03 Eylül 2005
Sayı: 2005/35 (35)


  Kızıl Bayrak'tan
  Ters tepen oyunlar ve büyüyen korkular
  Genelkurmay Başkanı'nın 30 Ağustos açıklamaları üzerine
   İncirlik yürüyüşü
  İncirlik yürüyüşü ve destek eylemleri
  Batman'da 20 bin kişi Hasan İş'i uğurladı
Özelleştirme tekelleşmeye hizmet ediyor
Kamuda toplu görüşme oyunu bitti
  Demokratikleşme paketlerinden yeni saldırılar çıkıyor
  Ekim Gençliği; Yeni döneme güçlü bir başlangıç için!
  TİSK:Sendikaya dost(!), işçi sınıfına düşman!
  "Sen 'sen' ol" ihanete geçit verme
  Ümraniye İşçi Kurultayı faaliyetlerinden...
  Küçükçekmece İşçi Kurultayı çalışmaları
  Sınıf çalışmasının sorunları ve kurultay çalışması
  Irak işgalindeki başarısızlık gizlenemiyor
  İşgalciler Irak'ı kaosa sürüklüyor

  Filistin direnişini bitirme planları tutmayacak

  Dünya Katolik Gençlik Günü ve gösterdikleri
  AKP H ükümeti "ucuz konut" adı altında emekçileri kandırıyor
  Türkiye'de aydın olmak!
  İçi boşaltılan kavramlar: Savaş ve barış!
  Düzene mahkum olmaktansa düzenin mahkumu olmak yeğdir
  Genç komünistlerin deneyimlerinden
  Bültenlerden / GOP İşçi Bülteni
  Emniyet gençleri "sevmeye" çağırıyor...
  İspanya'nın kızıl karanfili; Garcia Lorca
  Basından: Savaş bitiyor / Y. Türker
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

İşgalciler Irak'ı kaosa sürüklüyor

Irak'ta “yılan hikayesi”ne dönen geçici anayasa taslağı üzerinde bir türlü mutabakat sağlanamadı. İşgalcilerin özel önem atfettiği bu hamle, bekleneni sağlamaktan uzak kaldı. Irak'a “demokratik anayasa” bahşetme iddiasında olan ABD emperyalizmi, ancak kirli pazarlıklara zemin hazırlayabildi. Bunun ötesinde elde ettiği bir başarı olmadı.

Sünni Araplar'ın karşı çıkmasına rağmen son şekli verilen taslağın, 15 Ekim'de referanduma sunulacağı bildirildi. Ancak varılan bu sonuç Washington'daki Bush çetesini de, Irak'taki sömürge valisi Zalmay Halilzad haydudunu da memnun etmedi. İşgalciler taslak üzerinde tüm tarafların mutabık kalmasını istiyordu. Ancak Sünni Araplar'ın federalizme karşı çıkmasından dolayı bu hedefe ulaşılamadı. Oysa Kürtler ile Şii Araplar'ın işgalcilerle iyi geçinen kesimlerinin temel talepleri federasyondur.

Anayasa tartışmalarının merkezine oturan federalizm konusunda 114. maddede “Bu anayasa yürürlüğe girdiğinde, Kürdistan bölgesini, onun federal bölge olarak varolan iktidarını onaylamış olacak” deniyor. Sonraki fıkrada da anayasanın ilgili hükümlerine uygun bir süreç sonucunda diğer federal bölgelerin kurulabileceği ifade ediliyor. Böylece Şiiler'in federal yönetim kurma isteği reddedilmiyor ama erteleniyor.

Kabul edildiği iddia edilen taslakta, Kürtler'in karşı çıkmasına rağmen, şeriat uygulamalarına yolaçacak maddeler bulunuyor. Örneğin 1'inci maddede, Irak Cumhuriyeti'nin yönetim sisteminin “demokratik, federal, temsili cumhuriyet” olduğu belirtilirken, 2'inci madde “İslam, devletin resmi dinidir ve yasamanın temel kaynağıdır. Hiç bir kanun, İslam'ın tartışılmaz kurallarına aykırı olamaz” deniyor. Yüksek Federal Mahkeme'yi (YFM) düzenleyen 90'ıncı maddenin ikinci fıkrada, “YFM, yargıçlardan ve İslam hukuku uzmanlarından oluşur” deniyor.

Görünen o ki, ABD şeriat konusunda Şii Araplar'dan yana tercih yapmıştır. Pazarlık devam ederken yaşan bir gelişme bu kanıyı güçlendiriyor. Halen kukla hükümette yeralan en büyük Şii Arap grubu, İran'a yakınlığıyla bilinen Irak İslam Devrimi Yüksek Konseyi Başkanı Abdul Aziz Hakim'in oğlu Ammar Hakim Washington'a bir ziyaret gerçekleştirmiş. Pentagon şefleriyle biraraya gelen oğul Hakim, Ulusal Güvenlik Konseyi (NSC) yetkilileriyle de görüşmüş. Bu ziyaretin ardından, savaş kurmaylarına yakın kaynaklar, ABD'nin Irak'ta Şii Arap kartını oynaması gerektiği üzerinde durmaya başladı.

Buna rağmen işgalciler, kendileriyle işbirliği yapan Sünni Araplar'ın direnişçilere yaklaşmasını engelleme kaygısıyla hareket ediyorlar. Halilzad, Sünniler'in itirazlarını gidermek üzere taslak üzerinde yeni görüşmeler yapılabileceğini, varılacak mutabakata uygun değişikliklerle gidilebileceğini belirtti. Halilzad'ın açıklamaları, savaş çetesinin bütün tarafların tek bir metin üzerinde uzlaşması için çabalarının sürdüğü şeklinde yorumlandı.

Taslağın kabul edildiğinin açıklanması üzerine sokaklara çıkan onbinlerce Sünni Arap, anayasa taslağını, emperyalist işgali, ABD yönetimini protesto etti. Mukteda Sadr grubuna bağlı onbinlerce Şii Arap da, Irak'ın bölünmesine karşı çıktı. Sadr'ın çağrısıyla harekete geçen Şii Araplar, 8 kentte yürüdü. Anayasanın yanı sıra, altyapı hizmetlerinin yoluna girmemesi protesto edildi.

Sadr yandaşlarının en büyük eylemi, Bağdat'ın yoksul bir mahallesinde 40 bine yakın kişinin katıldığı gösteri oldu. Eylemde yapılan konuşmalarda Sünni halkla kardeş olduklarını vurguladılar. Sadr'ın yayınladığı bildiri okunarak, “Bush ve Amerika defolsun” dedi. Gösteride, “Su ve elektrik istiyoruz” gibi pankartlar dikkat çekti.

Taslağın reddedilme ihtimali de var. 15 Ekim'de yapılması planlanan referandumda, Irak'taki 18 vilayetin en az 3'ünde halkın üçte ikisi taslağı reddederse, anayasa kabul edilmemiş sayılacak. BM'yi, Arap Birliği'ni müdahaleye çağıran Sünni Araplar'ın, ülkenin orta bölgelerindeki 3 vilayette nüfus çoğunluğu bulunuyor. Bu kesimlerin şimdiden hayır kampanyası başlattıkları bildiriliyor.

Ne Irak işgaline, ne de işgal sonrasında yıkımlar eşliğinde gerçekleşen toplu kıyıma ses çıkaran Arap Birliği de anayasaya tepki gösterdi. Birliğin Genel Sekreteri Amr Musa, “Taslak bir kaos reçetesi, belki de Irak ve çevresi için bir felaket. Federalizm ve Irak'ın bir Arap ülkesi olarak tanımlanmaması kaygılarını paylaşıyorum” diyerek, Sünni Araplar'a yakın bir tutum sergiledi.

Kürdistan Demokratik Partisi (KDP) Başkanı Mesut Barzani ise, yıllardır hedefledikleri federalizme yeni anayasa metni ile ulaştıklarını, Kürtler'in bugüne kadar büyük bedeller ödeyerek elde ettikleri hakların yeni anayasa ile teminat altına alındığını söyledi. Kürdistan bölgesinin Federal Irak Anayasası'nda yeraldığını, Kürtçe'nin Arapça ile birlikte Irak'ın resmi dili olduğunu kaydeden Barzani, petrolden elde edilen gelirin de paylaşılacağını belirtti.

Barzani'nin iddialarına göre olay olup bitmiştir. Oysa durum hiç de öyle değil. Kimileri iç savaşa hazırlanmaktan söz ederken, kimileri de işgalcilerin ağırlığı Şii Araplar'a doğru kaydırabileceğini söylüyor. Hangi taktiği izlerse izlesin, Amerikan emperyalizminin Irak halklarını daha karanlık bir geleceğe sürüklemekte olduğu kesindir. Bu gidişatı tersine çevirmek, halkların işgal karşısındaki tutumuna bağlıdır.

---------------------------------------------------------------------------------------

Tekeller halkların kanıyla palazlanıyor!

Kapitalist-emperyalist düzenin yücelttiği “demokrasi”de, esas olarak büyük tekeller, militarist güçler, üst kademe devlet bürokrasisi, siyasetçi elitler, medya baronları temsil edilir. Bu içiçeliğin en pervasız örnekleri ABD yönetiminde görülür. Bu ülkede bir genelkurmay başkanı emekli olduktan sonra bir enerji veya silah tekelinin yöneticisi olabileceği gibi bir bakan veya Dünya Bankası başkanı da olabilir. Ya da bir şirket yöneticisi, dışişleri bakanı veya başkan yardımcısı... Tabii başkanlık görevini tamamlayan birinin şirket yöneticisi olmasına da rastlanır.

Son üç yıldır Beyaz Saray'a egemen olan Bush liderliğindeki neo-faşist çete, devlet-şirket-asker işbirliğinin veciz bir örneği durumunda. Bush dahil olmak üzere çete şeflerinin neredeyse tümü enerji veya silah tekellerinin içinden gelmiştir. Hatta yönetimde yeraldıktan sonra da şirketlerden yüklü maaşlar almaya devam edenler var. Bunun yanı sıra eski genelkurmay başkanı, başkan yardımcısı veya danışmanlar da bu şebekenin bileşenleri arasındadır.

Amerika'daki “dolar demokrasisi”nin kuralı, “en çok para harcayan başkan olur” ilkesine dayalıdır. Dolayısıyla bütün başkanların seçim kampanyaları tekeller tarafından finanse edilir. Bu koşullarda başkan seçilen kişinin, ekibiyle beraber sözkonusu tekellerin çıkarlarına uygun politikalar icra etmesi şaşırtıcı değildir. Başka bir ifadeyle, silah tekellerinin akıttığı dolarlarla başa gelen bir yönetimin savaş kundakçılarından oluşması, “dolar demokrasisi”ne tamamen uygundur.

Bush liderliğindeki savaş çetesinin başa geçmesinden sonra, Amerikan silah tekellerinin kârları tavan yaptı. Borsadaki hisseleri en çok gelir getiren şirketlerin başında yine bu tekeller geliyor. Zira yarım trilyon (500 milyar) dolara ulaşan ABD savunma (yani savaş) bütçesinden önemli bir pay, ihaleler aracılığı ile silah tekellerinin kasalarına akmaktadır. Elbette yüzbinlerce masum insanın katledilmesi eşliğinde. Gelinen yerde bu şirketlerin yıllık kârları on milyarlarca dolarla ifade ediliyor. Çoğunun cirosu, yüz milyon nüfuslu ülkelerin Gayri Safi Milli Hasılası'ndan daha yüksektir.

ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon), Afganistan ve Irak işgallerinin ardından Lockheed Martin, Boeing, Northrop Grumman, Raytheon, General Dynamics, Honeywell, United Technologies gibi silah şirketlerine çok sayıda “yağlı” ihale vermiştir.

2006 savunma (savaş) bütçesini açıklayan Pentagon, Irak ve Afganistan işgalleri için 50 milyar dolar ek bütçe, silah sistemleri için 79 milyar dolar, askeri araştırma/geliştirme programları için ise 69 milyar dolar harcama yapılacağını duyurdu. Elbette gizli harcamalar bu rakamlara dahil değildir.

Bu devasa harcamalar dünyadaki bütün açların beslenme, barınma, eğitim, sağlık gibi temel ihtiyaçlarının karşılanmasına yetebilirdi. Ancak, varlık nedeni insanlığa hizmet değil, tekellerin çıkarlarını korumak olan kapitalist-emperyalist sistem, bu paraları tekellerin kasasına akıtırken, katledilenlere yeni yüzbinler ekleye devam edecektir.

Bu tüyler ürpertici tablo, bir yandan barbarlık içinde çöküşü gözler önüne sererken, diğer yandan bu barbarlığa son vermek için sosyalizmin ne kadar acil bir ihtiyaç olduğunu da göstermektedir.