31 Ocak'04
Sayı: 2004 (18)


  Kızıl Bayrak'tan
  ABD gezisinin ardındaki gerçekler
  NATO zirvesi Haziran'da İstanbul'da toplanıyor!..
  "Gizli" İncirlik kararının gösterdikleri
  Sermayenin kriz korkusu
  Suçlu "beyaz felaket" değil kapitalizmdir!
  Kâr düzeninin kar sefaleti
  Gençlik alanlarda...
  TMMOB Genel Kurulları yapılıyor...
  Kamu Reformu ve Kürt hareketinde liberal beklentiler
  Yerel seçimler ve sosyal-reformist solun aldatıcı manevraları
  Saldırılar, yerel seçimler ve devrimci görevler
  Toprağın Belediyeleştirilmesi ve Belediye Sosyalizmi
  Bir sosyal-reformistin düzen içi arayışları
  Osmanlı'nın çeteci-katliamcı geleneği kokuşmuş burjuva cumhuriyetle sürüyor
  İşgal karşıtı direniş güçleniyor!
  Siyonistler kan ve yolsuzluk içinde yüzüyor...
  Emperyalist Davos Zirvesi'nin emekçiler ve ezilen halklar için anlamı
  Çürüyen kapitalizmin ruhu Davos
  Dünya Sosyal Formu'nun ardından...
  Bültenlerden...
  Kalıcı olan sadece çıkarlar
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Mustafa Suphiler’in katliyle işe başlamışlardı...

Osmanlı’nın çeteci-katliamcı geleneği
kokuşmuş burjuva cumhuriyetle sürüyor

Ayşe Aydın

Mustafa Suphiler’in katline ilişkin bilgiler, sermaye devletinin çeteci-katliamcı kimliğinin bir devlet mirası (Osmanlı’dan miras), bir kuruluş mayası olduğu gerçeğini ortaya seriyor.

Trabzon’da katliamı gerçekleştiren çete, Ankara’da Mustafa Kemal’in korumalığını yapan Topal Osman çetesiyle bağlantılıdır. Çete başı Yahya Kaptan, tıpkı Topal Osman gibi İttihatçı ve İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin gizli örgütü Teşkilat-ı Mahsusa üyesidir. Osmanlı döneminde kurulan, fakat asıl marifetini 1. Dünya Savaşı ve devamında İstiklal Savaşı sürecinde ortaya döken, dolayısıyla da yeni devletin oluşumunda aktif bir rol üstlenen bir örgüttür bu “özel örgüt”.

Teşkilat-ı Mahsusa üzerinden sırtını devlete dayamak suretiyle, nerdeyse tüm Karadeniz sahilini haraca kesen, astığı astık-kestiği kestik Topal Osman’ın çetesiyle birlikte, Ankara’da Meclis kurulur kurulmaz, Meclis Reisi M. Kemal’in korumalığına getirilmesi de, hem Cumhuriyet kurucularının Teşkilat’la ilişkilerini hem de “eşkıya”nın devlet emrinde kullanılması konusundaki yaklaşımlarını gösterir. Bunların tümü ise, Cumhuriyet’in (en azından Türkiye’de) yeni bir fikir, yeni bir akım, yeni bir gelenek ortaya koymadığını, devlet yapılanması, yönetimi ve eğilimleri konusunda Osmanlı mirasını sahiplendiğini göstermektedir.

Cumhuriyet’te siyasi cinayetler, Suphiler örneğindeki gibi, sadece siyasi muhaliflerin ortadan kaldırılmasıyla da sınırlı değildir. Yakın tarihe ait pek çok “faili meçhul cinayet” bunun kanıtı olduğu gibi, bizzat Suphiler’in katlini takip eden “seri cinayetler” konuyu açıklamaya fazlasıyla yetmektedir.

Suphiler’in katli Meclis’teki bir muhalif milletvekili, Ali Şükrü Bey tarafından araştırılıp açığa çıkarılıyor. Trabzon mebusu Ali Şükrü, “Katiller Ankara’dan gitmiş, Osman Ağa’nın adamları imiş” açıklamasını takibeden günlerde, Topal Osman tarafından tuzağa düşürülerek öldürülüyor. Aynı günlerde; “Sanki bütün işlerde ben tek başıma mı idim. Daha üstüme varırlarsa, her şeyi olduğu gibi ortaya dökerim…” diyen Yahya Kaptan, 3 Temmuz 1922’de Soğuksu yolunda hüviyetleri tespit edilemeyen kişilerce öldürülüyor. Ali Şükrü cinayetinin Topal Osman tarafından işlendiği açığa çıkar çıkmaz (ve emrin bizzat M. Kemal tarafından verildiği dedikoduları yayılmaya başlayınca), Topal Osman da kaldığı çiftlik evini saran “resmi” kuvvetlr tarafından öldürülüyor.

M. Kemal’e yazdığı mektupta; “Bakü’deki Türk Komünist Farkası’nın memleketimiz dahilinde Millet Meclisi’nin haberi olmadan ufak rütbelerle veya halk ile teşkilat yaparak icraata kalkışması felaket olur” uyarısını yapan Kazım Karabekir, Erzurum’daki 15. Kolordu’nun komutanı olarak, bölgede anti-komünist örgütlenme ve hareketlerin de başını çekiyordu. İstihbaratta ve anti-komünist faaliyette uzmanlaşmış 15. Kolordu’nun görev bölgesinde bulunan Trabzon’da (Teşkilat-ı Mahsusa’nın da bu Kolordu’ya bağlı çalıştığı düşünüldüğünde) Kolordu komutanından (dolayısıyla devletten) habersiz kuş uçmazken, toplu bir cinayetin onun bilgisi ve onayı dışında işlenebilmesi ihtimal dışıdır. Üstelik de K. Karabekir’in M. Kemal’e yazdığı mektuptaki uyarılar ortada iken.

Sonraki tüm siyasi cinayetler gibi, Suphiler’in katlinde de, ne kadar üstü örtülmeye çalışılırsa çalışılsın, tüm ipuçları failin adresi olarak devleti gösterir. Zaten tetikçi Yahya Kaptan’ın, “daha üstüme varırlarsa her şeyi ortaya dökerim” tehdidi de emri nerden aldığının açık ifadesidir. Aynı zamanda ortadan kaldırılmasının da sebebi olmuştur. Böylece “her şeyi ortaya dökmesi” engellenmiştir.

Taze Cumhuriyet’in, Suphiler’in katliyle hedeflediği tek başına komünizm tehdidinden böylece kurtulmak değildi kuşkusuz. Cumhuriyet kurucuları bunu umacak derecede bir zeka yoksunluğu çekmiyorlardı. Amaç, kuruluşu gerçekleştiren beyin takımını fiilen ortadan kaldırdıktan sonra, asıl, bu konudaki faaliyetlerin denetimini ele geçirmek, kendileri yönetmek, bu şekilde tehdit olmaktan çıkarmaktı. Nitekim M. Kemal, K. Karabekir’in yukarıda anılan mektubundaki önerilerini şu formülasyona kavuşturuyordu: “Komünizm akımı nihayet ordunun en büyük komutanlarında kalmalıdır.” Sonunda, bu fikirler beyanında kurulan resmi TKF’ye (Türkiye Komünist Fırkası), Fevzi Çakmak, Ali Fuat (Cebesoy), Kazım Karabekir paşalarla, İsmet (İnönü) ve Refet (Bele) Beyler üye olacaktı.

Olaylar kemalist burjuva iktidarının “ez ve çöz” formülünün kendi başına işe yaramadığını daha baştan gördüğünü, ezemediğini denetimine almanın öneminin daha kuruluş yıllarında farkında olduğunu gösteriyor. Böylece Suphiler’in katli günümüze ilişkin tutumların, ılımlı, terbiye edilmiş, denetim altına alınmış bir sol yaratma çabalarının tarihine de ışık tutmuş oluyor.

Cumhuriyet’in 80 yıllık tarihi, denilebilir ki, hep bu mücadele ile geçmiştir. Suphiler’in katliyle başlatılan komünizmi imha (imha edemediğini terbiye) operasyonu, aralıksız sürdürülmüş, günümüzde de olanca hızıyla sürdürülmektedir. Kimi zaman hukuka aykırı olsa da resmen (Denizler’in idamında olduğu gibi), kimi zaman kontr-gerilla operasyonlarıyla, komünistler, devrimciler sistemli biçimde katliamlara uğratıldı. 15’lerle başlatılan cinayetler serisinde katledilenlerin sayısı yüzlerle, binlerle hesaplanmaya başlandı. Terbiye operasyonlarında önemli “başarılar”a imza atıldı.

Ancak, ve tüm bunlara rağmen, sistemin ve devletin komünizmden kurtulma umudunda en ufak bir gelişme olduğu söylenemez. Saldırganlığın gün geçtikçe artması umudun azalmasındandır. Belki kurucular bilmiyordu, ancak devletin ve sistemin bugünkü sahipleri çok iyi biliyor ki, komünizm fikri kendi sistemlerinin maddi gerçeklerinin gün be gün ürettiği, temeli maddi yaşamın gerçeklerine dayanan, dolayısıyla, o yaşamı ortadan kaldırmadan yok edilemeyecek olan bir realitedir.

TKP kurucularının katli, parti örgütlenmesini bir süreliğine aksatmış olabilir. Fakat sonraki yılların toplumsal hareketliliğinin de gösterdiği gibi, aksaklık tek başına bu katliamın başarı hanesine yazılabilecek bir olgu değildir. Ülkedeki toplumsal gelişme, sürekli biçimde devrimci fikir, örgütlenme ve mücadeleyi beslediği halde, gerçek anlamda komünist bir partinin kuruluşu, ancak, onun sınıfsal-siyasal zemininin olgunlaşmasını takiben gerçekleşebilmiştir.

Bugünün komünist işçi partisi, sadece Suphiler’in mirasına sahip çıkmakla yetinmiyor, Onbeşler katliamı başta olmak üzere cumhuriyetin tüm katliamcı-çeteci tarihi üzerinden, nasıl bir sistem ve nasıl bir devletle baş etmesi gerektiği bilincini de içselleştiriyor. Yapılanmasını ve mücadelesini bu bilinç üzerinden gerçekleştiriyor.

Sistemin ve devletin bir geleneği olabilir; ancak bu kirli gelenek, onun bilincinde ve nasıl boşa çıkaracağını bilen devrimci bir öncünün gelecek umut ve vaadini boşa çıkarma imkan ve gücüne sahip olamaz.



Onbeşler İçin

Yangınlara fazla bakan gözler yaşarmaz
Alnı kızıl yıldızlı baş secdeye varmaz
Dövüşenler ölenlerin tutmaz yasını

Yine fakat bir yıldırım zulmeti yırtsa
Sağır göğün koynundaki çanı haykırtsa
Anıyoruz göğsünüzün son sayhasını

Eski cihan yeni cihan önünde eğil!
Aramızdan birkaç yoldaş ayırmak değil,
Her ne yapsan varacağız emelimize!

Karadeniz…bunu duysun derinliklerin:
O ateşli göğüsleri delen hançerin
Kabzasını alacağız biz elimize!

Nazım-VaNu (Batum, 1922)