Bazı Latin Amerika ülkelerindeki (en belirgin örneği Brezilyadır) yerel seçimlerde bir takım sol-reformist partilerin kazandıkları başarıları ballandıra ballandıra anlatıp, bunu halk iktidarına ulaşmanın bir basamağı, iktidarı almanın bir aşaması olarak sunanlar elbette bunu boşuna yapmıyorlar. Bununla; Bakın bu iş Latin Amerikada oluyor; HADEP ise bunu Kürdistanda belli ölçülerde başardı; biz neden bunu tüm Türkiye için genelleştirmeyelim, biz niçin yerellerde halk iktidarlarının nüvelerini oluşturmayalım? demeye getiriyorlar. Böylece seçim politikalarına ve platformlarına sözüm ona güçlü bir iddia, evrensel bir dayanak ve bir sahicilik kazandırma yoluna gidiyorlar.
Oysa hem Latin Amerika ülkelerindeki bir takım güncel örnekler hem de daha gerilerde kalan tarihsel deneyimler, seçimlere endeksli bu türden projelerin hüsranla sonuçlandığını gösteriyor. Deneyimler, bu yolla halk iktidarına ulaşmak bir yana, eldeki mevzilerin bile korunamadığını, herşeye rağmen korunanların ise hızla yozlaştığını döne döne ve en kör gözlerin bile görebileceği bir açıklıkta ortaya koyuyor.
Son örnek Brezilyadır. Seçim yoluyla hükümete gelen başkan Lula, halk iktidarını inşa etmek bir yana, ciddi bir taban ve seçmen desteğine rağmen sıradan halkçı politikalar bile izlemiyor ya da izleyemiyor. Sermaye çevrelerine peşpeşe ciddi tavizler veriyor ve bir dizi işaret onlarla bütünleşmeye doğru gittiğini gösteriyor. İşi kabinesine ve devlet kademelerine burjuvazinin dayattığı temsilcileri yerleştirmeye kadar vardırdığını biliyoruz.
Lulanın burjuva düzenin kendi çerçevesi içinde halk iktidarı kurmak iddiası zaten her türlü dayanaktan yoksundu. Fakat olaylar, bu çerçeveyi esas alan bir politikanın, sistemle çatışacak bir güç ve iradenin de ortaya konulmadığı bir durumda, işin doğası gereği hızla sistemle, onun efendileriyle bütünleşmeye varacağını gösteriyor. Lula şu an ekonominin gerekleri adına Brezilya tekellerinin hizmetinde çalışıyor, onlarla dünyayı turluyor ve onlar üzerinden emperyalist kuruluşlarla da giderek sıkılaşan ilişkiler kuruyor. Olayların ve ilişkilerin varacağı noktayı birlikte göreceğiz.
90lı yıllarda El Salvadorda, barış, demokrasi ve halkın refahı adına silahlı mücadeleyi bırakıp düzenin icazet alanında siyaset yapma yolunu seçenlerin durumu, bir başka taze örnek olarak duruyor önümüzde. Yılların zorlu mücadelesiyle kazandıkları gücü ve prestiji bir kenara bırakıp burjuva demokrasisinin sınırları içinde yasal bir mücadeleyi benimseyenler, bu yolla güçlerini artırmayı, halk yararına bir takım kazanımlar elde etmeyi, düzeni hiç değilse bir ölçüde reformdan geçirecek bir gelişmenin önünü açmayı umuyorlardı. Oysa sonuç düzenin çarkları içinde erimek, giderek ona benzemek, onunla bütünleşmek oldu. Daha silahlı mücadele aşamasında bile zaten reformist olan program ve politikaları, bunu ayrıca kolaylaştırdı ve hızlandırdı. Şimdi toplumun sıradanlaşmış burjuva siyasal unsurları olmaktan &oul;te bir anlam ifade etmemektedirler.
Latin Amerikada sol ve reformist partilerin güçleri, dayandıkları programdan ve izledikleri başarılı çizgiden değil, fakat keskinleşmiş sosyal çelişkiler zemininde, döne döne ortaya çıkan emekçi halk hareketinin dinamizminden kaynaklanıyor. Bu dinamizmi devrimci bir çizgide değerlendirebilecek başarılı devrimci akımların ortaya çıkmadığı bir durumda, oluşan birikim reformist sol kanallara akıyor. Üstelik bu reformist akımların dayandıkları program ve izledikleri politika, kendilerini güç yapan kendiliğinden kitle hareketinin istemlerine göre bile son derece geri ve düzen içi kalmaktadır.
Kendiliğinden gerçekleşen toprak işgallerinin, sık sık patlak veren halk isyanlarının, güçlü sayılabilecek işçi direnişlerinin olduğu bir yerde, bir takım reform talepleri savunmak, bu sayede güç olmak da son derece kolay oluyor haliyle. Fakat reform sınırlarında bile kitlelerin yakıcı istemlerini hayata geçirmek aynı ölçüde kolay olmuyor. Düzen sınırları içinde kalınarak halk iktidarı kurmak bir yana, halk için elle tutulur reformcu kazanımlar bile sağlanamıyor.
Yerel seçimler açısından dikkate alınması gereken son derece önemli bir başka nokta daha var. Latin Amerikada işçi ve emekçiler yaşam alanları, tarzları ve gelenekleriyle burjuvaziden, en azından Türkiye gibi ülkelerle kıyaslandığında, daha keskin sınırlarla ayrılıyor. Bu ülkelerin emekçi gettoları adeta apayrı bir dünya oluşturuyor. Yerel seçimlere yansıyan başarıda, mekansı keskin ayrımlara kadar varan bu kendine özgü toplumsal durumun da önemli bir payı var. Örneğin, bir burjuva, lüks aracıyla ya da pahalı giysileriyle emekçilerin yaşadığı bir gettoya giremez. Girdiğinde ise başına geleceklere katlanmak zorundadır. Buralar, her anlamda kendi kaderine terkedilmiş bölgeler. Buna paralel olarak, özellikle Brezilyada burjuvalar, tümüyle kentlerden yalıtılmış, eli silahlı özel güvenlik güçlerinin koruduğu, giriş ve çıkılarının özel biçimde denetlendiği, içine helikopter pistleri yapılan, çocuklarının gideceği okullardan alış veriş ve eğlence merkezlerine kadar herşeyi barındıran özel sitelerde yaşamaktadırlar.
Sınıf ayrımının bu ölçüde mekansal keskin ayrımlar biçiminde de yaşandığı, sert çatışmaların ve kitlesel eylemlerin eksik olmadığı bir ülkede, o ülkenin içinde milyonlarca yoksul emekçiyi barındıran yerleşim bölgelerinde kazanılan yerel seçim başarısının arkasında böyle bir tablo var. Dahası oralarda, Türkiyedekilerle kıyaslanamayacak bir ciddiyetle hareket eden, herşeye rağmen ve hiç değilse muhalefetteyken politik platformlarının gereğini pratikte yerine getirmeye çalışan reformist partiler var. Yanı sıra, örnek olarak özellikle öne çıkarılan Brezilya gibi ülkelerdeki reformizmin doğal bir özelliği ve kendine özgü dinamik bir geleneği de var. Lulanın bayraktarlığını yaptığı sol reformizm ekseni, bizdeki gibi karşı-devrimin basıncı altında devrim davasını terkederek düzene kapağı atan,mücadele kaçkını yorgun ve yılgın kesimlerden oluşmuyor. Bizdeki duruma bir ölçüde uygun düşen daha çok El Salvador gibi örnekler olabilir. Orada ise seçim başarısı bir yana, mücadeleci dönemdeki kitle desteğini bile yitirmek türünden acıklı bir hüsran var.
Latin Amerikadaki sol reformist başarılara gıpta ile bakıp bir benzerini Türkiyede gerçekleştirmeye heveslenenler, tüm bu gerçekleri ayrıca hesaba katmak, farkları ve benzerlikleri bu açılardan da ele almak durumundadırlar.