirildi.

Ama tek gerekçe bu değil. Referandumu düzenleyecek olanların bir diğer derdi de “parlamenter rejim”in yıpranmasının önüne geçmekti. Bu da açıklamadaki şu satırlarla ifade edildi: “Toplam seçmen sayısının yüzde 25'inin oyları ile milletvekilliklerinin üçte ikisini elde etmiş olan AKP, TBMM'deki çoğunluğuna dayanarak, mecliste bulunan siyasi partilerle bile uzlaşıya gitmeden bu tasarıyı yasalaştırmak istemektedir. Yüzde 10 barajı nedeniyle seçimde kullanılan oyların yüzde 46.34'ünün yansımadığı bir parlamentoya bu sorumluluğun yüklenmesi, parlamenter rejimi de yıpratacaktır.” Parlamenter rejimi yıpratmamak için de bu üç örgüt “hükümetin kaçtığı sorumluluğu üstleniyor” ve referanduma gidiyordu!

Herşeye rağmen imza toplama, referandum gibi araçlar doğru kullanıldığında işçi ve emekçilerin örgütlenmesine, mücadelenin ilerletilmesine hizmet edebilir. Örneğin KESK ve DİSK yöneticileri zaman zaman övünme konusu yaptıkları yüzbinlerce üyelerini bu kampanya için seferber etseler, referandum bu konfederasyonlara üye işçi ve emekçiler tarafından ülkenin her köşe bucağında gayet disiplinli, sistemli bir biçimde hayata geçirilse söylenecek çok fazla bir şey olamaz. Çünkü tepedeki yöneticilerin niyet ve beklentileri ne olursa olsun böylesi bir kampanya işçi ve emekçilerin bilinçlenmelerini, daha ilerden örgütlenmelerini sağlamak gibi olumlu sonuçlar da üretir.

Fakat “Referandum 2006” için bunları söylemek son derece zordur. DİSK ve KESK tabanının örgütlü bir biçimde bu sürece katılacağına dair en ufak bir açıklama ya da hazırlık bulunmamaktadır. Zaten üç örgüt tarafından yapılan ortak açıklamada da “Türk Tabipleri Birliği, DİSK ve KESK yalnızca referandumun çağrıcısıdır. Referandumun gerçek sahibi, gönüllü tüm kuruluşlar, gönüllü siyasi partiler ile böylesine yaşamsal bir konunun halkla paylaşılması gerektiğine inanan herkestir” denilerek, asıl niyetin örgütlülüğü ve mücadeleyi geliştirmekten öte iş yapıyor görünmek olduğu adeta itiraf edilmektedir. Eğer niyetleri gerçekten mücadeleye hizmet olsaydı, kampanyaya önce kendileri sahip çıkar, tabanına maletmek ve en etkili şekilde hayata geçirmek için elinden geleni yapar, ondan sonra kalkıp başkalarının destek ve sahiplenmesini talep ederlerdi.

Her imkanı mücadeleyi geliştirmek için kullanmalıyız!

Saldırının bu kritik aşamasında, dikkatleri referandum gibi bir araca yoğunlaştırmanın, sadece onu öne çıkartmanın tek anlamı, iş yapıyor görünüp mücadele görevlerinden kaçmaktır. İşçi ve emekçileri aldatmak ve mücadele görevlerinden daha da soğutmaktır. Mücadeleden yana güçler, konfederasyon yönetimlerinin bu oyununa gelmemelidir. Elbette bu referandum vesilesiyle gündeme gelecek eylem ve etkinliklere tümüyle sırt çevirmek anlamına gelmemektedir. Referandumun kendi başına hiçbir anlam taşımadığı, konfederasyon yönetimlerinin bu kampanyayı gündeme getirmelerinin gerçek nedenleri her fırsatta teşhir edilmelidir. Yeri geldiğinde bu eylem ve etkinliklerden de ustaca yararlanarak sermayenin sosyal yıkım saldırısına karşı sınıfın ve emekçilerin birleşik militan mücadelesini örgütlemek için seferber olunmalıdır.