31 Ocak'04
Sayı: 2004 (18)


  Kızıl Bayrak'tan
  ABD gezisinin ardındaki gerçekler
  NATO zirvesi Haziran'da İstanbul'da toplanıyor!..
  "Gizli" İncirlik kararının gösterdikleri
  Sermayenin kriz korkusu
  Suçlu "beyaz felaket" değil kapitalizmdir!
  Kâr düzeninin kar sefaleti
  Gençlik alanlarda...
  TMMOB Genel Kurulları yapılıyor...
  Kamu Reformu ve Kürt hareketinde liberal beklentiler
  Yerel seçimler ve sosyal-reformist solun aldatıcı manevraları
  Saldırılar, yerel seçimler ve devrimci görevler
  Toprağın Belediyeleştirilmesi ve Belediye Sosyalizmi
  Bir sosyal-reformistin düzen içi arayışları
  Osmanlı'nın çeteci-katliamcı geleneği kokuşmuş burjuva cumhuriyetle sürüyor
  İşgal karşıtı direniş güçleniyor!
  Siyonistler kan ve yolsuzluk içinde yüzüyor...
  Emperyalist Davos Zirvesi'nin emekçiler ve ezilen halklar için anlamı
  Çürüyen kapitalizmin ruhu Davos
  Dünya Sosyal Formu'nun ardından...
  Bültenlerden...
  Kalıcı olan sadece çıkarlar
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Dünya Sosyal Forumu’nun ardından...

Küreselleşme saldırısı karşıtlığının
anlamı ve sınırları

E. Eren

Ocak ayının üçüncü haftası dünya basınında önemli bir yer tutan Dünya Sosyal Forumu (DSF) 151 ülkeden 120 bin kişinin katılımıyla gerçekleşti. Mumbai’de gerçekleşen DSF küreselleşme karşıtı hareketin buluşma yeri oldu.

2001 yılında Brezilya’nın Porto Alegre kentinde gerçekleşen ilk Forum’a 10 bin kişi katılmıştı. Bu kez, bir haftaya yakın bir zaman dilimi içinde 1.200 ayrı toplantıya tam 100 bini aşkın kişi katıldı. Özellikle kast sisteminin en altında yer alan, aşağılanan, dışlanan ve sistematik baskıya hedef olan Hintli emekçiler kendi durumlarına dikkat çekmek için yoğun bir katılım gerçekleştirdiler ve eylemliliklerde bulundular. Diğer forumlarda olduğu gibi bu kez de sendika temsilcileri, sosyal çevre inisiyatifleri ve çeşitli radikal taban örgütlenmeleri, savaş karşıtı gruplar katıldılar. Farklı kadın grupları, özürlüler, yerlerinden kovulan etnik gruplar, kızılderili temsilcileri forumu kendi durumlarını ortaya sermenin bir platformu olarak kullandılar.

1.200 seminer ve toplantıda çok farklı konular gündeme alındı. Temiz su hakkı, toprak ve tohum, boğucu-dışlayıcı kast sistemi, büyük proje ve barajların çevre ve insanlar üzerindeki yıkıcı etkisi, insan hakları vb. konuların yanı sıra, sosyal hareketler gündeminde özellikle küresel demokrasi konseptleri, dünya parlamentosu, neo-liberal küreselleşme, savaş ve savaşa karşı tutum ve eylemler yoğun biçimde tartışıldı. Özellikle Dünya Ticaret Örgütü’nün, İMF ve Dünya Bankası’nın yıkım politikalarına karşı mücadele ve eylemler üzerinde duruldu.

Bazı tekellerin ürünlerine küresel düzeyde boykot vb. somut olarak tartışılırken, bazı kararlar da alındı. 20 Mart’ın dünya çapında Irak’ın işgalini kınayan bir eylem günü olması, Avrupa inisiyatiflerinin Avrupa ülkelerinde uygulamaya konulan “sosyal savaş”a karşı belirledikleri 2-3 Nisan eylemlerine katılım kararlaştırıldı. Hong Kong’da bu yıl yapılacak Dünya Ticaret Örgütü Bakanlar Konferansı’na karşı da kitleler harekete geçirilecek. Forum’da ayrıca yabancı askeri üslere karşı bir küresel inisiyatifin temelleri atıldı. Bu adım, NATO’nun askeri üstlerine karşı farklı ülkelerde direnişlerin yükselmesi gözetilerek atıldı.

Roy’un soruları ve çağrısı

Bu yıl DSF’nin gündemine damgasını vuran, küreselleşme karşıtı hareketin sembolü sayılan Hintli kadın yazar Arundati Roy’un yaptığı konuşma oldu. Roy’un, hem küreselleşme karşıtı hareket içinde yoğun tartışmalara yol açan, hem de dünya medyasında yankı bulan konuşma ve çağrısının anlaşılabilmesi için, birkaç noktaya dikkat çekelim.

‘80’li yılların başına dayanan küreselleşme karşıtı hareket başından itibaren sosyal bileşimi, ideolojik-politik yapısıyla heterojen bir karakter taşıyordu. Konular ve katılımcılar gözetildiğinde, pasifistler, dini cemaatler, feminist ve sendikal gruplar, anarko sendikalistler, anti-kapitalist inisiyatiflere kadar birçok yelpazeyi kapsamaktadır. Tarım tekellerinin yıkıcı etkisi altında tasfiye olmayla yüzyüze gelen küçük üreticiler, hiçbir gelecek umudu olmayan gençler, ırkçı ve ayrımcı politik baskılarla aşağılanarak dışlanan etnik ve dini gruplar, azınlıklar, kadınlar, korkunç militarist aygıtların ve emperyalist savaşın saçtığı vahşetin etkisiyle harekete geçen insanlar, işi-geleceği olmayan, sosyal hakları gasp edilen, doğal çevrenin yok olması tehditiyle harekete geçenler, vb... Bu insanların bilinç düzeyi ne olursa olsun “başka bir düya mümkün!” şiarı altında harekete geçmeleri küçümsenemez. Yoksulluklarının, yaşadıkları sefaletin, geleceklerinin tehdit altında olmasının gerisinde, tekellerin dayattığı politikaları, İMF, Dünya Bankası, WTO, NATO gibi kuruluşları görmeleri ve buna tepki göstermeleri son derece önemlidir. Dolayısıyla, hareketin platformunu belirlemeye çalışan çürümüş liberal reformcular ile emperyalist küreselleşmenin sonu¸larına karşı harekete geçen kesimleri ayrı değerlendirmek gerekmektedir.

Kimi solcu çevreler kapitalizmin yarattığı sonuçlara karşı gelişen kitlesel hareketleri küçük-burjuva bir yaklaşımla değerlendirerek küçümsemektedirler. Oysa, “Bu çürümüş sistem içinde kendi sorunlarına bir çözüm olanağı bulamayan” yoksulların tepkilerinin ilk etapta bankaya, markete, askeri kışlaya yönelmesi son derece anlaşılırdır. Bütün bu sorunların arkasında iliklerine kadar çürümüş bir emperyalist sistemin olduğunu açıklamak ve kitleleri aydınlatmak gerçek marksistlerin işidir. Dolayısıyla, komünist hareketin bugünkü zayıflığı koşullarında, işçi sınıfı toplumsal hareketin öncüsü olarak öne çıkamadığı sürece, kapitalizmi aşan, ona cepheden saldıran bir hareket beklemek ham bir hayaldir. Roy’un yaptığı konuşmanın ardından yapılan tartışmalar da bugerçeği ortaya koydu.

ABD emperyalizminin dünya egemenliği politikası güderek insanlık için büyük bir tehdit oluşturduğunu vurgulayan Roy, küreselleşmeye karşı mücadelenin, Irak işgaline karşı mücadele ile bütünleşmesi gerektiğine dikkat çekti. Konuşmasının en canalıcı cümleleri şunlardı: Tatil günleri eylemleri savaşlara engel olamaz... Eğer gerçekten emperyalizme ve neo-liberalizme karşıysak, o zaman Irak’taki direnişin kendisi olmalıyız... Protesto hareketi kendisini savaştaymış gibi görmelidir...

Bu cümleler özellikle dünya çapında emperyalist egemenliğin yıkıcı sonuçlarına karşı gelişen kitlesel tepkileri kabul edilebilir bir eleştirel çerçevede tutmaya çalışan ve bu çerçevede kaldığı sürece de dayanışmada bulunan burjuva medyanın yanında, pasifist, her türlü silahlı direnişi reddeden, “sivil toplum” hayranı birçok sol liberal kişi ve inisiyatifin tepkisini üstüne çekti.

Zira Roy hareketi somut bir soruyla yüzleştiriyordu. Neo-koloniyal bir “uygar” emperyalist gücün egemenliği altında ulusal ve sosyal tüm hakları ayaklar altına alınmış bir halkın silahla kendisini savunmaktan başka bir çıkış yolu kalmamışsa, savaş karşıtı, küreselleşme karşıtı hareketin somut dayanışma geliştirmemesi mümkün olabilir mi? İşçilere gemilere silahları yüklemeyin, havaalanı çalışanlarına uçakların uçuş hazırlıklarını yapmayın çağrısı yapılmadan dayanışmadan sözedilebilir mi? Roy’un soruları oldukça somut.

Fakat böyle bir tutum başta “sivil toplum” hayranlarına ters gelmektedir. Soyut sorunlar üzerinden harekete geçmek oportünizmin karakteristik bir özelliğidir. Roy’un konuşmasına yaklaşımın da gösterdiği gibi, küreselleşme karşıtı hareket üzerinde kaba liberal-reformcular, sivil toplumcular egemendir. Birçok platformda, işçi sınıfı hareketinin eski söylem ve istemlerinin geçerliliğini yitirdiği iddia edilerek, karşıt sınıflara bölünmüş bir toplumdaki temel çelişkiyi, sınıf sömürüsünü aşmak yerine, mevcut sistemi “sivil toplum”u güçlendirerek reforme etmek hayali yayılmaktadır. “Sivil toplum” sınıf savaşı kavramı yerine geçirilmektedir.

Marksistler önemle şu gerçeğin altını çizerler. Kapitalizm üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet üzerinde yükselir. Kapitalizmin kötü olarak nitelendirilen sonuçlarına karşı alternatif modeller koymak yeterli değildir. Zenginliklerin adaletli bölüşümü bu sistemin temelleri zorla sökülüp atılmadan sadece bir hayaldir. Üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet düzeni tasfiye edilmeden, haksızlıklara karşı gelmek, barbarlıkları teşhir etmek, kötülükleri yumuşatmak sorunları çözemeyecektir.

Brecht ise şöyle söyler; “Kapitalistler savaş istemiyor. Onu istemek zorundadırlar.” “İyi kalpli kapitalistler” kendi konumları tehdit edildiğinde, hemen devlet aygıtını, asker ve polis güçlerini, en modern silahlarını, olağanüstü hal yasalarını harekete geçirirler. Küreselleşme karşıtı hareket de bunu somut olarak 2001 yılında Cenova’da yaşamıştır.

Roy’un konuşmasının yarattığı etki ve tartışma Cenova’da ortaya çıkan soruların da belli ölçülerde yanıtı. DSF bu tür sorularla 2005’te Porta Alegre’de, 2006 yılında Afrika’da yüzleşmek zorunda. Yaşama şansı ileriye yönelik adım atabilmesine bağlı. Elbette bu da işçi hareketinin yaşayacağı gelişme ile doğrudan bağlantılı.



Bolivya: Yeni başkanın da günleri sayılı

ABD petrol tekellerinin uşağı Bolivya devlet başkanı Gonzalo Sanches de Losada üç ay önce bir halk ayaklanmasıyla koltuğundan sökülüp ABD’ye gönderilmişti. Sendikalar, kızılderili köylü örgütlenmeleri ve diğer toplumsal kesimler ortak bir cephe içinde, ülkenin doğalgaz ve diğer hammadde kaynaklarının emperyalist tekellere peşkeş çekilmesini engellemek için haftalarca direnmişler ve bu sonuç çıkmıştı ortaya.

Olayların ardından medya patronu Carlos Mesa bu geçiş döneminin “temiz başkanı” olarak göreve getirildi. Kızılderili yoksul köylüler ve işçi sendikaları yeni başkana, taleplerinin yerine getirilmesi, verdiği sözler tutması için doksan günlük bir süre tanımışlardı. Bu süre doldu ve yeni başkanın günleri sayılmaya başladı. Sendika federasyonu COB yaptığı açıklamada, süresiz grev, sokak direnişleri ile “hesaplaşmaya” hazırlandıklarını belirtti. Sendika federasyonunun yaptığı özel bir oturumda karar alındığını, yeni başkana 20 gün zaman tanındığını, bu sürede politikasında radikal bir dönüşüm yapmadığı koşullarda sokaklara çıkma konusunda kararlı olduklarını açıkladı.

Yerine getirilmesi istenen taleplerin başında genel ücret artışı, İMF ile görüşmelere son verilmesi, gaz üretiminin millileştirilmesi geliyor. Bu taleplerin karşılanmaması durumunda 10 Şubat’tan itibaren hükümetin düşürülmesi için eylemlere başlanacak.

Tüm bu gelişmeler yeni başkan Mesa’nın da günlerinin sayılı olduğunu gösteriyor. Zira Mesa üç aylık süre içinde İMF ve yabancı sermayenin iyi bir uşağı olduğunu, onların çıkarlarını temsil ettiğini ispatlamış bulunuyor.



Portekiz: Kamu emekçilerinden genel grev

Portekiz’de 23 Ocak günü 700 bin dolayındaki kamu emekçisi bir günlük genel greve giderek günlük yaşamı önemli ölçüde felç etti. Hükümetin geçen yıl dondurduğu ücret düzeyini 2004 yılı için de uygulayacağını açıklaması üzerine, sendika federasyonu CGTP’nin çağrısıyla bir günlük grev gerçekleşti.

Emekçilere karşı bir provokasyon olarak değerlendirilen hükümet açıklaması, emekçilerin bütün kesimlerin de tepkilere yolaçıyor. Bir günlük grevin ardından hükümet, sendika yönetimiyle görüşme isteğini resmen bildirdi. Bu da direnişin yarattığı ilk etki oldu.