11 Haziran 2005
Sayı: 2005/23 (23)


  Kızıl Bayrak'tan
  Uşak takımı Bush’un huzuruna çıktı
  TÜSİAD uşaklık politikasında “pürüz”
istemiyor
  Faşist saldırılar yoğunlaşıyor
  İstanbul Üniversitesi’nde faşist
saldırılar sürüyor
  SES ve Eğitim-Sen eylemlerinin ardından
  DİSK uyuşturucuya karşı mücadele
ederek uyuşturacak!
  Asgari ücret yüksekmiş!
  Eğitim-Sen eylemlerinden
  SES eylemlerinden
  Seydişehir işçisi sesini duyurmak
için yol kesti
  GİMAS grevi üzerine
  Özelleştirme saldırısına karşı
ortak eylem
   Güney Kürdistan sorunu üzerine
tamamlayıcı düşünceler/3
(Orta sayfa)
  Cumhurbaşkanı ve başbakan arasındaki atama tartışmaları
  Kaçırarak, tehdit ederek yıldırmayı
başaramayacaklar!
  İnsanı aletin egemenliğinden işçi
sınıfının devrimci eylemi kurtaracak!

  Halk ayaklanmasının yeni bir örneği: Bolivya

  Mesa’nın istifa ettiği gün
  Filistin seçimleri ertelendi
  Onbinlerce Kürt Suriye yönetimini hedef aldı
  Fransa’da sosyal yıkım saldırıları sürüyor
  “Koma Komalên Kürdistan” üzerine
  Bültenlerden/KEB
  Bültenlerden/İMES
  Basından
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Sokakta kurduk, sokakta savunacağız!

Eğitim emekçilerinin yüz yıla yaklaşan tarihsel deneyimleri üzerinden yükselen Eğitim-Sen'in mahkeme kararı ile kapısına kilit vurulmak isteniyor. Eğitim-Sen hem nicelik, hem de nitelik olarak KESK içinde bulunan sendikalar içinde özel bir yer tutuyor. Sermaye devleti, tam olarak denetim altına alamadığı kamu emekçileri hareketini, en dinamik sendikasını kapatarak teslim almayı hedefliyor. Ayrıca kontrolü altında tuttuğu Türk-Kamu-Sen ve Memur-Sen'in bu kararla daha da güçleneceğinin hesabını yapıyor.

16 yıldır eğitim emekçilerinin kurduğu tüm sendikaların tüzüğünde yeralan “anadilde eğitim hakkı” talebine dayanarak bugüne kadar böyle bir kapatma girişiminde bulunulmamıştı. Devletin resmi organlarınca onaylanan, yıllardır sorun edilmeyen tüzük hükümleri hakkında birden bire dava açılmış olması ve davanın zamanlaması hiç de tesadüfi değildir.

Dava Genelkurmay'ın talimatıyla açılmış ve onun istemi doğrultusunda sonuçlandırılmıştır. Yargıtay, kendi iç hukuk kurallarını da ayaklar altına alarak ordunun emrine uygun bir kararın altına imza atmıştır. Bu kararla bir kez daha ordunun sermaye devletinin yönetimindeki belirleyici rolü açığa çıkmıştır.

Diğer taraftan Eğitim-Sen'in kapatılma kararı, AB süreci çerçevesinde koparılan demokrasi çığırtkanlığının sonunu getirmiş, sermaye devletinin faşist yüzünü bir kez daha tüm çıplaklığı ile açığa çıkarmıştır.

Açılan davanın esasının siyasal bir öz taşıdığı ancak topyekûn ve kararlı bir mücadele ile püskürtülebileceğini Eğitim-Sen yöneticileri de bilecek bilince sahiptirler. Ancak Eğitim-Sen yönetimi, üyesi olduğu uluslararası örgütlere dayanışma çağrısında bulunmayı, mahkeme gününe denk düşen protestocu eylemler yapmayı yeterli görmüştür. Türkiye'nin en kitlesel emek örgütü olan KESK, içinde barındırdığı en büyük sendika olan Eğitim-Sen'e yöneltilmiş böyle bir saldırı karşısında tamamen hareketsiz kalmıştır.

Gerçek bir sendikal önderliğin yapacağı ama gerek KESK ve gerekse Eğitim-Sen'in yapmadığı birçok şey vardır. Öncelikle saldırının politik içeriği ve sınıf özü üyelere kavratılmaldır. Saldırının kapsamı ve niteliğine ilişkin, net bir bilinç açıklığı sağlamak amacıyla kesintisiz bir propaganda ve ajitasyon faaliyeti yürütülmelidir. Aydınlatma faaliyeti KESK'e bağlı tüm sendikalar tarafından kesintisiz olarak sürdürülmelidir. Kapatma saldırısına karşı, içinde süresiz iş bırakma eylemini de barındıran bir mücadele programı oluşturmalıdır. Mücadele programının oluşumunda, üyelerin söz, yetki, karar sahibi olduğu tartışma süreçleri belirleyici olmalıdır.

Başta eğitim emekçileri olmak üzere, KESK'e bağlı sendikalarda örgütlü tüm kamu emekçileri Eğitim-Sen'in kapatılmasına karşı topyekûn mücadele içinde yeraldıkları koşullarda başarıya ulaşılabilir. Zira sermaye devleti 1 milyon 250 bin kamu emekçisinin sesini duymamayı, mücadelesini görmemeyi göze alamaz.

Eğitim-Sen yöneticileri, saldırının kapsamı ve niteliğine denk düşen kapsayıcı bir mücadele programı ortaya koymamışlardır. Elbette bunun en önemli nedeni AB sürecine bağlanmış bir sendikacılık/mücadele(!) anlayışıdır. Sınıf mücadelesine inanmayan, sınıf mücadelesinin yüzlerce yıllık birikimlerine sırt çevirmiş bir sendikacılığın böyle bir mücadele programı oluşturması ve sonuna kadar sürdürmesi beklenmemelidir.

Eğer bunu aşan bir bakış ve yaklaşıma sahip bir sendikal önderlik olsaydı ya da mevcut sendikal yönetimi önüne katıp sürükleyecek güçte bir taban inisiyatifi olsaydı durum farklı olurdu.

Gelinen noktada eleştirici yaklaşımı, pratik mücadelenin yükünü omuzlayacak bir inisiyatifle birleştirerek seferber olmak durumundayız.

Sosyalist Kamu Emekçileri/Kayseri

(Kamu Emekçileri Bülteni'nin Haziran 2005 tarihli sayısından alınmıştır...)

-------------------------------------------------------------------------------------------

“Sağlıkta Dönüşüm Programı”; emekçinin kölelik fermanı!

“Sağlıkta Dönüşüm Programı” olarak adlandırılan özelleştirme programının bir yanını sağlık hizmetlerinin ticarileştirilmesi oluştururken, diğer yanını ise emekçilerin tam anlamıyla köleleştirilmesi oluşturmaktadır. Bu ikisi arasında sıkı bir ilişki bulunmaktadır. Zira kara endeksli bir sağlık sisteminde doğal olarak kapitalist sömürü yasaları işletilecektir. Yani en az maliyetle en çok verim ve ticari karın sağlanması için emekçiler sınırsız ve kuralsız bir çalışma sistemine maruz bırakılacaktır.

Böyle bir sistemin anahtarını iş güvencesinin ortadan kaldırılması oluşturmaktadır. “Yeni Personel Rejimi” ile işgüvencesinin gaspının yolu açılmaktadır. “Kamu yönetimi reformu”nun hayata geçirilmesiyle birlikte sözleşmeli çalışma genelleştirilecektir. Bu yönde zaten büyük bir mesafe almış bulunmaktadır. Uzun zamandır büyük sayılar halinde sözleşmeli personel alınmaktadır. Önce yan hizmet birimleri taşerona verildi, sonra yavaş yavaş ana birimlere taşeron sokuldu. Yakında kadrolu sağlık emekçisi sayısı taşeron ve sözleşmeli çalışanlara nazaran azalmış olacak. Böylelikle, aynı işi yapıyor olsalar dahi emekçiler arasında bozguna sebep olacaktır.

İşgüvencesinin ortadan kaldırılmasıyla birlikte tüm çalışma düzeni esnekleştirilecektir. Mesai saatleri yönetim tarafından keyfince belirlenecek, işini kaybetmek istemeyen emekçi posası çıkana kadar çalıştırılacaktır. Ayrıca çıkacak olan yasalarla kısmi zamanlı-sözleşmeli personel tanımı yapılmıştır. Yani bir işin yapılması için gereken zaman yarım gün ise emekçi yarım gün çalışacak ve yarım günlük ücret alacaktır. Geri kalan zamanda ise yaşayabilmesi için “limon satması” gerekecektir. Diğer yandan sağlık çalışmasının 24 saat kesintisiz devam ettiği düşünülürse bir kısım emekçi ise evine dahi gidemeden günlerce çalıştırılabilecektir. Dahası bunu kendi isteğiyle yapacaktır, çünkü seneye sözleşmesini yenileyebilmesi için ne kadar iyi bir çalışan olduğunu ispatlaması gerekmektedir.

Bu kölelik programıyla ücretler de esnekleştirilecek, performansa göre belirlenecektir. Böylece emekçiler iyi ücret alabilmek için birbirleriyle rekabet ederek kölece çalışma koşullarına boyun eğeceklerdir. Performans kriterleri rekabeti körüklediği için çalışanın köleliği giderek derinleşecek, sistem zayıf halkalar üreterek dışlama yoluna gidecektir.

Bu saldırı programının odağında örgütsüzleştirme-yalnızlaştırma ve kişiliksizleştirme yoluyla savunmasız bırakma hedefi bulunmaktadır. Bu koşullar altında emekçiler daha çok çalışacak daha az ücret alacak, gittikçe yozlaştırılacak, artık bırakın başkalarını kendini bile düşünemeyecek-düşünmeyecek hale getirilecektir.

Sonuç olarak “Sağlıkta dönüşüm programı” dizginsiz ve vahşi sömürünün adıdır. Sağlık emekçileri sağlık hakkının ticarileştirilmesi ile birlikte kendilerini bekleyen bu kölelik düzenine karşı mücadeleyi yükseltmek zorundadırlar.

Sosyalist sağlık emekçileri/İstanbul

(Kamu Emekçileri Bülteni'nin Haziran 2005 tarihli sayısından alınmıştır...)