31 Ocak'04
Sayı: 2004 (18)


  Kızıl Bayrak'tan
  ABD gezisinin ardındaki gerçekler
  NATO zirvesi Haziran'da İstanbul'da toplanıyor!..
  "Gizli" İncirlik kararının gösterdikleri
  Sermayenin kriz korkusu
  Suçlu "beyaz felaket" değil kapitalizmdir!
  Kâr düzeninin kar sefaleti
  Gençlik alanlarda...
  TMMOB Genel Kurulları yapılıyor...
  Kamu Reformu ve Kürt hareketinde liberal beklentiler
  Yerel seçimler ve sosyal-reformist solun aldatıcı manevraları
  Saldırılar, yerel seçimler ve devrimci görevler
  Toprağın Belediyeleştirilmesi ve Belediye Sosyalizmi
  Bir sosyal-reformistin düzen içi arayışları
  Osmanlı'nın çeteci-katliamcı geleneği kokuşmuş burjuva cumhuriyetle sürüyor
  İşgal karşıtı direniş güçleniyor!
  Siyonistler kan ve yolsuzluk içinde yüzüyor...
  Emperyalist Davos Zirvesi'nin emekçiler ve ezilen halklar için anlamı
  Çürüyen kapitalizmin ruhu Davos
  Dünya Sosyal Formu'nun ardından...
  Bültenlerden...
  Kalıcı olan sadece çıkarlar
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Kamu Reformu ve Kürt hareketinde
liberal beklentiler

Alper Suat

“Kamu Reformu” adı altındaki işçi ve emekçilerin yüzyıllık kazanımlarına dönük liberal saldırılar uzun bir süredir gündemde. Son birkaç yıl içinde kamu hizmet alanlarının özelleştirilmesinde hızlı adımlar atıldı. AKP hükümeti ile birlikte bu adımlar hızlandırıldı ve eğitimden sağlığa bir dizi hizmet alanında piyasaya uyarlama yönünde yasalar çıkartıldı. Tüm bu adımlar ise hizmet sektörünün piyasalaştırılması ve çalışma yaşamının piyasaya uyarlanması amacını taşıyan üç ayrı yasa ile sonuçlandırılmaya çalışılıyor. Bu yasalardan birincisini oluşturan Kamu Yönetimi Temel Kanunu Tasarısı meclis komisyonlarından geçerek Meclis Genel Kurulu’na sevkedildi.

Tasarı hızla yasalaşma yolunu tutmuşken, işçi sendikaları bir yana, söz konusu saldırılardan doğrudan etkilenecek olan KESK’te ve bağlı sendikalarda -basın açıklamalarını bir yana bırakırsak- tam bir suskunluk yaşanıyor. Bu tek başına kamu emekçileri hareketinin bugünkü güçsüz tablosuyla açıklanamaz. Bunun gerisinde -hareketteki zayıflığın da kaynağı olan- reformist anlayışların düzenle girdikleri ilişkiler bulunmaktadır. KESK’in böylesine kapsamlı bir saldırıyı uzun aralıklarla yapılan basın açıklamaları türünden günübirlik eylemlerle geçiştirmesi, dahası Eğitim-Sen Genel Başkanı Alaattin Dinçer’in “eğitimi dışta bırakın, gerisi geçse de olur” anlamına gelen sözleri, Tüm Bel-Sen’in yasada olumluluklar görmesi vb. rastlantı değildir. Kürt illerinde ise sendika şubelerinin önemli bir kesimi Prsonel Rejimi Yasa Tasarısı dışındaki yasaları olumlar bir pozisyonda bulunmaktadırlar. Kürt liberalleri dışında kalan reformist akımlar ise, pratikte beklentici bir tutum içerisinde bulunmalarına karşın, söz konusu yasa tasarılarına karşı olduklarını söylemektedirler.

Kamu Reformu’nun özellikle yerel yönetimlere ilişkin ayağının Kürt liberalleri içerisinde başından beri bir kafa karışıklığı yarattığı biliniyordu. Oysa Kürt liberalleri bugün doğrudan kamu yönetimi reformunu savunur bir pozisyondadırlar. Özgür Gündem gazetesinin 17 Ocak tarihli sayısının başyazısı ise kafa karışıklığının yerini liberal saldırıların savunuculuğunun aldığını gösteriyor. Bu gelişme tümüyle Kürt hareketinin siyasal açılımlarının günlük politikadaki uzantıları olarak çıkmaktadır.

İmralı süreci sonrasında hızla devrimci birikimin tasfiyesine yönelen Kürt liberalleri, giderek yer yer emperyalistlerle, yer yer Türk devleti ile işbirliğini esas alan bir politika izlemişlerdi. Bir yandan AB emperyalizminden demokrasi beklerken ve AB’ye girişi savunurken, bir yandan ABD emperyalizminin Irak’a açtığı savaşı “statükoculuğa” karşı ilan eder ve bu gelişmelere dayanarak “demokratik uygarlık” çizgisine otururken, diğer yandan da işbirlikçi Türk egemenlerine yamanma çizgisi izlemekteydiler. Kürt liberalleri emperyalist gerici güçlerden birini karşısına aldığı yerde diğerine yaslanmayı temel bir politika haline getirmişlerdir. Örneğin ABD’nin Irak’a emperyalist müdahalesi sürecinde bu müdahalenin “demokratik uygarlık”ın önünü açacağı varsayımı ile ABD’yi selamlarken, Tükiye’ye ise “bakın statükoda ısrar ederseniz sizin sonunuz da bu olur” mesajı gönderiliyordu. Geçtiğimiz haftalarda ise ABD’nin Irak Kürtleri’ne baskın düzenlediği günlerin hemen öncesinde Öcalan ABD’ye ateş püskürüyor ve ardından Irak’daki Kürt ağalarını çözümü ABD’ye bağlamakla suçluyor, Türkiye’ye “biz böylesi bir tutum içinde değiliz” mesajını veriyordu.

Kürt hareketinde güncel gelişmelere bağlı olarak durmadan bu tür yalpalamalar ortaya çıkmaktadır. Böylesine omurgasız bir politikanın -doğrusu politikasızlığın- doğal sonucu ise, durmadan gerici güçler arasında gidip gelmektir. Kürt sorununun çözümünü salt bir takım kültürel kırıntılara indirgeyen bir anlayış doğaldır ki düzene eklemlenmeyi temel bir politika haline getirecektir. Kamu reformu karşısındaki tutum tümüyle bu eklemlenme ihtiyacının bir ürünüdür. Siyasal cephede SHP’yle bir çatıda birleşme yönünde düzeni soldan besleyen bir tutum içerisine girilmesi de, aynı ihtiyacın ürünüdür.

Liberal hayaller yayarak Kürt halkının
devrimci dinamikleri erozyona uğratılıyor

17 Ocak tarihli Özgür Gündem’in başyazısında Kamu Yönetimi Temel Kanunu Tasarı şu sözlerle olumlanıyor: “… Tasarı her şeyden önce kamu yönetiminin amaç ve görevini, ‘halkın hayatını kolaylaştırmak, huzur, güven ve refahını sağlamak, kişi hak ve özgürlüklerini kullanmalarının önündeki engelleri kaldırmak olarak tanımlıyor. Tasarıya göre merkezi idare, ulusal düzeyde politika amaç ve hedefleri belirleyecek, daha çok, denetim ve koordinasyon görevi görecek. Bunlar önemli değişiklikler.”

Öncelikle belirtmek gerekir ki, burada tasarının kendisine biçtiği rol üzerinden amaç maddesine dayanılarak olumlanması, gerisindeki gerçek nedenlerin gizlenmesine hizmet etmektedir. Oysa bir yasanın neyi amaçladığının görülebilmesi için, kendisini nasıl tanımladığına değil, o yasayı ortaya çıkartan gelişmelere bakılması gerekir. Bu yapılmadığı durumda burjuvazinin tüm yasalarının kabul edilmesi temel bir tutum olacaktır. Çünkü hiçbir yasa halk karşıtı olduğunu söylemez, aksine tüm yasalar halkın çıkarlarını esas aldıkları iddiasını taşımaktadırlar. Bu aynı şey Terörle Mücadele Yasası için de geçerlidir; halkın huzuru yasanın gerekçesi olarak sunulmaktadır.

Yazının “Önemli bir adım” ara başlığı altında ise şunlar söyleniyor:

“Tasarının en önemli yönü, merkezi yönetimi birçok alanda uygulama ve yukarıdan temsil konumundan çıkarıp küçültmesi, rol dağılımını yerellere doğru genişletmesidir. Türkiye’deki merkezi oligarşik yapılanma dikkate alındığında bu yönüyle tasarı önemli bir reform girişimi olarak tanımlanabilir. Yerel idare ve inisiyatiflere katılım, karar ve temsiliyet olanağı getiren tasarı; devlet ve siyasetin sivilleştirilmesi, küçültülerek gerçek alanına dönmesi açısından da önemli bir rol oynayabilir.

“Tasarının önemli bir özelliği bu. İkincisi; ‘kişi hak ve özgürlükleri önündeki engellerin kaldırılması’ hükmünü içermesi; devlet-birey, devlet-toplum ilişkilerinin yeniden düzenlenmesi ve birey haklarının devlet karşısında korunması açısından yeni bir alan açıyor. Bu da bireysel, sosyal hak ve özgürlüklerin genişlemesi, özlük haklarının korunması anlamına gelir. Üçüncüsü; tasarının devletle doğrudan ilişkiler yerine, yerel idari yapılar üzerinden ilişkilenmenin olanaklı hale gelerek, ‘yerinde çözüm’ yaklaşımının güç kazanacak olmasıdır. Bu son derece önemlidir. Yerel yönetimleri (belediyeleri) de daha geniş olanak ve yetkilerle donatacak olan bu uygulama, (eğer iyi işletilirse) üçüncü alan yapılarına da güç verecektir.”

Kamu hizmet alanının tasfiyesini, emekçilerin sosyal haklarını piyasaya sunarak ortadan kaldırmayı ve sermayeye yeni pazar alanları açmayı amaçlayan saldırı yasaları Kürt liberalleri tarafından böyle tanımlanmaktadır.
Bu liberallere göre yasa, devlet yetkilerinin yerel yönetimlere devredilmesini amaçlamaktadır. Oysa gerçekte söz konusu olan yüzlerce yıllık mücadelelerin ürünü olan “devletin hizmet götürme” yükümlülüğünün, yani devletin “sosyal” yanının ortadan kaldırılması, kamu hizmet alanlarının sermayenin sofrasına sunulmasıdır. Devlet kamu hizmeti konusunda kendi sırtındaki yükten kurtulmaya çalışıyor, ama liberaller bunu “devlet yetkisinin devredilmesi” olarak göstermeye çalışıyor.

Yine yasa tasarısı “devlet ve siyasetin sivilleştirilmesi, küçültülerek gerçek alanına dönmesi” olarak nitelendiriliyor. Gerçekte devlet sivilleşmiyor, aksine onun “sivil” yanları ortadan kaldırılıyor; küçülmek bir yana “baskı ve zor aygıtı” olarak tahkim ediliyor. Bu liberaller devletin gerçek işlevinin sivilleştirildiğini, ordu, polis ve mahkemelerin yerellere devredildiğini iddia edebilirler mi?

Devletin tümüyle hizmet alanından elini çekmesi ve yerel yönetimlere devretmesi aynı zamanda “bireysel, sosyal hak ve özgürlüklerin genişlemesi, özlük haklarının korunması” anlamına gelecekmiş!

Aynı gazetenin 18 Ocak tarihli sayısında Sungur Savran, “Bu veriler ışığında, solda, özellikle de Kürt hareketi içinde belirli çevrelerde kamu yönetimi ‘reformu’nu demokrasiyi geliştirecek bir reform gibi görme eğiliminin varlığı, gerçekten acı sonuçlara yol açacak bir yanılgıya işaret ediyor” dedikten sonra yasanın amacını şu şekilde ortaya koyuyor: “Amaç açıktır: Merkez hizmetleri yerele devredecek, parası olmayan yerel de özele.”

Peki Kürt liberalleri için söz konusu olan basitçe bir yanılgı mıdır?

Kürt liberallerinin yerel yönetimlerin hizmet götürme yükümlülüklerinin artırılmasını ve devletin bu alandaki sorumluluklarından sıyrılmasını “demokratikleşme” olarak sunması yalnızca Kürt emekçilerinin beyinlerini bulandırmakla kalmıyor, kamu emekçileri hareketinde de geriletici bir rol oynuyor. Kuşkusuz Kürt liberalleri kendilerinin seçildikleri yerel yönetimlerde özelleştirmeler yoluna gitmeyeceklerini ileri süreceklerdir. Ama Türkiye’nin bütün il ve ilçelerinin yerel yönetimleri kendilerinin denetiminde olmayacaktır. Daha önemlisi, devlet yerel yönetimlere devrettiği hizmet alanlarına ayırdığı bütçeyi zamanla ortadan kaldıracak ve yerel yönetimleri özelleştirme gerçekliğiyle yüzyüze bırakacaktır. Bu durumda Kürt liberallerine yönetimlere geldikleri yerlerde emekçilerin boğazına sarılmaktn başka bir yol kalmayacaktır.

Kürt liberalleri tüm bunları çok iyi biliyorlar. Bu nedenle de tutumlarının bir yanılgı olarak nitelendirilmesi gerçeklerinin üzerini örtmekten başka bir anlam taşımaz. Onlar düzene yamanma ve düzen içinde kendilerine yer edinme politikalarının gereğini yerine getiriyorlar, o kadar.

Kürt liberallerine yaslanma politikası ve
reformizmin sahte yüzü

Kürt hareketinin “Kamu Reformu” karşısındaki tutumunun kamu emekçileri hareketinde geriletici bir rol oynadığını söylemiştik. Fakat bu rol yalnızca onlar tarafından oynanmamaktadır. KESK’in bugünkü “beklentici” politikası bunu tüm açıklığıyla ortaya koyuyor. Kürt çevreleri hiç değilse gerçek niyetlerini dobra dobra söyleme dürüstlüğünü gösteriyorlar. Alaattin Dinçer’in ve KESK’in tutumu harekette önemli mevzileri tutan ÖDP’nin nasıl bir rol oynadığını gözler önüne seriyor. Bu kadar kapsamlı bir saldırı karşısında KESK’in 10-11 Aralık eylemlerinin ardından uzun süre sessizliğini sürdürmesi ve yasa tasarısı meclis gündemine geldiğinde kamu emekçilerini basın açıklamalarına mahkum etmesi başka türlü yorumlanamaz.

EMEP reformizminin tutumu ise tüm bunların üzerine tüy dikmektedir. Siyasal, sendikal vb. her alanda Kürt liberallerine eklemlenen EMEP, yine de ikiyüzlüce yerinmeyi elden bırakmıyor. 19 Ocak tarihli Evrensel gazetesinde İhsan Çaralan imzasıyla “Kamu Yönetimi Temel Kanunu kimin kanunudur?” başlığı ile Özgür Gündem’in başyazısını eleştiren bir yazı yayınlandı. Çaralan yazısında, Kürt liberallerinin kamu reformunu savunur bir konumda bulunmalarını salt bir yanılgı olarak anlıyor olacak ki, bu tutumun gerisinde ne olduğuna hiç değinmiyor. “Egemenler kendi sistemlerini restore etmek istiyor” diye ara başlık atan Çaralan, Kürt liberallerinin bu restorasyonda gönüllü bir rol oynamak istediklerini görmezlikten geliyor. Sanki ortada masumane bir yanılgı var da, Kürt liberallerini “yanılgılarından” kurtarmaya çalışıyor. Ancak Kürt liberal ¸evreyi yasanın gerisindeki nedenlere bakmamakla itham eden yazar, kendisi de bu tutumunun gerisindeki nedenleri es geçme yolunu tutuyor. Bu bir yana, hem siyasal platformda onların arkasına eklemlenen, hem de KESK içerisinde kurdukları ittifaklar üzerinden onların yönetimlere taşınmasında rol oynayanlar kendileri değilmiş gibi bir tutum içindeler. Düşünün ki, Kürt liberalleri emperyalist savaştan medet umuyor, AB’yi savunuyor ve kamu reforunu destekler bir konumda bulunuyorlar, ama EMEP savaşa, AB’ye ve kamu reformuna karşı olduğunu söylüyor. Elbette reformizmin söylemlerine uygun davranarak Kürt liberalleriyle ayrışma yoluna gitmesi beklenemez. Ve böyle olduğu yerde de reformistlerden yükselen itirazların hiçbir somut karşılığı olmaz.

Yine Çaralan’ın yazısından da öğreniyoruz ki, DEHAP SHP ile protokol imzalamak yoluna gidiyor. Yani Kürt liberalleri reformistlerin kendilerine söylediklerini hiç tınmıyor ve kendi yolundan gitmeye devam ediyor. Tabii ki EMEP de oflaya puflaya aynı yolu tutacaktır.

Kürt yurtsever emekçileri ve reformizmin etkisinde kalan samimi devrimciler bu tutumdan kendilerini ayırmadıkça ve “cehenneme kadar yolunuz var” demeyi başaramadıkça düzenle entegrasyon sürecinde rol oynamaktan kurtulamayacaklardır. Kürt yurtsever emekçilerine ve samimi devrimcilere düşen bu ayrılığı fiili bir tutum haline getirmek ve burjuva liberal anlayışlara karşı mücadele yolunu tutmaktır.



Bir toplantının gösterdikleri...

Atatürk resmi, Kartal Demokratik
Seçim Platformu’nun neresinde?

Yok hayır, aslında böyle bir merakımız yoktu. Ancak Kartal Demokratik Seçim Platformu’nun Hasan Ali Yücel Kültür Merkezi’nde düzenlemiş olduğu toplantıya katıldığımızda bunu düşünmek zorunda kaldık. Daha doğrusu toplantıya katılan yaşlı bir amcamız sordu bu soruyu. SHP ilçe başkanı da cevapladı, diğer parti yöneticileri sustu. Ama nedense bu soru bir süre daha değişik katılımcıların konuşmalarında devam etti.

Oysa konu gayet basit görünüyordu. Aslında kürsüde bir Atatürk resmi muhakkak yer alacaktı. Ancak AKP’li rejim düşmanı belediye başkanları yok muydu, hep onların yüzünden bu başarılamamıştı. SHP ilçe başkanının verdiği cevaba göre güçbirliğinin bileşenleri yanlarında Atatürk resmi getirmemişlerdi. Ne de olsa belediyeye bağlı Hasan Ali Yücel Kültür Merkezi’nde Atatürk resminin bulunması gerekirdi. Türk bayrağı bile son anda bulunmuştu (son anda bir telaşın arkasından bulunan iki Türk bayrağı üstünde Kartal Demokratik Seçim Platformu yazan ve altında onu oluşturan partilerin adlarının bulunduğu pankartın iki ucuna asıldı), eksiklik bundan kaynaklıydı. Nihayet bu rejim düşmanı anlayış belediyelerden sökülüp atıldığında böyle sorunlar olmayacaktı.

Toplantıda tartışmaya neden olan “Atatürk resminin neden olmadığı” sorunu, aslında platformun kurulma aşamasına kadar uzanıyordu

Kartal’da “sol” bir yerel seçim platformu oluşturulmuştu. Bu herşeyden önce solcular biraraya gelemez düşüncesine önemli bir darbeydi. Üstelik platform çalışmaya öyle yeni de başlamamıştı. Eylül ayından beri toplanmaktaydı. Şimdi biraz darlaşmıştı, başlangıçta CHP de vardı. CHP ilçe örgütü de bu platformun oluşması için yoğun çaba harcamış, Ocak ayının ilk haftasına kadar toplantılara düzenli olarak katılmıştı. Ama CHP’nin seçimlere yalnız katılma kararı üzerine platformdan çekilmek zorunda kalmışlardı.

Özgür Parti ve SDP platformu desteklemekteydi, ancak Kartal’da ilçe örgütleri bulunmadığı için imzaları metinde yer alamadı. Ayrıca bir dizi sendika ve kitle örgütü de platformun çalışmalarına katılmış, partilere, “birliği belli bir aşamaya getirin, o aşamada sizi destekleyelim” demişlerdi.

Platform kendini sosyal-demokratların, Kürt sorununa çözüm isteyenlerin, emek ve demokrasiden yana olan güçlerin ve devrimcilerin birlikteliği olarak tanımlıyordu. Belediyecilik rant alanı haline gelmişti. Yerel yönetimler yasası ile bu durum resmileştirilmeye çalışılmaktaydı. İşte tüm bu ve benzeri sorunlardan dolayı reformist sol, düzen solu ile güçbirliği yapma kararı almıştı. Bu platform halka hizmeti esas alıyordu. Demokratikleşmenin yanındaydı. Sokak temsilcileri başta olmak üzere tüm sivil toplum kuruluşları, sendikalar ve meslek odaları bu sürecin asli unsuru olarak görülüyordu. Kadınların ezilmesine karşıydı, gençlerin sorunlarına duyarlıydı. Belediyeciliği yalnız yol, kaldırım yapmak olarak görmüyor, ilçede yaşayan insanların sağlık ve eğitim sorunlarına sahip çıkıyordu. Çocukların, engellilerin rahatça yaşamasını düş¨nüyordu. Hizmetleri halkın ihtiyaçlarına göre planlayacaktı. İhmal edilen semtlerin sosyal ve kültürel faaliyetlerini önemseyecekti ve din istismarına karşıydı...

Ancak kapitalist sistemin ürettiği bu temel sorunların çözümü için “birlik platformunu” gösterenlerin temel sorunlara dair hiçbir gerçekçi çözümü, samimi birliği yoktu.

Toplantıda SHP’nin Kürt sorunu konusunda ne düşündüğü soruldu. SHP İlçe Başkanı, yakında Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne katılacağını, Avrupa’nın Türkiye’den ilk beklentisinin azınlıkların sosyal ve kültürel haklarının düzetilmesi olduğunu söyledi. Böylece sorun çözülecekti. Ama katılımcı tatmin olmamıştı, bir kez daha söz aldı, Avrupa istiyor diye mi yoksa SHP’nin böyle bir programı mı vardı? Bu kez SHP’li sunucu bu soruyu yanıtladı. Tabii ki SHP’de Kürt sorununun çözümünden yana, bunun için DEHAP’la birlikte!

DEHAP, ÖDP ve EMEP gibi partiler için derin devletin en has adamlarından Karayalçın’la biraraya gelmeleri, yıllardır Kürt halkına karşı yürütülen kirli savaşın suç ortağı bir partiyi güçbirliğinin baştacı yapmaları, dün “düzen partisi” dediklerini şimdi halkın kurtarıcısı olarak lanse etmeleri, bu birliğin temelini ve ilkelerini yeterince açıklıyor. Düzene tam uyum, işçi ve emekçileri aldatmaya dönük sahte umutlar, düzene bağlamaya dönük sahte çözümler...

Sahi Atatürk resmi neden yoktu?

Bir okur/Kartal