31 Ocak'04
Sayı: 2004 (18)


  Kızıl Bayrak'tan
  ABD gezisinin ardındaki gerçekler
  NATO zirvesi Haziran'da İstanbul'da toplanıyor!..
  "Gizli" İncirlik kararının gösterdikleri
  Sermayenin kriz korkusu
  Suçlu "beyaz felaket" değil kapitalizmdir!
  Kâr düzeninin kar sefaleti
  Gençlik alanlarda...
  TMMOB Genel Kurulları yapılıyor...
  Kamu Reformu ve Kürt hareketinde liberal beklentiler
  Yerel seçimler ve sosyal-reformist solun aldatıcı manevraları
  Saldırılar, yerel seçimler ve devrimci görevler
  Toprağın Belediyeleştirilmesi ve Belediye Sosyalizmi
  Bir sosyal-reformistin düzen içi arayışları
  Osmanlı'nın çeteci-katliamcı geleneği kokuşmuş burjuva cumhuriyetle sürüyor
  İşgal karşıtı direniş güçleniyor!
  Siyonistler kan ve yolsuzluk içinde yüzüyor...
  Emperyalist Davos Zirvesi'nin emekçiler ve ezilen halklar için anlamı
  Çürüyen kapitalizmin ruhu Davos
  Dünya Sosyal Formu'nun ardından...
  Bültenlerden...
  Kalıcı olan sadece çıkarlar
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
“Gizli” İncirlik kararının gösterdikleri

İncirlik’i bölge halkları aleyhine ABD emperyalizminin sınırsız kullanımına sunan “gizli” Bakanlar Kurulu kararı Genelkurmay tarafından sahiplenildi. Söz konusu gizliliğin bizzat ABD tarafından ifşasını izleyen tartışmalara da bir son vermek üzere açıklama yapma ihtiyacı duyan Genelkurmay, “İncirlik’in, Irak’ta bulunan ABD personelinin rotasyonu amacıyla kullanılmasını Türkiye’nin milli menfaatleri açısından uygun” bulduklarını, ek olarak, “Mart ayındaki tezkere düşünülürse, ABD ile ilişkilerin geliştirilmesini” de yine menfaatlere uygun bulduklarını deklare etmiş oldu.

Genelkurmay’dan yapılan açıklamalar, kararın neden “gizli” olduğu konusuna bir açıklık getirmediyse de, tartışmaları kesme amacına tam olarak hizmet ettiği görülüyor. Bu açıklama ile birlikte, gizlilik üzerine onca laf sarfedenlerin ağzı bıçakla kesilmiş gibi birden kapandı. Böyle bir karar hiç alınmamış gibi davranmaya başladılar. Hep ordunun günah keçisi olagelmiş bir kesimin tövbekarlar partisi hükümetine yüklenmek kolay olabilir, ancak aynı ordu o hükümetin kararlarına sahip çıktığında iş değişiyor. Bundan sonrası artık orduya saldırmak anlamına gelecektir ki, bunu düzen içinde yapabilecek bir kesim, bir parti ve grup bulunmadığı artık biliniyor. Bu olayda da görülen bu oldu. Hükümete saldırmayı hem kolay, hem orduya yalakalık belleyenler, olay ordu tarafından sahiplenilir sahiplenilmez seslerini kestiler.

Oysa onlar da çok iyi biliyorlardı ki, ilgili-ilgisiz her konuya karışmayı alışkanlık edinmiş ordunun bilgi ve direktifi dışında, bir savaşa bulaşmak anlamına gelecek kararlar almak, Türkiye’de hiçbir hükümetin harcı değildir. AKP gibi terbiyeden geçirilmiş bir parti hükümetininse hiç değildir. Ne var ki, olayın vehameti konuşmalarını gerektirdiğinde de yapacak başka şeyleri kalmıyor. Askeri kararların asker tarafından verileceğini (Bakanlar Kurulu’nun sadece alınmış bu kararlara siyasi bir kılıf hazırlamakla görevli olduğunu) bilseler de, siyasi imza sahiplerini suçlamaktan başka imkanları bulunmuyor. Ama görüldüğü gibi bunun da bir sınırı var. Sınırı belirleyense yine asker. Askerin sus dediği yerde düzen muhalefeti sesini kesiyor. Madem “milli menfaatlere uygun” niçin gizli tutuluyor, diye soramıyor.

Bu yaşananlar gerçekte “milli menfaatler” ile “halkın menfaatleri” arasındaki farkı ve uçurumu ortaya koyuyor. Devletin ve düzenin her sıkıştığında sarıldığı “milli menfaatler” yalanının neye tekabül ettiğinin emekçi kitlelere çok iyi anlatılması gerekiyor. Tabirdeki “milli”nin milletle hiçbir ilgisi bulunmadığı, “menfaatler”inse milleti temsil ettiği iddiasındaki sınıf ve devletin menfaatleri olduğu gerçeğidir bu.

Gerçekte emperyalist sermayenin sadece taşeronluğunu yapabilen, fakat hayalinde onun ortaklığına heveslenen bir sınıf ve onun devleti, “menfaatlerini”, emperyalizmin menfaatleriyle ortaklaşmasında görüyor. Genelkurmay açıklaması bunun böyle olduğunu ortaya koyan bir belgedir. Irak’ta dökülen onca masum kanına rağmen hiç utanıp sıkılmadan “Irak pastasından” pay kapmaktan sözedenler onlar. Yakılıp yıkılmış bir ülkenin halkının kanıyla yoğrulmuş topraklarına bakıp yağlı pasta hayalleri kuranlar onlar. Komşu bir halkın acılarından, ölümlerinden, yıkımlarından, yokluklarından nemalanma heveslerini tam bir arsızlıkla ortaya koyanlar onlar... Onlar menfaatlerini elbette emperyalizmin kanlı maceralarında piyonluk yapmakta görecekler.

Tam da bu nedenle, bu sınıf ve temsil ettiği herşeyle, menfaatleri, yolları ayırmanın tam zamanıdır. Emperyalizmin dünya halklarına karşı suçlarına ortak olmamak, tam tersine, o halklardan biri olarak emperyalizmin karşısına dikilmek, Türkiye’nin emekçilerinin başta gelen görevidir. Sermaye sınıfı ve devleti, her ne kadar milletin temsilciliğine soyunmayı sürdürse de, bu gerçeklerin farkında olduklarını her gelişmede ortaya koymaktan da kaçınamıyorlar. Bakanlar Kurulu kararının gizliliğinin gerisinde bu var. Kendi menfaatleri halkın menfaatleriyle çelişiyor. Bunu biliyor, halkın bildiğini de görüyorlar. Çeşitli gelişmeler ve kendi yaptıkları kamuoyu yoklamaları, Türkiye’nin emekçilerinin Irak’a yönelik saldırıyı onaylamadığını, Türkiye’nin bulaşmasına ise hiç taraftar olmadığını gösteriyor. Emekçi kitleler, tam bir siyasal bilin&cceil;le olmasa da, sermayenin çıkarlarına uygun olduğu görünen emperyalist savaşın kendi aleyhlerine olduğunun farkındalar. Bundan dolayıdır ki, sermaye sınıfı ve devleti bu tür kararları kararları gizli tutma ihtiyacı duyuyor.

Genelkurmay açıklamasında, bu açık niyetlerden başka, satır aralarında gizli kimi korkular okunuyor. “Menfaatler”i ABD ile ilişkilerin geliştirilmesine bağlayan ifadeler arasına, “Mart’taki tezkere” hatırlatması sıkıştırılıyor. Bunun gerisinde çuval vakası var. Buradan bir kez daha, ABD istemlerine “hayır” yanıtı vermenin her yiğidin harcı olmadığı görülüyor. Türkiye’deki en “aklı başında” burjuva kalemlerin, ABD gibi bir süper gücün karşısında değil yanında/arkasında durmanın en akılcı davranış olacağını yazıp çizmeleri boşuna değil.

Süper güçten böylesine çekinenler, sıra bölgenin mazlum halklarına geldiğinde tehditler savuruyorlar. Açıklamayı yapan Genelkurmay 2. Başkanı İlker Başbuğ; “… etnik bir yapıya dayalı federal yapı, Irak’ı çok kötü günlere götürür. Bu durumda Irak’ın geleceğinin çok zor ve kanlı olacağını ifade etmek zorundayız” ifadeleriyle, aklı sıra Kürtler’e gözdağı vermeye çalışıyor. Açıklamanın yapıldığı günlerde Ankara’da “temaslarda” bulunan KYB bölge sorumlusu Berham Salih’in de benzer tehditlere maruz kaldığı, konuya ilişkin yaptığı açıklamalardan anlaşılıyor. Salih’in açıklamaları, aynı zamanda, Kürtlerin Türkiye’nin tehditlerinden o kadar etkilenmediğini de anlatıyor. Amerika ile ilişkiler konusunda en az Türkiye kadar uzmanlaşmış bulunan bu parti &oml;nderlikleri, tam da bu ilişkilerin biçimi-niteliği yüzünden, bugün Irak’ta ABD’nin istek ve iradesi dışında ne kendilerinin, ne de Türkiye’nin herhangi bir tutum geliştiremeyeceğini biliyorlar. Salih’in yöneltilen tehditlere aldırmadan “federasyon” çalışmalarına ilişkin açıklamalarını sürdürmesinin gerisinde bu var.

Bugün Irak’ta ABD istek ve iradesi dışındaki tek gelişme işgale karşı direniştir. Irak ve bölge halkları açısından tek olumlu gelişme bu direnişin kendisidir. Bunun dışındaki kimi gelişmeler (Kerkük olayları ve Şiiler’in federasyon taleplerini protesto eylemleri) ise, emperyalistlerin ve uşaklarının “kanlı gelişmeler” heveslerini depreştiren, iç savaş umutlarını büyüten niteliktedir.

Dolayısıyla, Irak’ta ve bölgede emperyalistlerin ve uşaklarının kanlı emellerine ulaşmalarını engellemenin tek yolu, bölge halklarının Irak halkının direnişiyle dayanışma eksenli anti-emperyalist mücadeleyi yükseltmelerinden geçmektedir.



Danıştay hükümetin cam grevine koyduğu yasağı kaldırdı...

Cam işçisi greve çıkıyor!

Sermaye iktidarının “milli güvenliği bozduğu” gerekçesiyle yasakladığı Şişecam grevi, Danıştay’ın yürütmeyi durdurma kararı arkasından yeniden başlıyor. Şişecam’da örgütlü Kristal-İş Sendikası adına yapılan açıklamada grevin 30 Ocak tarihinde başlaması öngörülüyor.

Cam İşverenleri Sendikası ile Kristal-İş arasında yürütülen 19. Dönem Toplu İş Sözleşmesi görüşmelerinde anlaşma sağlanamaması üzerine, Kristal-İş grev kararı almıştı. Grevin başlama tarihi olarak belirlenen 9 Aralık’tan bir gün önce AKP hükümeti grevi yasaklamıştı. Bunun üzerine sendika eylemli bazı tepkilerin yanında Danıştay’a yürütmeyi durdurma davası açmıştı. Daha önce benzer örnekler karşısında (Şişecam da dahil) olumsuz kararlar veren Danıştay, bu kez davayı işçiler lehine sonuçlandırdı.

Hukuki süreç ne olursa olsun sermaye ile emeğin mücadelesinde son sözü grev kararlılığını sonuna kadar sürdürecek olan cam işçileri verecektir. Yasaklama kararı karşısında ilk ciddi tepkilerin arkasından suskunluğa gömülen Kristal-İş sendikası, bu kararın arkasından greve başlama niyetini ortaya koymuştur. Ancak grevi sürdürmek ve zaferle taçlandırmak uzun ve inatçı bir çabanın ürünü olacaktır. Sendikanın böyle kararlılığı göstermesi ve grevi kazanımlarla sonuçlandırmasında da bir kez daha işçilerin inisiyatifi belirleyici olacaktır.

Yeniden başlayacak cam işçilerinin grevi, işçi sınıfının sermayeye karşı mücadelesinde büyük öneme sahiptir. Grevin kazanımı cam işçilerinin ekonomik ve sosyal kazanımlarının ötesindedir. Cam grevinin başarısı, işçi sınıfına sermaye karşısında ciddi politik-moral kazanımlar sağlayacaktır. Böylelikle en genel ifadesiyle sermayenin “güvenliği” bozulmuş, işçi sınıfı bir parça da olsa temiz bir nefes almış olacaktır.

Cam grevinin böylesi bir anlama sahip olması, greve yönelik dayanışma ve desteğin örülmesinin ne denli önemli olduğunu göstermektedir. Tüm ileri-öncü sınıf bölükleri bu anlayışla cam grevini kendi grevleri bilerek eylemli dayanışmayı yükseltmelidirler. Sınıf devrimcileri de bulundukları her alanda bu grevi diğer sınıf bölüklerine taşımak, destek ve dayanışmayı örmek için ellerinden geleni yapmalıdırlar.