Mustafa Suphilerin katline ilişkin bilgiler, sermaye devletinin çeteci-katliamcı kimliğinin bir devlet mirası (Osmanlıdan miras), bir kuruluş mayası olduğu gerçeğini ortaya seriyor.
Trabzonda katliamı gerçekleştiren çete, Ankarada Mustafa Kemalin korumalığını yapan Topal Osman çetesiyle bağlantılıdır. Çete başı Yahya Kaptan, tıpkı Topal Osman gibi İttihatçı ve İttihat ve Terakki Cemiyetinin gizli örgütü Teşkilat-ı Mahsusa üyesidir. Osmanlı döneminde kurulan, fakat asıl marifetini 1. Dünya Savaşı ve devamında İstiklal Savaşı sürecinde ortaya döken, dolayısıyla da yeni devletin oluşumunda aktif bir rol üstlenen bir örgüttür bu özel örgüt.
Teşkilat-ı Mahsusa üzerinden sırtını devlete dayamak suretiyle, nerdeyse tüm Karadeniz sahilini haraca kesen, astığı astık-kestiği kestik Topal Osmanın çetesiyle birlikte, Ankarada Meclis kurulur kurulmaz, Meclis Reisi M. Kemalin korumalığına getirilmesi de, hem Cumhuriyet kurucularının Teşkilatla ilişkilerini hem de eşkıyanın devlet emrinde kullanılması konusundaki yaklaşımlarını gösterir. Bunların tümü ise, Cumhuriyetin (en azından Türkiyede) yeni bir fikir, yeni bir akım, yeni bir gelenek ortaya koymadığını, devlet yapılanması, yönetimi ve eğilimleri konusunda Osmanlı mirasını sahiplendiğini göstermektedir.
Cumhuriyette siyasi cinayetler, Suphiler örneğindeki gibi, sadece siyasi muhaliflerin ortadan kaldırılmasıyla da sınırlı değildir. Yakın tarihe ait pek çok faili meçhul cinayet bunun kanıtı olduğu gibi, bizzat Suphilerin katlini takip eden seri cinayetler konuyu açıklamaya fazlasıyla yetmektedir.
Suphilerin katli Meclisteki bir muhalif milletvekili, Ali Şükrü Bey tarafından araştırılıp açığa çıkarılıyor. Trabzon mebusu Ali Şükrü, Katiller Ankaradan gitmiş, Osman Ağanın adamları imiş açıklamasını takibeden günlerde, Topal Osman tarafından tuzağa düşürülerek öldürülüyor. Aynı günlerde; Sanki bütün işlerde ben tek başıma mı idim. Daha üstüme varırlarsa, her şeyi olduğu gibi ortaya dökerim
diyen Yahya Kaptan, 3 Temmuz 1922de Soğuksu yolunda hüviyetleri tespit edilemeyen kişilerce öldürülüyor. Ali Şükrü cinayetinin Topal Osman tarafından işlendiği açığa çıkar çıkmaz (ve emrin bizzat M. Kemal tarafından verildiği dedikoduları yayılmaya başlayınca), Topal Osman da kaldığı çiftlik evini saran resmi kuvvetlr tarafından öldürülüyor.
M. Kemale yazdığı mektupta; Baküdeki Türk Komünist Farkasının memleketimiz dahilinde Millet Meclisinin haberi olmadan ufak rütbelerle veya halk ile teşkilat yaparak icraata kalkışması felaket olur uyarısını yapan Kazım Karabekir, Erzurumdaki 15. Kolordunun komutanı olarak, bölgede anti-komünist örgütlenme ve hareketlerin de başını çekiyordu. İstihbaratta ve anti-komünist faaliyette uzmanlaşmış 15. Kolordunun görev bölgesinde bulunan Trabzonda (Teşkilat-ı Mahsusanın da bu Kolorduya bağlı çalıştığı düşünüldüğünde) Kolordu komutanından (dolayısıyla devletten) habersiz kuş uçmazken, toplu bir cinayetin onun bilgisi ve onayı dışında işlenebilmesi ihtimal dışıdır. Üstelik de K. Karabekirin M. Kemale yazdığı mektuptaki uyarılar ortada iken.
Sonraki tüm siyasi cinayetler gibi, Suphilerin katlinde de, ne kadar üstü örtülmeye çalışılırsa çalışılsın, tüm ipuçları failin adresi olarak devleti gösterir. Zaten tetikçi Yahya Kaptanın, daha üstüme varırlarsa her şeyi ortaya dökerim tehdidi de emri nerden aldığının açık ifadesidir. Aynı zamanda ortadan kaldırılmasının da sebebi olmuştur. Böylece her şeyi ortaya dökmesi engellenmiştir.
Taze Cumhuriyetin, Suphilerin katliyle hedeflediği tek başına komünizm tehdidinden böylece kurtulmak değildi kuşkusuz. Cumhuriyet kurucuları bunu umacak derecede bir zeka yoksunluğu çekmiyorlardı. Amaç, kuruluşu gerçekleştiren beyin takımını fiilen ortadan kaldırdıktan sonra, asıl, bu konudaki faaliyetlerin denetimini ele geçirmek, kendileri yönetmek, bu şekilde tehdit olmaktan çıkarmaktı. Nitekim M. Kemal, K. Karabekirin yukarıda anılan mektubundaki önerilerini şu formülasyona kavuşturuyordu: Komünizm akımı nihayet ordunun en büyük komutanlarında kalmalıdır. Sonunda, bu fikirler beyanında kurulan resmi TKFye (Türkiye Komünist Fırkası), Fevzi Çakmak, Ali Fuat (Cebesoy), Kazım Karabekir paşalarla, İsmet (İnönü) ve Refet (Bele) Beyler üye olacaktı.
Olaylar kemalist burjuva iktidarının ez ve çöz formülünün kendi başına işe yaramadığını daha baştan gördüğünü, ezemediğini denetimine almanın öneminin daha kuruluş yıllarında farkında olduğunu gösteriyor. Böylece Suphilerin katli günümüze ilişkin tutumların, ılımlı, terbiye edilmiş, denetim altına alınmış bir sol yaratma çabalarının tarihine de ışık tutmuş oluyor.
Cumhuriyetin 80 yıllık tarihi, denilebilir ki, hep bu mücadele ile geçmiştir. Suphilerin katliyle başlatılan komünizmi imha (imha edemediğini terbiye) operasyonu, aralıksız sürdürülmüş, günümüzde de olanca hızıyla sürdürülmektedir. Kimi zaman hukuka aykırı olsa da resmen (Denizlerin idamında olduğu gibi), kimi zaman kontr-gerilla operasyonlarıyla, komünistler, devrimciler sistemli biçimde katliamlara uğratıldı. 15lerle başlatılan cinayetler serisinde katledilenlerin sayısı yüzlerle, binlerle hesaplanmaya başlandı. Terbiye operasyonlarında önemli başarılara imza atıldı.
Ancak, ve tüm bunlara rağmen, sistemin ve devletin komünizmden kurtulma umudunda en ufak bir gelişme olduğu söylenemez. Saldırganlığın gün geçtikçe artması umudun azalmasındandır. Belki kurucular bilmiyordu, ancak devletin ve sistemin bugünkü sahipleri çok iyi biliyor ki, komünizm fikri kendi sistemlerinin maddi gerçeklerinin gün be gün ürettiği, temeli maddi yaşamın gerçeklerine dayanan, dolayısıyla, o yaşamı ortadan kaldırmadan yok edilemeyecek olan bir realitedir.
TKP kurucularının katli, parti örgütlenmesini bir süreliğine aksatmış olabilir. Fakat sonraki yılların toplumsal hareketliliğinin de gösterdiği gibi, aksaklık tek başına bu katliamın başarı hanesine yazılabilecek bir olgu değildir. Ülkedeki toplumsal gelişme, sürekli biçimde devrimci fikir, örgütlenme ve mücadeleyi beslediği halde, gerçek anlamda komünist bir partinin kuruluşu, ancak, onun sınıfsal-siyasal zemininin olgunlaşmasını takiben gerçekleşebilmiştir.
Bugünün komünist işçi partisi, sadece Suphilerin mirasına sahip çıkmakla yetinmiyor, Onbeşler katliamı başta olmak üzere cumhuriyetin tüm katliamcı-çeteci tarihi üzerinden, nasıl bir sistem ve nasıl bir devletle baş etmesi gerektiği bilincini de içselleştiriyor. Yapılanmasını ve mücadelesini bu bilinç üzerinden gerçekleştiriyor.
Sistemin ve devletin bir geleneği olabilir; ancak bu kirli gelenek, onun bilincinde ve nasıl boşa çıkaracağını bilen devrimci bir öncünün gelecek umut ve vaadini boşa çıkarma imkan ve gücüne sahip olamaz.