Geçen yüzyılın başından itibaren İtalyan işçi sınıfı radikal bir çizgi izlemiştir. Bu Ekim Devriminin yarattığı etkiyle de birleşmiş, 1919 Martında 8 saatlik işgünü yasallaştırılmıştır. İtalyanın güney bölgelerindeki latifundiyalarda kullanılmayan toprakları tarım işçileri ve köylüler işgal etmişlerdir. Hükümet bu işgalleri yasallaştırarak ekilmeyen toprakları köylülerin kullanımına sunmak zorunda kalmıştır.
İtalyan burjuvazisinin bu radikalleşen eylemleri etkisizleştirip denetim altına alacak, düzeninin sınırları içinde hapsedebilecek Almanya gibi bir SPDsi yoktur. Bu gerçek İtalyada sosyal demagojik yönüyle güçlü faşist bir hareketin erken doğmasına yolaçar.
20li yıllarda genel grevler bazı taleplerle sınırlı kalmaz, hükümete yönelir. Tam da bu dönemde CGİL Sendikası işçiler için çekim merkezi haline gelir. Ağustos-Eylül 1920de işçiler kuzey İtalyada en büyük işletmeleri işgal ederek konseyler kurarlar ve üretimi kendi denetimlerine alırlar. Güneyde ise kitlesel toprak işgalleri yaygınlaşır. Fakat bu kitlesel eylemleri koordine edecek bir bilinç ve politik merkez yoktur. İKP 21 Ocak 1921de kurulur, ki aynı dönem faşist hareketin de yükseliş dönemidir. Sosyal demokratlar (İSP) huzurun sağlanması için Mussolini hareketiyle uzlaşmaya gider. Faşist hareketin iktidara geçişiyle işçi hareketinin sendikal örgütlenmesi büyük oranda tasfiye edilir.
Direniş ve ardından Mussolininin tasfiye edilmesi, sendikal harekette yeniden direnişçi bir geleneğin yeşermesine yol açtı. CGİL, sendikal hareketliliğin tek temsilcisi olarak, II. Dünya Savaşı sonrasında varlığını devam ettirdi. Devrimci demokratik eğilimi İtalyan burjuvazisine karşı saldırıya yöneltti. Soğuk savaş/anti-komünist kampanya ve saldırılara paralel olarak 1948 yılında katolik kimliğini öne çıkaran CİSL ve 1952 yılında ise kendini sosyal-demokrat olarak nitelendiren UİL kuruldu. Bu gelişme daha sonraki süreçte CGİL yönetimini hükümetlerle (özellikle sol liberal) yakın işbirliğine götürdü.
Sendika hareketinin bu merkezi yapısı yanında, 68de radikalleşerek yaygınlaşan işçi sınıfının eylemleri, işletmeler düzleminde işyeri temsilcilikleri biçiminde yeni sendikal örgütlenmeler ortaya çıktı. Sendikalı ve sendika üyesi olmayan işçilerin doğrudan seçtiği bu yapı İtalyada işçi hareketinin temel bir dinamiği oldu.
İşte bu alt işçi inisiyatiflerinin baskısı ve etkinliği sonucu, üç sendika federasyonu ortak hareket etmek zorunda kalmaktadırlar. Bu dinamik son grevde de kendisini açıkça ortaya koymuştur. Üç sendika federasyonunun hükümet ve kapitalist işletme sahipleriyle yaptıkları uzlaşmayı reddeden işçi inisiyatifleri, ücret artışı konusundaki anlaşmayı tanımayarak grev çağrısı yapmış ve greve katılım tam olmuştur.
1975 yılında başgösteren kriz ve sermayenin yeniden yapılandırma sürecinde, sendika federasyonları yardımıyla bu taban inisiyatifleri önemli ölçüde etkisiz hale getirildi. Hükümet, sendikalar ve kapitalist işletme sahipleri ücret politikasının genelde geçerli olması konusunda anlaştılar. Ücretlerin enflasyona uyarlanması maddesi iptal edilerek, sınıfa saldırının önü açıldı.
Bu durum özellikle CGİL içinde devrimci akımların aktivitesini artırırken, bu yapılar dışında bağımsız sendikal inisiyatifin gelişmesine ivme kazandırdı. Berlusconi hükümeti döneminde sendikal hareketlilik kendini daha etkin bir biçimde ortaya koymaya başladı. CGİLin sendikal hareketi koruma çabası özellikle yerel bağımsız sendikal inisiyatifler tarafından destekleniyor. CGİL 3 milyon üye ile ülkenin en güçlü ve önemli sendika federasyonu durumunda. UİLin ise 900 bin üyesi var. Bunlar dışında da bağımsız birçok sendikal örgütlenme mevcut. Sendikaların konfederatif yapısı, özellikle sektörlere göre örgütlenmiş sendikal yapılar, bağımsız politika ve inisiyatifin geliştirilmesini belli ölçülerde sınırlıyor.
İtalyada sendikal örgütlülük bakımından en güçlü kesim metal işçileri. Metal işçileri sendikası FİOM, CGİL içindeki en radikal sendika konumunda. Onları kamu emekçileri izliyor.
İtalyada genelde bütün sektörlerde güçlü bir sendikal örgütlenme mevcut. Bu örgütlenmeye yaşam kazandıran en önemli olgu ise, başta da belirtildiği gibi, sendika üyesi ve üye olmayanlar tarafından doğrudan seçilen işyeri sendika temsilcilikleridir. Berlusconi hükümeti 68-70li yıllarda ortaya çıkan bu yapıyı dağıtmayı amaçlamış ve işçi sınıfının bütün tarihsel kazanımlarını saldırı hedefi haline getirmiştir. Ücret görüşmelerini fabrika düzlemine indirmek, işçi sınıfının kazanımlarını tasfiye etmek, işten çıkarmaları kolaylaştırmak amacıyla gündeme getirilen bütün saldırı yasalarına bu tabandan yükselen örgütlülüklerin gücüyle karşı konulabiliyor. Alttan yükselen bu direniş ruhu konfederasyonları da harekete geçmek zorunda bırakıyor.
FARCin en önemli önder kadrosu olan 53 yaşındaki Ricardo Palmera Alias (Simon Trinidad), Ekvador hükümeti ve CİAnın ortak operasyonuyla, tedavi için gittiği Ekvadorda yakalanarak Kolombiyaya getirildi. Aribe hükümeti olayı dünya kamuoyuna Kolombiya Devrimci Gerilla Ordusuna (FARC) karşı büyük bir zafer olarak lanse etti. Hükümete geldiği 2002 yılından bu yana gerillayı tasfiye etmeye yeminli olan Aribe, izlediği politikayla uluslararası ve iç kamuoyunda tartışmalı hale gelmişti. Bu nedenle, iki hafta önce Trinidadın yakalanmasını tam bir kampanyaya çevirdi. Fakat iki hafta sonra yaşanan gelişmeler bu sevincini kursağında bıraktı.
Trinidadın yakalanması üzerine FARC bir açıklama yaparak hükümete karşı savaşın yeniden başladığını duyurdu. Ardından başkent Bogotaya 400 km uzaklıktaki bir petrol borusu havaya uçuruldu. Ardından iki polis ördürüldü. FARC bir an önce Trinidadın serbest bırakılmasını istiyor.
FARC ile barış görüşmeleri 90lı yıllarda başlamıştı. Eski devlet başkanı Andres Pastrana BM ve Avrupa hükümetlerinin baskısıyla FARCla görüşmelere başlamıştı. 99 yılındaki görüşmelerde FARCı Tirinidad temsil etmekteydi. Ancak Alvaro Aribe tam bir CİA ajanı gibi hareket ederek FARCa savaş açtı.
1964 yılında kurulan FARC, 10 binin üzerinde gerilla gücüyle ülkenin en önemli silahlı gücü. 1.138 kilometrekare büyüklüğünde önemli bir bölgeyi denetiminde tutuyor. 36.5 milyon nüfusun %75i kentlerde yaşıyor. FARC kırsal alanda yoksul köylüler arasında önemli bir kitlesel desteğe sahip. Bu destek emekçiler tarafından politik bir tercihin ötesinde bir yaşam olanağı olarak görülüyor. Paramilitarist güçlerin saldırısından korunmak için köylüler gerillaya katılıyorlar. Bir köylü kadın bu durumu şöyle açıklıyor: Bizim üç alternatifimiz var. Ya pasif kalıp açlıktan ölmeyi bekliyeceğiz, ya sosyal politik talepler için mücadele edip paramilitarist ve devlet güçlerinin katliamlarına maruz kalacağız, ya da gerillaya katılıp kendimizi savunacağız.
Sistematik devlet saldırılarına rağman gerillalar hala askeri açıdan güçlü. Ordunun yeniden silahlandırılması, ABDnin yoğun askeri yardımı, Pentagon danışmanlarının aktif müdahalesi de bu durumu değiştirememiştir. Buna karşın gerilla hareketinin somut bir siyasal programı ve konsepti yoktur. Bu durum onu bir tıkanmaya götürmektedir. Bu nedenle FARCın kent emekçileri içinde politik etkinliği zayıftır.
Bazı gerilla grupları 90 yılından itibaren silahlarını bıraktılar. Özellikle 19 Nisan Hareketinin (M-19) 3.500 yakın gerilla gücüyle silahları bırakıp sivil hayata katılmaları emperyalist merkezlerde savaşın bitimine ilişkin umutları yeşertmişti. M-19dan sonra Devrimci İşçi Partisi (PRT), Halk Kurtuluş Ordusu (EPL), Kolombiya Komünist Partisinin (PCC) gerilla örgütünün önemli kesimi silahlarını bıraktı.
Gerilla örgütlerinin pekçok kadrosu hızla düzen içi politikaya entegre olurken, bazıları da Kolombiya devletinin özellikle Avrupa temsilciliklerinde insan haklarını denetlemekle sorumlu görevlere atandılar, yani ülkenin imajını düzeltmekle görevlendirildiler.
Özellikle ABnin basıncıyla yeniden barış görüşmelerinin başlaması bekleniyor. Ancak, kilitlenmiş bir güçler dengesi koşullarında, sağlam bir perspektife sahip olunamadığı için, pek bir çıkış yolu görünmüyor.