03 Eylül 2005
Sayı: 2005/35 (35)


  Kızıl Bayrak'tan
  Ters tepen oyunlar ve büyüyen korkular
  Genelkurmay Başkanı'nın 30 Ağustos açıklamaları üzerine
   İncirlik yürüyüşü
  İncirlik yürüyüşü ve destek eylemleri
  Batman'da 20 bin kişi Hasan İş'i uğurladı
Özelleştirme tekelleşmeye hizmet ediyor
Kamuda toplu görüşme oyunu bitti
  Demokratikleşme paketlerinden yeni saldırılar çıkıyor
  Ekim Gençliği; Yeni döneme güçlü bir başlangıç için!
  TİSK:Sendikaya dost(!), işçi sınıfına düşman!
  "Sen 'sen' ol" ihanete geçit verme
  Ümraniye İşçi Kurultayı faaliyetlerinden...
  Küçükçekmece İşçi Kurultayı çalışmaları
  Sınıf çalışmasının sorunları ve kurultay çalışması
  Irak işgalindeki başarısızlık gizlenemiyor
  İşgalciler Irak'ı kaosa sürüklüyor

  Filistin direnişini bitirme planları tutmayacak

  Dünya Katolik Gençlik Günü ve gösterdikleri
  AKP H ükümeti "ucuz konut" adı altında emekçileri kandırıyor
  Türkiye'de aydın olmak!
  İçi boşaltılan kavramlar: Savaş ve barış!
  Düzene mahkum olmaktansa düzenin mahkumu olmak yeğdir
  Genç komünistlerin deneyimlerinden
  Bültenlerden / GOP İşçi Bülteni
  Emniyet gençleri "sevmeye" çağırıyor...
  İspanya'nın kızıl karanfili; Garcia Lorca
  Basından: Savaş bitiyor / Y. Türker
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Türkiye'de aydın olmak!

Sema Sultan

Bilinenin tekrarlanması, hatta onaylanması Türkiye'de genel bir çizgidir. Bunun bir örneğini daha geçtiğimiz haftalarda üzerinde çok fırtına koparılan “aydınlar toplantısı”nda yaşadık. Bu toplantıda Türkiye devletinin resmi tezleri Başbakan ve görüştüğü “aydınlar” tarafından karşılıklı tekrarlanmıştı. Ancak ne yazık ki birçok çevre tartışmayı yürütenlerin ehliyetsiz vasıflarına rağmen önemli açılımlara vesile olacak ipuçlarına ulaşma becerisini gösterdiler! Türkiye'deki gerçeklere neden bu kadar şaşı bakıldığı elbette ki çok önemli bir konu. Fakat bu kısa yazıda sorunun bu boyutuna değinmeyeceğiz. Bizim üzerinde asıl durmak istediğimiz bir ad, bir unvan, bir düşüncenin öncüsü kimlikleriyle öne çıkanların durumudur. Gerçek aydın sorumluluğu ile Türkiye'de gerçekleşenin ne olduğudur?

Türkiye'de şovenizmin bu kadar güçlü olmasında, “devlet millet elele” sloganları etrafında hızla bütünleşilmesinde “aydınların” çok önemli sorumluluğu olduğu bir olgudur. Cumhuriyet aydınları iktidardan aldıkları talimatlar doğrultusunda düşünce oluşturmuşlardır. Hiçbir bilimsel veriye dayanmadan üretilen kaba saba teoriler, memur çabukluğu ile yazılan kitaplar hep birer talimat ürünüdür. Örneğin Türk Tarih Kurumu'nun icraatlarına bir bakalım. Geçtiğimiz sene Latife Hanım'ın günlüklerinin kamuoyuna açılması gerekiyordu. Ancak birkaç kişinin kararıyla, devlet sırlarının deşifre edilmemesi gerekçesiyle bu belgelerin açılması önlendi. Kısa evliliğinin bedelini bir ömür boyu susturulma ve ev hapsiyle ödeyen Latife Hanım'ın mutlaka söyleyeceği çok şey olmalıydı. Kuşkusuz vardı da. Mustafa Kemal'in kirli işlerinin en canlı tanığıydı. Bu nedenle de kapısını sürekli askerler bekledi, yazı yazması dahi engellendi. Peki, Türkiye'de bu gerçekleri kaç kişi biliyor? Bu kararı alanlar nasıl bir etik anlayışa sahiptirler? Ömrünü yasaklar zinciri içinde geçiren bir insanın öldükten sonra da (yazdıklarına hemen el konulmuştur) yasaklı olmaya devam ettirilmesi Ortaçağ uygulamalarından daha geridir. Bu kararı alan tozlu beyinler vicdanlarına da çoktan kilit vurmuş olmalılar.

Yine Türkiye'de üniversitelerin durumuna kısaca bir bakalım. İstanbul Üniversitesi'nin başında kitap çalarak akademik ünvan sahibi olmuş Alemdaroğlu olduğunu görürüz. Bu kişinin açıklamaları, katkılarını hangi alanda sunduğuna ilişkin yeterince fikir vermektedir. Alemdaroğlu en şoven, en geri açıklamaların sahibidir. Elinde Türk bayrağıyla Kıbrıs'ta, Kore'de savaşan bir asker gibidir. Bu anlamıyla da İtalyan mallarını linç eden kalabalığın bir üyesi gibidir.

Basının durumu da hakeza farklı değildir. Geçtiğimiz ay içinde İlker Başbuğ'un “basını bilgilendirme toplantısı” ardından bütün köşe yazarlarının aynı dille yazması gazetecilik anlayışı hakkında yeterince fikir vermeye yetmektedir.

Türkiye'de farklı konuşmak, farklı yazmak, sıra dışı olmak zordur. Bunun bedellerini Sabahattin Ali gibi ya yaşamlarıyla ya da İsmail Beşikçi gibi uzun yıllar cezaevinde kalarak ödemişlerdir. Bilimsel gerçeklere saygı ve bağlılık gösterenlerin sayısı, bu nedenle sınırlıdır.

Bazıları da ülke gerçekleriyle barışık yaşamayı tercih etmişlerdir. Devletin resmi politikalarının hepsini onaylamadan, ancak temel kırmızı çizgilere de dokunmadan demokrat aydın kimlikleriyle öne çıkmaktadırlar. Devletin reformlara ihtiyaç duyduğunu savunan bu “aydınlar” özünde devletçidir. Ve muhalefet ettikleri kaba inkâr ve ret politikalarının dışına çıkabildikleri kadar yenilikçidir. Bu gerçeklere kısaca bir gözattıktan sonra hafızalarımızı tazeleyip Başbakanlık toplantı salonuna dönebiliriz. Kameralara yansıyanlar hemen şunlardı:

On kadar aydının hemen karşısında hükümet ve Başbakan'ın danışmanları yerlerini almıştı. Başbakan Erdoğan bakışları ve yanına aldığı maiyeti ile adeta devletin gücüyle ve ihtişamıyla “buradayız” diyordu. On kadar “aydın”da huzura kabul edilmenin verdiği gurur ve devlet ciddiyetinin altında kaldıkları ezilmişlikle Başbakan'ı görmeye çalışıyorlardı. Son derece resmi ortamda başlayan görüşmede “aydınlar” adına söz alan konuşmacı kelimelerini titizlikle seçerek hatta biraz da ürkekçe bazı önerilerini ve kaygılarını dile getirdi. Kabul edildikleri için de teşekkür etmeyi ihmal etmedi. Basına yansıyan öneriler neydi? Bir kez daha bakmakta yarar var:

1- Diyarbakır'da bir Kürt Enstitüsü'nün açılması,

2- Kürtler'e yalnızca asayiş tedbirleriyle yaklaşılmaması,

3- Diyarbakır Belediyesi'nin de ziyaret edilmesi…

Bir halkın sorunları işte bu şekilde formüle edilmiş olundu. Getirilen önerilerin niteliği herhangi bir Başbakanlık memur raporunu aşmıyordu. Buna benzer sayısız rapor ve önerinin devlete sunulduğunu biliyoruz. Aydınları devlet memurlarından ayıran temel özellikler bağımsız kimlikleri, hiçbir otoriteye bağlı olmayışları, hiçbir güce boyun eğmeden toplumsal ve siyasal sorunlara çözüm üretebilmeleridir. Kürt sözünden ve gerçeğinden yıllarca kaçan insanların, sorun bütün dünyanın gözüne girdikten sonra, “Kürtler'e bu kadar sopa da çok oluyor, onlara iş de lazım okul da” demeleri büyük bir saygısızlıktır. Yine “Kürtler'in enstitüleri de olmalıdır” demeleri de bir lütuf değildir. Ayrıca dile getirilenlerin Öcalan merkezli tezler (bu da devlet tarafından Öcalan'a hazırlattırılan sözlerdir) olduğunu da belirtmek gerek. Kısacası Kürt halkının tarihi, sosyal ve ulusal gerçeklerini görmeyen, devletin katliamcı ve inkârcı politikalarını deşifre etmeyen bir yaklaşım, aydın sorumluluğundan uzaktır. Bu yaklaşım ancak devlet danışmanlığı ile açıklanabilir. Yine bu görüşmenin eşitler arasındaki bir görüşme olmadığı, kullanılan üslup ve getirilen önerilerden rahatlıkla anlaşılabilir. Oysa aydınlar bağımsız insanlardır. Onları harekete geçiren gerçekler ve ezilenlerin yararı olmalıdır. Aydınlar bütün putları yıkan, zorbaları eleştiren, perdeleri kaldıran olabildikleri sürece değiştiren olabilmişlerdir. Bilimin, sanatın ve edebiyatın tarihsel serüvenine bir bakalım. Bruno ateşlerde yanmayı seçmeseydi, Marks ve Engels'in o muhteşem bilimsel başkaldırıları olmasaydı devrimler nasıl gerçekleşirdi? Bu örnekler daha da çoğaltılabilir.

Gelişme herkesin sorunudur. Bilen ve gören için bu daha da bir böyledir. Çağımızda insanlar giderek bir uzmanlık alanın esiri haline getiriliyor. Bir fizikçinin dünyası yalnızca laboratuvarı değildir. Bir bilgisayar programcısı “ben yalnız bilgisayar ile ilgilenirim” diyemez. Çünkü bilimsel araştırmalar ve bulgular her geçen gün toplumları daha fazla ilgilendirir, bilimde ve teknolojideki gelişmeler egemenlerin politikaları için daha fazla kullanılır hale geliyor. Türkiye'de yazan ve çizenler toplumsal sorunlarla uğraşmayı gereksiz, hatta kendileri dışında görmektedirler. Biraz ilgi gösteren de lütufta bulunduğunu düşünmektedir. Aydın her olay ve olgu arasında bağlantı kurmayı başarandır. Emeğinin sonuçlarına yabancılaşmayan, herkes için beyin ve yürek olmasını bilendir. Aydın çevresinde olup bitenlere seyirci kalamaz. Egemenlerin politikalarının onaylayıcısı olamaz. Bu konuda elbette çok şey söylenebilir.

Türkiye'de hasret duyduğumuz çok şeyden birisinin de aydınlar olduğunu biliyoruz. Devlet memurlarının yeterince çok olduğunu da. Resmi ünvanların, cüppelerin ardına sığınanlar, ortaçağ kiliselerinin papazları gibi hiçbir iz bırakmayacaktır. Sorgulayan ve acıları hiçe sayan aydınlara olan özlemimizi bir kez daha dile getiriyoruz.

----------------------------------------------------------------------------------

Bielefeld'de sınırdışı edilmelere karşı yürüyüş

Bielefeld'de Yabancılar Merkez Bürosu'nun kapatılması ve sınırdışı edilmelere karşı bir yürüşü düzenlendi. Etkinlik belediyenin önünde basın açıklamasıyla başladı. Burada politik nedenlerle ülkesini terkedip Avrupa ülkelerine gelmiş insanların hangi koşullar altında kaldığını anlatan konuşmalar yapıldı. Alman, Türk, Filipin ve Ortadoğulular'dan oluşan 100'ü aşkın bir kitlenin gerçekleştirdiği yürüyüş oldukça canlıydı. Yabancılar Merkez Bürosu'nun bulunduğu yere kadar süren uzun bir yürüyüş gerçekleştirildi. Eylem boyunca İngilizce ve Almanca sloganlar atıldı, konuşmalar yapıldı. Yabancılar Merkez Bürosu önüne gelindiğinde pankartlar binanın duvarlarına asıldı. Sloganlar, konuşma ve müzik ile protesto sürdürüldü. NRW eyaleti çapında eylemlerin sürdürüleceği açıklanarak eylem bitirildi.

BİR-KAR/Bielefeld