- Bir işçi olarak Genel Kurul sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Yenimahalleden bir işçi: Sağlıklı bulmuyorum. Çünkü Genel Kurul merkez delegeleri seçimi sağlıklı yapılmadı. İşverenlerin desteklediği adayların listesi kazandı. Bunların büyük bir oranı ise parasal ilişkiler yoluyla satın alındı. Bütün bunlar aleni bir şekilde yapıldı. Aynı süreç genel merkez seçimleri öncesi, şube seçimlerinde ve bölge seçimlerinde de yaşandı. Bunların hemen hepsi bütün bölgelerde paralel bir şekilde yaşandı. Dolayısıyla buralardan sağlıklı bir delege çıkması ve sağlıklı bir Genel Kurul yaşanması beklenemez.
Anakent Şubeden bir işçi: 12 Eylülden bu yana emeği, emeksiz insanlar yönetiyor. Düşünce olarak da emek üreten insanlar değil. Planlarıyla, programlarıyla, geçmiş pratikleriyle, yaptıkları ittifaklarla (şube, bölge, genel kurul) sınıf sendikacılığı yaptıklarını iddia edenler var. Seçimden seçime ittifak olur mu? Böyle sol olur mu? Bunun nasıl bir tanımı ve değeri var? Yaşasın DİSK- Genel-İş! deniyor. Sadece bu sloganı atmak yeterli mi? Bu sadece bir söylemden mi ibaret? Seçim öncesinde DİSKin Hak-İşten Türk-İşten bir farkı yok diyeceksiniz, sonra da ilkesizce oluşturulan bloğu işçilerin tek kurtuluşu olarak göstereceksiniz. Şube seçiminde farklı bir siyaset izleyeceksiniz, bölgede farklı, genel seçimlerde daha farklı bir tutum içerisinde olacaksınız. Peki bu nasıl bir sınıfsal anlayış?
Genel Kurulda şimdi herkes eğitimden bahsediyor. Fakat Genel Kurul süreci öncesi ve sonrası ne taban çalışmasına, ne de bir eğitim çalışmasına tanık olduk. Bu Genel Kurulun Genel-İş ve sınıf için bir şey ifade ettiğini düşünmüyorum. Sınıf değerlerinden, sınıf politikasından uzak durursanız kaçınılmaz bir sonuç olur bu. Kendilerini bir yerlere taşımak için birbirleriyle dayanışıyorlar. Çıkarların çatıştığı bir yerde hemen birbirlerinin arkasından kuyu kazıyorlar. Bunu en bariz bir şekilde son yönetim içinde gördük. Şimdi bu yönetim ikiye bölünmüş durumda. Şu anda yönetimdeyken beraber yaşadıkları pislikleri ortaya seriyorlar, birbirlerine karşı kullanıyorlar. Bu sınıf kültürü değil.
Çankaya-Gölbaşı Şubeden bir işçi: Üyesi olduğum Genel-İş Çankaya- Gölbaşı Şubesi için şunu diyebilirim ki, Genel Kurul sürecine burjuva ayak oyunları damgasını vurdu. Bir yandan işverenin eli, bir yandan sendika bürokrasisinin müdahaleleri, çoğu zaman ikisinin kol kola, iç içe müdahaleleri etkili oldu. Sınıf adına yabancılaştırıcı, yozlaştırıcı ne varsa taktik vb. büyük laflarla da meşrulaştırılmaya çalışıldı.
Farklı düşünce ve eğilimlerden oluşan bir grup devrimci işçi olarak oluşturduğumuz Tabanda İşçi Birliği, bir alternatif liste çıkardı. Biz seçimlere bu liste ile girdik. Kirli hesaplara girmeyen, sınıfın sorunlarını ve çözüm önerilerini tartışan olumlu bir örnek olarak ortaya çıktıysak da yeterince etkili olamadık. Genel-İşin tüzüğü ve seçim yönetmeliği açıkça çarşaf listeyi tarif etmesine karşın, blok liste dayatmasıyla daha işin başında nefesimizi kestiler. Farklı bir renk, farklı bir ses ortaya çıkmasının önünü tıkadılar. Temelde birbirinden farklı olamayan, bir dönem önce aynı listeden seçilmiş iki grubun çekişmesi şeklinde cereyan etti şube seçimlerimiz. Bu seçim süreci kural ihlalleriyle, ayak oyunlarıyla, yukardan müdahaleyle, adam ayartmalarla, mahkem süreçleriyle, seçim iptalleriyle devam etti. Bir gün önce bir listenin bayraktarlığını yapan bazı yöneticiler ertesi sabah uyandıklarında emek adına yanlış tarafta yer aldıklarını anladılar. Bir gün önce usulüne uygun diye imzaladıkları seçimlerin iptali için imza koyanlar da yine aynı insanlardı. Böylelikle işçiler birbirlerine karşı kamplaştırıldı. Ardından dört ay süren mahkeme süreci Bu arada da işverenle el altından görüşmeler, pazarlıklar ardından işverenin bir anda at değiştirmesi vs. derken mahkemenin görüleceği gün delege seçimi belirlendi. O da iptal edildi. İki gün sonra yeniden delege seçim tarihi belirlendi ve seçimler yapıldı.
Genel-İşin tüzüğü 15 gün önceden seçim tarihinin ilan edilmesini, listelerin asılmasını öngörüyor. Bizce baskın seçimin tek nedeni her iki tarafın da teşhir olduğu ve işçilerin çoğunluğu tarafından çekilin eğiliminin öne çıktığı bir durumda, tabanda bir oluşumun önüne geçmekti. Bunda da başarılı oldular. Bizler ancak bu iki gün içerisinde bu oyunları teşhir eden bir bildiriyle müdahale ettik. Sonuç önceden kotarıldığı gibi oldu. Genel merkez çoğunluğunun ve işverenin desteğini alan, el altından pazarlıklarla da ikna edilen eski başkanın listesi sonuçta tüm delegelikleri aldı. Böylece tabanın iradesi başından beri saf dışı edildi.
Bu ayak oyunları sanırım genel kurulun nasıl bir çerçevede geçtiğine dair bir fikir veriyordur. Bu genel kurulda sınıfın sorunları ve çözüm önerileri yerine bu bölgelerde yaşanan rekabet ve kayıkçı dövüşünün yansımaları damgasını vurdu. Biraz yakılıp yıkılan Kürt illerinden gelen delegeler kısmen perspektif sundular.
- Genel-İş ve DİSKin kölelik yasasına karşı tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Yenimahalleden bir işçi: Genel-İş, kölelik yasasına karşı tutumunu net bir şekilde ortaya koyamadı. Çünkü kendi içinde barışık olmadığı için alanlara çıkma iradesi gösteremedi. İşçi arkadaşlar bu yasayla ilgili bilgilendirilmedi. Zaten bu konuda da hiçbir somut çabası olmadığını pratikte gördük. İşçilerin sendikalardan bu dönemde yavaş yavaş kopma eğilimi gösterdiği artık bir sır değil. Bu süreç içinde DİSK bir bütün olarak kendi işçisine güven vermedi. Göstermelik eylemlerin dışına çıkmadı.
Mamak-Altındağ Şubeden bir işçi: Kölelik yasasında DİSK ve Genel-İş yeterli bir örgütlenme yaparak net bir tavır ortaya koydu diyemeyiz. Nedeni şimdiye kadar Genel-İş içerisinde sürekli bir iç kavga yaşanmasıdır. İnanıyorum ki bu Genel Kuruldan sonra bu iç çekişme bitecek, böylelikle yüzümüzü dışarıya döneceğiz...
Anakent Şubeden bir işçi: Bir dizi yasa çıktı. Hala da yeni hazırlıklar var. Örneğin belediyeler yasası. Bu özellikle bizim iş kolumuzu ilgilendiren çok ciddi bir saldırıdır. Ama bu Genel Kurulda bu ve benzeri saldırılar konuşuldu mu? Hayır! Tarihsel kazanımlarımız teker teker elimizden alınmaya çalışılıyor. Ayrıca bu yasayla, belediyelerin imkanlarını artırarak Kürt halkının özlemlerini eritmeye çalışıyorlar. Bu kadar çaplı ve sinsice yürütülen saldırılar karşısında mevcut sendikacıların ve sendikal anlayışların sınıfı bu saldırılara karşı mücadeleye hazırlamadığı açık. Hatta denilebilir ki, saldırılara ortak bile oluyorlar. Sendikacılar tam bir çürüme içinde. Tümüyle devletin istediği bir çizgiye gelmiş durumda sendikalar.
Çankaya-Gölbaşı Şubeden bir işçi: Genel-İş ve DİSK kölelik yasasına güya kahramanca karşı koyuyor. Ama yazık ki sözle veya yasanın çıkma sürecinde günübirlik, cılız, dostlar alışverişte görsün türünden göstermelik eylemlerle. DİSK Genel Başkanının böyle bir yasanın hazırlanma sürecinde hükümet yetkilileriyle ve patron temsilcileriyle ortak olarak, bilim kurulu adı altında bir yıl önceden bu yasaya onay verdiğini cümle alem biliyor.
Bu konuda çok çarpıcı bir gözlemim de şu ki, yasa henüz tasarı halindeyken ne DİSKten ne Genel-İşten hamasi nutuklar dışında yasa tasarısı ne getiriyor, ne götürüyor gibi aydınlatma çalışması işçiler arasında yapılmadı. Yasa çıktıktan hemen sonra yasa metninin kitapçık olarak basılıp dağıtılması aydınlatma adına yapılan tek faaliyetti. Hazırlık aşamasında bu kadar işçi düşmanı olan kölelik yasasına karşı işçi muhalefetinin yükselmesinin adeta önüne geçildi.
- Genel olarak sendikal hareketin, özel olarak DİSK ve Genel-İşin mevcut durumdan çıkması için ne yapılmalı, nasıl bir sendikal mücadele izlenmeli?
Yenimahalleden bir işçi: DİSK ve Genel-İşin mevcut durumdan çıkması için kendisini tamamen yenilemesi lazım. Tabanın inisiyatifi eline alması gerekiyor. Tabanın belirlediği dürüst, çalışkan, kendisiyle barışık olan, birbirinin arkasından kuyusunu kazmayan bir yönetim gerekiyor. Tabii bu, tabanın her zaman seçilmişleri geri çağırma hakkının olmasıyla sağlanabilir. Artık sendika yönetimleriyle işçiler arasında bir mesafe oluşmuş durumda. Şimdi Genel-İşte üye arkadaşlara daire başkanlarını sorsanız birçoğu bunu bilmez. Son süreçte eğitim adına hiçbir şey yapılmadı. Yeni gelişen süreçler karşısında işçiler bilgilendirilmiyor. Ama Genel Kurulda her liste adayları da eğitime önem vereceklerini söyleyip duruyorlar. Fakat her iki liste adayları da geçen dönem aynı yönetimin içindeydiler. Bunların gerçekten eğitime önem vreceklerini düşünmüyorum. Bu nedenle DİSKi bugünlere getiren, bedel ödeyen insanların görev alması gerekir.
Mamak-Altındağ Şubeden bir işçi: Eğer istediğimiz yapılanmayla çıkarsak yüzümüzü sınıf örgütlenmesine, eğitime ve eyleme dönebileceğiz. Çok zor günlerin bizi beklediği bilinciyle, bundan böyle çıkarılmak istenen anti demokratik bütün yasalara karşı çıkacağımıza ve sendikasız, sigortasız işyerlerinde örgütlenme çalışması yapacağımıza inanıyorum.
Anakent Şubeden bir işçi: Bu tablodan çıkışın tek bir yolu var. Taban örgütlülüğünü geliştirmektir. Yeniden sınıfın değerlerini, devrimin değerlerini sendikamıza sokmamız gerekiyor.
Çankaya-Gölbaşı Şubeden bir işçi: Genel olarak sendikal hareket özel olarak DİSK ve Genel-İş, işverenlerin ve devletin çok yönlü kıskacı altında. Bunun yanında sendika bürokrasisi tarafından da kuşatılmış durumda. Bu durumdan işçi sınıfı kendi öz örgütlülüklerini, işyeri komitelerini ve konseylerini, ya da meclislerini -adına her ne denilirse denilsin- taban örgütlülüklerini yaratarak çıkabilir. Elbette işçi sınıfı sermaye düzeninin çok yönlü kuşatması altında, bu etkilerle mücadele etmek gerekiyor. İşçi sınıfı kendi öz bilincini yaratamazsa, bir sınıf olarak örgütlenmezse örgütlü gücüyle mücadeleye atılamaz.
Burada devrimci basına ve bir bütün olarak devrimci çevrelere de büyük iş düşüyor. Kendi deneyimlerinden de dersler çıkararak, ikameciliğe düşmeden, sınıf içinde rekabetçi eğilimleri geliştirmeden, sınıfın en geniş kesimlerinin yer alabildiği, deyim yerindeyse işçiler arasında tam bir demokrasinin uygulandığı taban örgütlerinin yaratılmasında yardımcı ve yol gösterici olmalıdırlar. Devrimci teori olmadan devrimci pratik yaratılamaz. Ama sınıf son tahlilde kendi kendisinin biricik kurtarıcısı olabilir.