31 Ocak'04
Sayı: 2004 (18)


  Kızıl Bayrak'tan
  ABD gezisinin ardındaki gerçekler
  NATO zirvesi Haziran'da İstanbul'da toplanıyor!..
  "Gizli" İncirlik kararının gösterdikleri
  Sermayenin kriz korkusu
  Suçlu "beyaz felaket" değil kapitalizmdir!
  Kâr düzeninin kar sefaleti
  Gençlik alanlarda...
  TMMOB Genel Kurulları yapılıyor...
  Kamu Reformu ve Kürt hareketinde liberal beklentiler
  Yerel seçimler ve sosyal-reformist solun aldatıcı manevraları
  Saldırılar, yerel seçimler ve devrimci görevler
  Toprağın Belediyeleştirilmesi ve Belediye Sosyalizmi
  Bir sosyal-reformistin düzen içi arayışları
  Osmanlı'nın çeteci-katliamcı geleneği kokuşmuş burjuva cumhuriyetle sürüyor
  İşgal karşıtı direniş güçleniyor!
  Siyonistler kan ve yolsuzluk içinde yüzüyor...
  Emperyalist Davos Zirvesi'nin emekçiler ve ezilen halklar için anlamı
  Çürüyen kapitalizmin ruhu Davos
  Dünya Sosyal Formu'nun ardından...
  Bültenlerden...
  Kalıcı olan sadece çıkarlar
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Çözüm örgütlü mücadelede!

İşçi sınıfının yüzyıllık kazanımlarını gaspeden ve çalışma yaşamını kuralsızlaştıran kölelik yasası birçok fabrikada farklı şekillerde uygulanmaya başladı. Bizim fabrikada da patron yasanın “kısmi süreli iş sözleşmesi” maddesini uygulamaya geçirdi.

Ben kısa süre öncesine kadar yaklaşık 600 işçinin çalıştığı, elektrik malzemeleri üreten bir metal fabrikasında çalışıyordum. Diğer tüm fabrikalardaki kötü çalışma koşulları, fazla çalışma saatleri, düşük ücretler vb. gibi sorunlar yaşanıyor. Örneğin fabrika günde 10 saat çalışmasına rağmen her gün 2 saatlik zorunlu mesailer ile bu süre 12 saate çıkıyor. Cumartesi-pazar günleri mesailer nedeniyle işe gitmek zorunda kalıyoruz. İşçilerin çoğu asgari ücret alıyor ve sadece 4-5 yıldan uzun süre çalışmış işçilerin maaşları asgari ücretin bir parça üzerine çıkıyor. Fabrikada karşı karşıya kaldığımız bir başka sorun ise “ödeme çalışması” adı altında, işçilerin fazla mesai ücretlerini hedef alan uygulama. Patron, resmi tatil günlerinde tatili uzatmak amacıyla şçilere bir iki hafta öncesinden cumartesi günleri “ödeme çalışması” yaptırıyor. Tatil yapmamız gereken günlerde ise mesai var diyerek işe çağırıyor. Böylece cumartesi mesaisinden yüzde 70-80 oranında fazla ücret alması gereken işçi, normal çalışma günü mesaisi olduğu için yüzde 20-30 oranında mesai ücreti almış oluyor. Kısacası her işçinin bu uygulama ile 25-30 milyon civarında bi kaybı oluyor. Bu uygulama ile patron hem işçilerin fazla mesai ücretlerinden çalıyor, hem de işçileri kendi istediği günlerde çalıştırıyor. Böylelikle patron, kölelik yasasında da varolan ve çalışma saatlerini, günlerini patronun keyfine bırakan yasa tasarısından faydalanmış oluyor.

Kölelik yasasının çıkmasıyla birlikte “kısmi süreli iş sözleşmesi” maddesini de uygulamaya başladı. Ben işe girdikten 2-3 gün sonra, işe yeni girenlerle toplantı olduğu söylenerek toplantı odasına götürüldük. Yapılan toplantıda bizlere 3 aylık sözleşme imzalatıldı. Bu sözleşmenin bir deneme süresi olduğunu, eğer iyi çalışırsak sözleşmenin fesh olacağını ve fabrikada çalışmaya devam edeceğimizi söylediler. 3 aylık süre bitince “verim yetersizliği” bahanesiyle benim de aralarında bulunduğum 5 kişi işten çıkartıldı. Diğer arkadaşlara ise “sizi yeterince deneyemedik” denilerek yeni bir 3 aylık sözleşme imzalatıldı. Sözleşmesi yenilenen arkadaşlarımıza bizi örnek gösterip “işinizi iyi yapmazsanız sonunuz onlar gibi olur” diyerek baskı uyguluyorlar ve işten çıkartmakla tehdit ediyorlar. Sözleşmeli işçilerin kıdem ve ihbar tazminatları bu sözleşmeyle birlikte ortadan kalkıyor ve sigortaları da tam yatırılmıyor. Böylelikle patron hem bu tür mali yüklerden kurtulmuş oluyor, hem de işçileri sözleşmesini yenilememekle korkutarak daha “verimli” çalışmalarını sağlıyor.

Bu tür uygulamalar kölelik yasası çıkmadan önce de birçok fabrikada fiili olarak uygulanıyordu. Şimdi ise patronlar bu yasadan aldıkları güçle daha azgınca saldırıyorlar. Tabii patronların böyle hareket etmesi sadece kölelik yasasının çıkmasıyla açıklanamaz. Buradaki en temel etken işçilerin örgütsüz, birbirine güvensiz ve mücadeleden uzak durmasıdır. Bu saldırıların önüne geçebilecek ve onu dizginleyebilecek yegane güç işçilerin örgütlü mücadelesidir. Bu örgütlülüğü yaratmayı başaramadığımız takdirde daha ağır ve kapsamlı saldırılarla yüzyüze kalacağız. Bu nedenle tüm enerjimizi fabrikamızdaki sorunlara yoğunlaştırmalı ve örgütlenmek için çaba harcamalıyız.

Bir metal işçisi/Esenyurt



Kölelik yasasına hayır!

Sizlerle kendi işyerimde yaşadığım bir olayı paylaşmak istiyorum. Tekstil sektöründe çalışıyorum. Birçoğunuzun bildiği gibi tekstil demek; sınırsız, kuralsız, yoğun bir sömürü demek. Çok kısa bir sürede bunu yaşayarak öğreniyorsunuz. Kölelik yasasıyla bu kuralsız sömürüyü yasalaştırdılar aynı zamanda. Şimdi bu koşulları bize tek tek onaylatarak ölüm fermanımızı imzalatmaya çalışıyorlar.

Geçtiğimiz hafta içinde bizlere birer metin imzalattılar. Metinde özetle 4857 sayılı iş yasasının hükümlerini kabul ettiğimiz yazılıydı. Bu metni sorunsuz imzalatabilmek için mesai saatini seçmişti patron. İşçilerin büyük çoğunluğuna okutulmadan imzalatıldı. Okuyanlarınsa önemli bir bölümü ne olduğunu anlayamamıştı. Daha sonra çay molasında sohbet ettiğim işçilerden kimi zamla ilgili bir yazı olduğunu, kimi giriş-çıkış saatleriyle ilgili olduğunu zannettiklerini söylediler. Kimileri de hiç okumadan imzaladığını ifade etti.

Hiç okumayan arkadaşlara, okumadan, ne olduğunu anlamadan bir metne imza atmanın yanlış bir şey olduğunu söyledim. Sonra da o metinle yapılmak istenenleri anlatmaya çalıştım. Esnek çalışmayı, ücretsiz izinleri, ödünç işçi uygulamasını, günlük çalışma saatlerinin arttırılmasını vb. birçok maddeyi işverenin bu metni imzalatarak kabul ettirdiğini, ona karşı çıkışımızı böylece zorlaştırdığını anlattım.

Neye imza attıklarını anladıktan sonra şaşkınlık yaşasalar da, “ne olduğunu anlasak bile imzalamak zorundaydık, imzalamazsak çıkışımızı verirlerdi” dediler. Ben, tek tek karşı çıkarsak şüphesiz böyle bir sonuçla karşılaşacağımızı, ancak toplu bir şekilde tepki göstermeyi başarabilirsek kazanım elde edebileceğimizi anlattım.

Çalıştığım yerdeki işçilerin çoğunluğu işçilik yaşamına yeni başlamışlar. Tekstil sektörü böyle işçilerle dolu. Hayat boşluk tanımıyor, devrimcilerin boş bıraktıkları alanları düzen dolduruyor. Ama küçük bir müdahale bile bunu değiştirebiliyor.

Sınıfın bilincini geliştirmek için daha yoğun, çok yönlü bir çaba sergilemeliyiz. Bu sınıfı partiye ve devrimci mücadeleye kazanmanın da yolunu açacaktır.

Komünist bir tekstil işçisi/İstanbul



Bağımsız sosyalist Kıbrıs!

Büyük yaygaraların koparıldığı Kıbrıs’ta CTP-DP koalisyon hükümeti nihayet kuruldu. Bu hükümeti adı da “toplumsal uzlaşı ve çözüm”! Bu hükümet bizzat Ankara’da satılmış AKP yetkilileriyle yapılan görüşmeler sonucu bir gecede kuruldu. Kurulan hükümetin öncelikle Annan planı doğrultusunda adımlar atacağı dile getirildi.

TC’nin garantör devlet hakkının saklı tutulması isteniyor ve “Kıbrıs’ta çözüm Türkiye’nin AB’ye girmesinin koşulu olamaz” vb. söylemler kullanılıyor. Ama hemen ardından mesele AB üyeliğine endeksleniyor. Bu, Kıbrıslı Türkleri düşündüğünü söyleyenlerin asıl emellerini açığa çıkarıyor. Kıbrıslı işçi ve emekçilere her zaman olduğu gibi kan kusturulacak. Kıbrıs, sermaye devletinin tüm kirli icraatlarının (kara para aklama vs.) temizlendiği bir alan olmaya devam edecek. İşte sermaye devletinin uykularını kaçıran da bu özel konumu kaybetme korkusu.

Kıbrıs’ın kuzeyi Türkiye, güneyi de Yunanistan’ın işgali altındadır. Fakat her iki ülkeyi de yönlendiren ABD ve İngiltere’nin yanı sıra diğer emperyalist güçlerdir. Kıbrıs’ın gerçek kurtuluşunun yolu, her iki bölgenin işçi ve emekçilerinin başta işgalci devletler olmak üzere yerli işbirlikçi rejimler ve onların ardındaki emperyalist odaklara karşı bir mücadelededir. Biz işçi ve emekçilere de bu mücadeleye kayıtsız şartsız destek vermek düşüyor.

Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz!

Antakya’dan bir BDSP’li