31 Ocak'04
Sayı: 2004 (18)


  Kızıl Bayrak'tan
  ABD gezisinin ardındaki gerçekler
  NATO zirvesi Haziran'da İstanbul'da toplanıyor!..
  "Gizli" İncirlik kararının gösterdikleri
  Sermayenin kriz korkusu
  Suçlu "beyaz felaket" değil kapitalizmdir!
  Kâr düzeninin kar sefaleti
  Gençlik alanlarda...
  TMMOB Genel Kurulları yapılıyor...
  Kamu Reformu ve Kürt hareketinde liberal beklentiler
  Yerel seçimler ve sosyal-reformist solun aldatıcı manevraları
  Saldırılar, yerel seçimler ve devrimci görevler
  Toprağın Belediyeleştirilmesi ve Belediye Sosyalizmi
  Bir sosyal-reformistin düzen içi arayışları
  Osmanlı'nın çeteci-katliamcı geleneği kokuşmuş burjuva cumhuriyetle sürüyor
  İşgal karşıtı direniş güçleniyor!
  Siyonistler kan ve yolsuzluk içinde yüzüyor...
  Emperyalist Davos Zirvesi'nin emekçiler ve ezilen halklar için anlamı
  Çürüyen kapitalizmin ruhu Davos
  Dünya Sosyal Formu'nun ardından...
  Bültenlerden...
  Kalıcı olan sadece çıkarlar
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Siyonistler kan ve yolsuzluk içinde yüzüyor...

Şaron sadece kasap değil,
aynı zamanda rüşvetçi!

Şaron dünya halkları tarafından eli kanlı bir katil olarak tanınır. 1982 yılında Sabra ve Şatila mülteci kamplarında üç bine yakın Filistinli’nin katledilmesinden birinci dereceden sorumlu olan Şaron’a “Beyrut Kasabı” lakabı takılmıştı. Bugün de Filistin’de günü birlik devam eden katliamların baş sorumlusu. Ancak marifetlerinin bununla sınırlı olmadığı, milyonlarca dolar rüşvet aldığı, bizzat verenler tarafından açıklandı.

Şaron’un partisi Likud’un eski danışmanı David Spector, Şaron’un, ‘99’da seçim kampanyasını finanse ederken yolsuzluk yaptığını açıkladı. ‘99’da Likud’un siyasi danışmanı olan Spector, İsrail televizyonuna yaptığı açıklamada, “Şaron herşeyin içindeydi ve tüm ayrıntılarla ilgileniyordu”, “Şaron ailesi, Şaron ailesinin çıkarına hareket eder. Bir siyasi gündemleri, bir de özel gündemleri vardır. Oğullardan biri siyasi gündemle, diğeri ise özel gündemle ilgilenir” dedi.

Bu açıklamanın ardından İşçi Partisi milletvekillerinden Ofer Pines, Şaron’u derhal istifa etmeye çağırdı. Pines, “Başbakan iktidarı parayla satın almıştır ve soruşturmacılara anlattıklarının yalan olduğu açıktır” ifadesini kullandı.

İsrail televizyonu, 6 Ocak’ta Ariel Şaron’un oğlu Omri Şaron’un ‘99’da Spector ve Likud partisi üyesi Urie Şani ile çekilmiş görüntülerini yayımlamıştı. Omri Şaron, ‘99’daki seçim kampanyasına yasadışı yollardan maddi destek sağlanmasıyla ilgili olarak daha önce polise ifade vermişti. Şaron ve iki oğlunun, yabancı bir işadamının garantisiyle alınan banka kredisiyle ‘99’daki seçim kampanyasını yasadışı yoldan finanse ettikleri daha önce de açıklanmıştı. Ayrıca Şaron’un ikinci oğlu Gilad’ın İsrail’deki banka hesabına, bir Avusturya bankasından 1.5 milyon dolar transfer edildiği ortaya çıktı.

Basına yansıyan bu açıklamalara karşın Beyrut kasabı Şaron ve oğullarını korumaya devam eden siyonist mahkemeler, bir kez daha gündeme gelen rüşvet davasıyla ilgili olarak, savcılığın suçlamada bulunup bulunmayacağına birkaç ay içinde karar vereceğini açıkladı. Bunun üzerine Şaron istifa etmeye niyeti olmadığını söyledi. Oysa aynı mahkemeler, daha önce Şaron’a başbakanlığı öncesi ve sonrasında rüşvet vermek suçundan emlakçı David Appel hakkında dava açmışlardı. Siyonistlerle yakın işbirliği içinde bulunan Appel, ‘99 yılında yurtdışında kurulan yasadışı fonlar aracılığıyla, Şaron’un Likud liderliği için yürüttüğü kampanyaya para aktarmıştı. Yani rüşveti veren yargılanırken, rüşveti alan Şaron ve oğulları hakkında bir dava bile açılmadı.

Milyonlarca dolar rüşvet aldığı kanıtlarıyla ortaya serildiği; İsrail Başsavcısı General Edna Erbel, “Şaron’u, işadamı David Appel’den rüşvet almaktan dolayı resmen suçlayacak kadar kanıt bulunduğunu” açıkladığı halde, Şaron hakkında dava açılmadı. Bu olay, emperyalistler tarafından Ortadoğu’nun “demokrasi timsali” kabul edilen siyonist rejimin ne kadar “demokratik” olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi.



İşgalci Amerikan ordusunda yozlaşma yayılıyor!

Irak’a demokrasi ve özgürlük “ihraç etmek” için bu ülkeyi yakıp yıkarak işgal eden emperyalist ordular vahşi icraatlarıyla ortalığı kasıp kavuruyorlar. Irak halkının başına kabus gibi çöken çapulcu sürülerinin yarattıkları kan deryaları, harcanan tüm çabalara karşın dünya kamuoyundan saklanamıyor.

Iraklılar’ı “zalim diktatörden” kurtardıklarını iddia edenlerin, o diktatörden daha barbar oldukları katliamların yanı sıra işkencenin yaygınlığı ile de belgelendi. Sadece basına yansıyanlar bile, Amerikan ve İngiliz ordularının tutsak Iraklılar’a yaygın bir şekilde işkence yaptıklarını, bunun sonucunda onlarca insanın katledildiğini gözler önüne serdi. İşkencenin yaygınlığı, birkaç asker hakkında göstermelik soruşturmalar açılarak üstü örtülemeyecek boyutlardadır.

İşgal ettikleri ülkenin halkına karşı işledikleri suçlar, işgal ordusu askerlerini insanlıktan çıkartıyor. Gittikçe güçlenen işgal karşıtı direnişin yaydığı ölüm korkusu bu çöküntüyü daha da derinleştiriyor. Askeri yetkililerin açıklamasına göre 600’den fazla ABD askeri görevden alınarak psikolojik tedavi görmeye başlamıştır. Irak’taki her beş askerden birinin benzer sorunlar yaşayacağı tahmin ediliyor. Bush’un savaşın bittiğini ilan etmesinden sonra 22 Amerikan askeri intihar etti. Askeri doktorlar Irak işgalinin ikinci bir “Vietnam sendromu” etkisi yaratmasından kaygılanıyorlar.
Amerikan ordusundaki çürümenin bir diğer çarpıcı boyutu, Irak’ta bulunan kadın askerlerin, erkek askerler tarafından cinsel taciz ve tecavüze uğramalarıdır. Ordunun üst kademeleri bu çirkefin üstünü bir dönem örterek basına yansımasına engel olabildiler. Ancak bu tür olayların yaygınlığı konunun ABD kongresine kadar taşınmasına yolaçtı. Pentagon bu tür saldırılara uğrayan kadın askerlerin sayısını açıklamayı reddediyor. Ama cinsel travma tedavisi gören onlarca kadının olduğu artık biliniyor.

Kadınların tedavisine yardımcı olan vakfın bir yöneticisi, “Ordunun, savaş bölgesinde cinsel saldırı olaylarına yönelik tepkisi hakkında ciddi kaygılar duyuyoruz” diyor. Saldırıya uğrayan kadınlar da, saldırıların ardından üstlerinin kendilerine yardımcı olmadığını, başlatılan soruşturmaların hızla kapatıldığını açıkladılar.

Başka halkların topraklarını zorla işgal eden emperyalist ordularda ahlaki değerler aramak elbette boşuna bir çaba olur. Zira işgalciliğin kendisi tüm insani değerlerin reddi anlamına geliyor. Bu gayri insani eylemi gerçekleştiren figüranların düşkünleşmesi ise kaçınılmaz bir sonuçtur. Yanındaki askere bu şekilde saldırabilenlerin, Iraklılar’a neler yapabileceğini tahmin etmek güç olmasa gerek.

Emperyalist-kapitalist sistem sadece militarizm ve şiddetin değil, ama aynı zamanda çürüme, kokuşma, ahlaki düşkünlük ve her türden manevi yozlaşmanın da temel kaynağıdır.



İran’da grevci işçiler katledildi!

Gerici islami rejim diktatörlüğü altında yaşayan İranlı işçi-emekçiler, her türlü demokratik hak ve özgürlükten yoksun bulunuyor. İslami kuralların anayasa kabul edildiği bu ülkede, en sıradan hak arama mücadelesi bile yasaklanmıştır. Demokratik hak ve özgürlükler uğruna verilen mücadeleler sürekli devletin kaba şiddetine maruz kalıyor. İslami kılıf altında yürütülen devlet terörü, İran burjuvazisinin çıkarlarını korumanın etkin bir yoludur.

Gerici rejim, İran işçi sınıfının üretimden gelen gücünü kullanmasını engellemek için grevi yasadışı bir eylem ilan etmiştir. Ancak güçlü bir mücadele geleneği olan İran işçi sınıfı, bu yasakları fiilen delerek grev ve başka eylem biçimleriyle azgın sömürüye karşı mücadelesini sürdürmektedir. Çoğu zaman dünya kamuoyundan gizlenen grev ve direnişlerin sayısı hiç de az değil. Bu eylemleri gerçekleştiren işçilerin kolluk kuvvetlerinin saldırılarına maruz kaldığı, hatta kimi zaman katledildiği de biliniyor.

Bu katliamların son örneği İran’ın Şehribabek kentinde meydana geldi. Şehribabek yakınlarındaki bir fabrikada geçici sıfatıyla çalıştırılan işçiler, kadrolu olabilmek için birkaç gün önce greve çıkmaları nedeniyle saldırıya maruz kaldılar. Polis saldırısına karşı direnen grevci işçilerden 4’ü öldürülürken, çok sayıda işçi de yaralandı. Katliam, reformcu milletvekili Mansur Süleyman Meymendi’nin olayı meclise taşıması sonucunda basına yansıdı. Yerel yetkilileri basiretsiz davranmakla suçlayan Meymendi, polis operasyonunun ahaliyi aşağıladığını söyledi ve devlet başkanıyla meclis başkanının duruma el koymalarını istedi.

Elbette bu çağrıyı dikkate alan olmadı. İran işçi sınıfı devrimci öncüsüyle buluştuğunda, bu katliamların hesabını da kendi eliyle soracaktır.