24 Ocak'04
Sayı: 2004 (17)


  Kızıl Bayrak'tan
  Yerel seçimler ve devrimci tutum
  Latin Amerika örnekleri ne gösteriyor?
  Kürt halkına kendi kaderini tayin hakkı!
  Neşter çürümüş yarayı deşti!
  Soruşturmalara, cezalara ve YÖK yasa tasarısına karşı Taksim'de taleplerimizi haykıracağız!
  Gençliğin açlık grevi eylemi ve destekler...
  "Şeffaflaşma" adı altında MGK yeniden tahkim ediliyor...
  İşkenceci sermaye devletini hiçbir yasa aklayamaz...
  DİSK Genel-İş Genel Kurulu yapıldı...
  Genel-İş Kurulu'nda işçilerle konuştuk...
  Güncel durum ve devrimci görevler
  Reformist solda oportünist kıvranmalar
  Cargill: Kurşunlarla değil kıtlıkla öldürülen diktatörlük!
  İran'da egemenler arası siyasi kriz!
  Irak bataklığı derinleşiyor, işgalciler açmaz içinde!
  Irak direnişi emperyalist haydutların açmazını derinleştiriyor!
  İtalya: Artan işçi grevleri ve gösterdikleri
  Dünya Sosyal Formu soldan tepkilere konu oldu...
  Sera Tekstil işçileri sendikalaştıkları için işten atıldılar
  Eğitim-Sen bölge toplantısı yapıldı...
  Bültenlerden..
  Bir deneyimden dersler... Kazanmak direnmektir!
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Latin Amerika örnekleri
ne gösteriyor?

Bazı Latin Amerika ülkelerindeki (en belirgin örneği Brezilya’dır) yerel seçimlerde bir takım sol-reformist partilerin kazandıkları başarıları ballandıra ballandıra anlatıp, bunu halk iktidarına ulaşmanın bir basamağı, iktidarı almanın bir aşaması olarak sunanlar elbette bunu boşuna yapmıyorlar. Bununla; “Bakın bu iş Latin Amerika’da oluyor; HADEP ise bunu Kürdistan’da belli ölçülerde başardı; biz neden bunu tüm Türkiye için genelleştirmeyelim, biz niçin yerellerde halk iktidarlarının nüvelerini oluşturmayalım?” demeye getiriyorlar. Böylece seçim politikalarına ve platformlarına sözüm ona güçlü bir iddia, evrensel bir dayanak ve bir sahicilik kazandırma yoluna gidiyorlar.

Oysa hem Latin Amerika ülkelerindeki bir takım güncel örnekler hem de daha gerilerde kalan tarihsel deneyimler, seçimlere endeksli bu türden projelerin hüsranla sonuçlandığını gösteriyor. Deneyimler, bu yolla halk iktidarına ulaşmak bir yana, eldeki mevzilerin bile korunamadığını, herşeye rağmen korunanların ise hızla yozlaştığını döne döne ve en kör gözlerin bile görebileceği bir açıklıkta ortaya koyuyor.

Son örnek Brezilya’dır. Seçim yoluyla hükümete gelen başkan Lula, halk iktidarını inşa etmek bir yana, ciddi bir taban ve seçmen desteğine rağmen sıradan halkçı politikalar bile izlemiyor ya da izleyemiyor. Sermaye çevrelerine peşpeşe ciddi tavizler veriyor ve bir dizi işaret onlarla bütünleşmeye doğru gittiğini gösteriyor. İşi kabinesine ve devlet kademelerine burjuvazinin dayattığı temsilcileri yerleştirmeye kadar vardırdığını biliyoruz.

Lula’nın burjuva düzenin kendi çerçevesi içinde “halk iktidarı” kurmak iddiası zaten her türlü dayanaktan yoksundu. Fakat olaylar, bu çerçeveyi esas alan bir politikanın, sistemle çatışacak bir güç ve iradenin de ortaya konulmadığı bir durumda, işin doğası gereği hızla sistemle, onun efendileriyle bütünleşmeye varacağını gösteriyor. Lula şu an ekonominin gerekleri adına Brezilya tekellerinin hizmetinde çalışıyor, onlarla dünyayı turluyor ve onlar üzerinden emperyalist kuruluşlarla da giderek sıkılaşan ilişkiler kuruyor. Olayların ve ilişkilerin varacağı noktayı birlikte göreceğiz.

‘90’lı yıllarda El Salvador’da, “barış, demokrasi ve halkın refahı” adına silahlı mücadeleyi bırakıp düzenin icazet alanında siyaset yapma yolunu seçenlerin durumu, bir başka taze örnek olarak duruyor önümüzde. Yılların zorlu mücadelesiyle kazandıkları gücü ve prestiji bir kenara bırakıp burjuva demokrasisinin sınırları içinde yasal bir mücadeleyi benimseyenler, bu yolla güçlerini artırmayı, halk yararına bir takım kazanımlar elde etmeyi, düzeni hiç değilse bir ölçüde reformdan geçirecek bir gelişmenin önünü açmayı umuyorlardı. Oysa sonuç düzenin çarkları içinde erimek, giderek ona benzemek, onunla bütünleşmek oldu. Daha silahlı mücadele aşamasında bile zaten reformist olan program ve politikaları, bunu ayrıca kolaylaştırdı ve hızlandırdı. Şimdi toplumun sıradanlaşmış burjuva siyasal unsurları olmaktan &oul;te bir anlam ifade etmemektedirler.

Latin Amerika’da sol ve reformist partilerin güçleri, dayandıkları programdan ve izledikleri başarılı çizgiden değil, fakat keskinleşmiş sosyal çelişkiler zemininde, döne döne ortaya çıkan emekçi halk hareketinin dinamizminden kaynaklanıyor. Bu dinamizmi devrimci bir çizgide değerlendirebilecek başarılı devrimci akımların ortaya çıkmadığı bir durumda, oluşan birikim reformist sol kanallara akıyor. Üstelik bu reformist akımların dayandıkları program ve izledikleri politika, kendilerini güç yapan kendiliğinden kitle hareketinin istemlerine göre bile son derece geri ve düzen içi kalmaktadır.

Kendiliğinden gerçekleşen toprak işgallerinin, sık sık patlak veren halk isyanlarının, güçlü sayılabilecek işçi direnişlerinin olduğu bir yerde, bir takım reform talepleri savunmak, bu sayede güç olmak da son derece kolay oluyor haliyle. Fakat reform sınırlarında bile kitlelerin yakıcı istemlerini hayata geçirmek aynı ölçüde kolay olmuyor. Düzen sınırları içinde kalınarak halk iktidarı kurmak bir yana, halk için elle tutulur reformcu kazanımlar bile sağlanamıyor.

Yerel seçimler açısından dikkate alınması gereken son derece önemli bir başka nokta daha var. Latin Amerika’da işçi ve emekçiler yaşam alanları, tarzları ve gelenekleriyle burjuvaziden, en azından Türkiye gibi ülkelerle kıyaslandığında, daha keskin sınırlarla ayrılıyor. Bu ülkelerin emekçi gettoları adeta apayrı bir dünya oluşturuyor. Yerel seçimlere yansıyan başarıda, mekansı keskin ayrımlara kadar varan bu kendine özgü toplumsal durumun da önemli bir payı var. Örneğin, bir burjuva, lüks aracıyla ya da pahalı giysileriyle emekçilerin yaşadığı bir gettoya giremez. Girdiğinde ise başına geleceklere katlanmak zorundadır. Buralar, her anlamda kendi kaderine terkedilmiş bölgeler. Buna paralel olarak, özellikle Brezilya’da burjuvalar, tümüyle kentlerden yalıtılmış, eli silahlı özel güvenlik güçlerinin koruduğu, giriş ve çıkılarının özel biçimde denetlendiği, içine helikopter pistleri yapılan, çocuklarının gideceği okullardan alış veriş ve eğlence merkezlerine kadar herşeyi barındıran özel sitelerde yaşamaktadırlar.

Sınıf ayrımının bu ölçüde mekansal keskin ayrımlar biçiminde de yaşandığı, sert çatışmaların ve kitlesel eylemlerin eksik olmadığı bir ülkede, o ülkenin içinde milyonlarca yoksul emekçiyi barındıran yerleşim bölgelerinde kazanılan yerel seçim başarısının arkasında böyle bir tablo var. Dahası oralarda, Türkiye’dekilerle kıyaslanamayacak bir ciddiyetle hareket eden, herşeye rağmen ve hiç değilse muhalefetteyken politik platformlarının gereğini pratikte yerine getirmeye çalışan reformist partiler var. Yanı sıra, örnek olarak özellikle öne çıkarılan Brezilya gibi ülkelerdeki reformizmin doğal bir özelliği ve kendine özgü dinamik bir geleneği de var. Lula’nın bayraktarlığını yaptığı sol reformizm ekseni, bizdeki gibi karşı-devrimin basıncı altında devrim davasını terkederek düzene kapağı atan,mücadele kaçkını yorgun ve yılgın kesimlerden oluşmuyor. Bizdeki duruma bir ölçüde uygun düşen daha çok El Salvador gibi örnekler olabilir. Orada ise seçim başarısı bir yana, mücadeleci dönemdeki kitle desteğini bile yitirmek türünden acıklı bir hüsran var.

Latin Amerika’daki sol reformist “başarılara” gıpta ile bakıp bir benzerini Türkiye’de gerçekleştirmeye heveslenenler, tüm bu gerçekleri ayrıca hesaba katmak, farkları ve benzerlikleri bu açılardan da ele almak durumundadırlar.