03 Eylül 2005
Sayı: 2005/35 (35)


  Kızıl Bayrak'tan
  Ters tepen oyunlar ve büyüyen korkular
  Genelkurmay Başkanı'nın 30 Ağustos açıklamaları üzerine
   İncirlik yürüyüşü
  İncirlik yürüyüşü ve destek eylemleri
  Batman'da 20 bin kişi Hasan İş'i uğurladı
Özelleştirme tekelleşmeye hizmet ediyor
Kamuda toplu görüşme oyunu bitti
  Demokratikleşme paketlerinden yeni saldırılar çıkıyor
  Ekim Gençliği; Yeni döneme güçlü bir başlangıç için!
  TİSK:Sendikaya dost(!), işçi sınıfına düşman!
  "Sen 'sen' ol" ihanete geçit verme
  Ümraniye İşçi Kurultayı faaliyetlerinden...
  Küçükçekmece İşçi Kurultayı çalışmaları
  Sınıf çalışmasının sorunları ve kurultay çalışması
  Irak işgalindeki başarısızlık gizlenemiyor
  İşgalciler Irak'ı kaosa sürüklüyor

  Filistin direnişini bitirme planları tutmayacak

  Dünya Katolik Gençlik Günü ve gösterdikleri
  AKP H ükümeti "ucuz konut" adı altında emekçileri kandırıyor
  Türkiye'de aydın olmak!
  İçi boşaltılan kavramlar: Savaş ve barış!
  Düzene mahkum olmaktansa düzenin mahkumu olmak yeğdir
  Genç komünistlerin deneyimlerinden
  Bültenlerden / GOP İşçi Bülteni
  Emniyet gençleri "sevmeye" çağırıyor...
  İspanya'nın kızıl karanfili; Garcia Lorca
  Basından: Savaş bitiyor / Y. Türker
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Demokratikleşme paketlerinden işçi ve emekçilere yeni saldırılar çıkıyor

AKP hükümeti tarafından, AB ile uyum anlaşmaları çerçevesinde, bir dizi “reform” paketi gündeme getirilmiştir. Kitlelerin bilincinde yaratılmak istenen demokratikleşme beklentilerinin aksine, her bir “reform” paketi işçi ve emekçilere yönelik yeni ve daha ağır saldırılar içermektedir. Ağır saldırıların birer “reform” olarak sunulması tezat bir görünüm yaratsa da, aslında akla aykırı bir durum sözkonusu değildir. Zira sermaye devletinin girmek istediği AB de sonuçta emperyalist sermayenin bir birliğidir. Bu yüzden AB'ye uyum aynı zamanda sermayenin daha ileri düzeyden kurulmuş olan çıkar birliğine uyum demektir. Buradan işçi ve emekçiler payına daha ağır iktisadi ve siyasi saldırıların çıkması işin doğası gereğidir.

Yine de herşeye rağmen AB'ye uyum çerçevesinde hazırlanan kanun taslaklarında eski duruma göre “ileri” sayılabilecek maddelerin bulunması ya da bulunabilecek olması, sermaye devletinin “demokratikleşme” yönünde adım attığı anlamına gelmez. Bunlar olsa olsa sermaye devletinin hayata geçirmeyi planladığı temel saldırılarla çelişmeyen, çelişmediği oranda da emekçi kitlelerin bu saldırıları görmesini engelleyen maddeler durumundadır. Bu sayede işçi ve emekçileri hedefleyen ağır iktisadi ve siyasi saldırılarla dolu kanun taslaklarının birer “reform” gibi sunulmasının zemini sağlanmaktadır.

Öte yandan, sözde “ileri” maddelerin bir de yasalaştıktan sonra icraata geçirilmesi sorunu vardır ki, sermaye devletinin kendisini güvenceye aldığı alanlardan biri de budur. En sık verilen örnekle açıklanacak olunursa; “işkencenin insanlık suçu” ilan edilip bu suçu işleyenlere en ağır cezaların uygulanacağı yasalaşırken, fiiliyatta bunun hiçbir karşılığı yoktur. Dahası, sözkonusu düzenlemeler çalışma yaşamını kesen, sermayeyle işçi sınıfının direk olarak karşı karşıya geldiği alanlar üzerinden gerçekleştiğinde, sermaye sınıfının dolaysız temsilcisi durumundaki kurumlar, yoğun bir propaganda faaliyeti yürüterek “ileri” görünen maddelerin uygulanmasının önüne geçerler. Örneğin 1 Haziran' da yürürlüğe giren yeni TCK'nın çalışma yaşamıyla ilgili maddeleri mevcut haliyle bile TİSK tarafından yoğun tepkilere konu edilmektedir.

Yine bir “reform” olarak sunulan yeni TCK'nın aslında sermaye devletinin kendini tahkim etmesinden başkaca bir şey olmadığını bir yana koyarsak, TİSK'in tepki konusu ettiği yeni TCK'nın çalışma yaşamını ilgilendiren maddelerinin işçi ve emekçilere ne kadar bir faydası olacağı tartışma konusudur. Fiiliyatta hiçbir değer taşımayacak olan göstermelik bir-iki madde bile TİSK vb. gibi kurumların fırtınalar koparmasına yetmektedir. Üstelik iki yıl önce yine AB ile bütünleşme gerekçeleriyle meclisten geçirilen kölelik yasasıyla işçi ve emekçileri ortaçağ köleliğini aratmayacak bir şekilde sömürme koşuluna sahip olmalarına rağmen. TİSK'in bu konuda muhalefet ettiği maddelerin başında gelenler ise şunlardır: Göçmen kaçakçılığı konusundaki TCK maddesinin 1. bent (a) hükmü; özel bir suç olarak cinsel tacizin TCK'da yeniden tanımlanması; 117. maddenin 2. bendini oluşturan çaresizlik, kimsesizlik vb. nedenlerden ötürü çok düşük ücretlerle ve insanlık onuruna yakışmayacak tarzda kişilerin çalıştırılması; sendikal özgürlüğün engellenmesine dönük 118. maddenin 1. bendi.

TİSK'in karşı çıktığı TCK'nın göçmen kaçakçılığı konusundaki yasal düzenlemesi şöyledir: “Doğrudan doğruya veya dolaylı olarak maddi menfaat elde temek maksadıyla, yasal olmayan yollardan; a) Bir yabancıyı ülkeye sokan veya ülkede kalmasına imkan sağlayan, kişi, üç yıldan sekiz yıla kadar hapis ve onbin güne kadar adli para cezası ile cezalandırılır.” (madde 79)

Bugün sanayinin birçok dalında istihdam edilmek suretiyle birçok göçmen işçi, düşük ücretlerle maliyetlerin düşürülmesi, her türlü kuralsız, keyfi sömürünün sağlanması noktasında patronların elinde bir maşa durumuna getirilmektedir. Sermayenin önemli korumlarından TİSK de maddeye itirazda bulunarak böyle kârlı bir kapının kendileri için herhangi bir faturaya dönüşmemesini istemektedir. TİSK'e göre ortada suç işleme fiiliyatı gerçekleşiyorsa, bu suçu işleyen, göçmen işçileri kaçak olarak çalıştırarak ülkede kalmalarını sağlamış olan kendileri değil de, bu işçileri ülkeye sokan umut tacirleridir. Bu yüzden faturanın da onlara ödetilmesi gerekir. Bu arada patronlar da tatlı kazançlar elde etmeye devam edeceklerdir.

Oysa, bu maddeyle ne sermaye sınıfı hedefe konulmaktadır, ne de bunun günlük yaşamda uygulanacağını gösteren bir gelişme yaşanmaktadır. Zira sadece göçmen olarak değil, kanunlarca suç sayılmasına rağmen yıllardır bu ülkede çok sayıda kaçak işçi çalıştırılmakta, buna karşı hiçbir önlem alınmamaktadır. Dolayısıyla bu yasayla hiçbir şeyin değişmeyeceği en iyi bilenlerden biri de TİSK'tir. Buna rağmen yaygara koparıyorsa, bunun nedeni, bu maddeleri ileri sürerek yeni saldırılara bahane bulabilmektir. Öte yandan, sanki kendilerine haksızlık yapılıyormuş gibi sermaye devletinin sınıfsal kimliğini gizlemeyi ve “yetersiz” olsa da işçi ve emekçiler lehine yasal düzenlemeler gerçekleştirdiği düşüncesinin uyanmasını amaçlamaktadır. Örneğin kimi işçi sendikaları çalışma yasalarındaki bu maddelerin TCK'da da yeralmış olmasını önemli bir gelişme olarak değerlendirebilmişlerdir.

Aynı şeyleri TİSK'in TCK'da yeralan ve itirazda bulunduğu diğer maddeler için de söyleyebiliriz. Çalışma yasalarında bulunmasına rağmen cinsel tacizin TCK içerisinde de yeralmasının sermaye çevrelerini rahatsız ettiği gözükmektedir. Zira onlar çalıştırdıkları işçileri kendi köleleri olarak gördükleri için her türlü hakka sahip olduklarını düşünmektedirler. Bu rahatlarını bozacak maddelere karşı çıkmaktadırlar.

Yine TCK'nın 117. maddesinin 2.bendine göre; “Çaresizliğini, kimsesizliğini ve bağlılığını sömürmek suretiyle kişi veya kişileri ücretsiz olarak veya sağladığı hizmet ile açık bir şeklide orantısız düşük bir ücretle çalıştıran veya bu durumda bulunan kişiyi, insan onuru ile bağdaşmayacak çalışma ve konaklama koşullarına tabi kılan kimseye altı aydan üç yıla kadar hapis veya yüz günden az olmamak üzere adli para cezası verilir” denilmektedir. Oysa günümüzde, bırakalım çaresizlik ve kimsesizliği, “sağlanılan hizmet ile açık bir şekilde orantısız düşük bir ücretle çalıştırılmak” için herhangi bir yerde işçi olarak çalışmak yeterlidir. Sigortasız olarak günde 12-14 saat, her türlü aşağılama ve onur kırıcı davranışlara maruz kalarak, asgari ücretin bile altında bir ücretle çalıştırılmak yaygın bir durumdur. Peki bundan dolayı, geçtik cezai sonucu, herhangi bir davalık durum sözkonusu olmuş mudur? Olmadığına göre, bu yasanın günlük yaşam açısından anlamı ne olabilir ki? Üstüne üstlük, şimdi bir de sermaye sözcülerinin, asgari ücretin yüksek olduğu, bölgesel olarak belirlenip düşürülmesi gerektiği, “kendi Çin'imizi yaratmamız gerektiği” yönündeki talepleri gündeme getiriyor olmaları, yine yasanın sadece kağıt üzerinde kaldığını göstermektedir. TİSK, yasanın ifadede muğlaklık içerdiği gerekçesiyle itirazda bulunarak, kağıt üzerinde de kaldırılmasını istiyor.

TİSK tarafından muhalefet konusu edilen son yasa ise sendikaya üye olup olmama, sendikanın faaliyetine katılıp katılmama ve sendika görevinden ayrılıp ayrılmama noktasında cebir veya tehdit kullanımı durumuna ilişkin cezai hükmü içeren 118. maddedir. TİSK'in itirazı kanundaki ifade biçimine dönük olmakla birlikte, sendikal faaliyetlerin iş saatleri dışıyla sınırlandırılması kaygısından gelmektedir.

Demokratikleşme oyunuyla sermaye devletinin gündeme getirdiği saldırıları boşa düşürecek olan, işçi ve emekçilerin örgütlü birliği, bu birlikten güç alan ortak militan bir mücadele hattının kurulmasıdır. Böyle bir mücadele hattının örülmesi yolunda alınacak mesafeye bağlı olarak sermaye devletinin de çanları çalmaya başlayacaktır.