17 Ocak'04
Sayı: 2004 (16)


  Kızıl Bayrak'tan
  ABD ile gizli yeni ihanet anlaşmaları...
  İMF programı iptal edilsin!
  Kölelik yasası meclise geliyor...
  Tüpraş peşkeş çekildi, işçiler satıldı...
  Asalaklar üretenleri suçluyor...
  30'a yakın insan donarak öldü...
  Yeni asgari ücret işçi sınıfıyla alay etmektir!
  Gençlik mücadelesini sürdürmekte kararlı!..
  İzmir Batı Makina Kalıp'ta sendikasızlaştırma saldırısına yanıt!
  Gençlik sözünü Kızılay'da söyleyecek!
  Üniversitelerde "cadı avı"!
  Düzen partilerinin yerel seçim hazırlığı...
  Yerel yönetimler ve yerel seçimlere yaklaşım!
  Sendikalaşma mücadelesi ve devrimci sınıf çizgisi
  Kuzey Kıbrıs hükümeti Ankara'da kuruldu...
  Ekim'in Ocak 2004 tarihli sayısı çıktı...
  Devletin değişmeyen gelenekleri
  İki haftada üç Amerikan helikopteri düşrüldü...
  Çözüm yolunu Filistin direnişi aşacak!
  Siyonist vahşete isyan devam ediyor!
  Yüzbini aşkın insan Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht'i coşkuyla andı..
  Karl ve Rosa'nın anısına sahip çıkmak!..
  Bültenlerden...
  Keşmir'de Amerikan "barış"ı
  Özgür ve eşit bir dünya imkansız değil!
  AB hayranı Ferhat Tunç'a açık mektup...
  Bir çuval İncirlik...
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
İzlenecek çizgi ve uygulanacak tarz tayin edici
önemdedir...

Sendikalaşma mücadelesi ve devrimci
sınıf çizgisi

Çözüm bekleyen yakıcı sorun: Sınıfın örgütsüzlüğü!

Sendikalar uzun bir zamandır örgütlenme ihtiyacını karşıla(ya)mıyorlar. Sendikalar hak alma ve koruma örgütleri olarak işlevlerini yerine getir(e)miyorlar. Bu durum işçilerin sendikalara mesafeli yaklaşmasına ve güvensizliğe yol açıyor; örgütsüzlüğü daha da kapsamlı ve yakıcı bir sorun haline getiriyor. Sendika bürokratları ise topu yasalara atıyor ve bu arada işçilerin geriliği mazeretine sığınıyorlar. Son 23 yılda işçi sınıfı sayısal olarak yaklaşık iki kat daha büyümüşken, sendikalı işçilerin ‘80 öncesine oranla yarı yarıya yakın azalması, durumun vehametini yeterince gözler önüne sermektedir.

Bilinçli işçiler, bu durumun sendikalardan değil, sendika bürokratlarından kaynaklandığını biliyor ve ne kadar etkili olduğundan bağımsız olarak, fırsat buldukça tepkilerini onlara yöneltiyorlar. Ve bütün olumsuzluklara rağmen işçiler, iyi kötü bir olanak bulduklarında sendikalarda örgütlenmeye, tepkilerini ortaklamaya çalışıyorlar. Çoğunlukla kendi başlarına sendikal bir örgütlenme arayışına giriyor, öncüsüyle buluştuğunda ise sendikal çalışmaya katılıyorlar. Yer yer örgütlenebiliyorlar da.

Fakat bu arayışlar ve çabalar çoğunlukla ya başarısızlıkla sonuçlanıyor ya da kazanılan sendikal mevziler, kendi başına bir şey ifade etmediği için, kısa bir sürede mevcut sendikal tablonun bir parçası haline geliyor. Zira sendikal alanda yaşanan tek sorun yalnızca sendikal örgütlenme alanındaki daralmayla sınırlı değil. Varolduğu kadarıyla bu mevzilerin sınıfın çıkarları için etkin bir mücadele aracı olarak kullanılamaması da temel bir sorun alanı.

Sorunun kaynağı sendikalar değil, ona hakim çürütücü anlayıştır!

İşçi sınıfının yaşadığı sorunların hiçbiri sendikaların tepesini tutan bürokratların gündeminde bir yer tutmuyor. Sendika kongreleri vesilesiyle görüldüğü üzere bu aymazlık, son yıllarda daha da artmış bulunuyor. Onlar ihanetçi çizgilerini sürdürerek paraya, servete konma; milletvekilliğine sıçrama yapma peşindeler. Bunun için hükümet temsilcilerini kongrelerine davet ederek şereflendiriyor, tepki gösteren işçileri bizzat kendileri susturmaya çalışıyorlar. Mevcut tablodan son derece memnunlar. Hesap soran yok, denetleyen yok. Orta boy sendika bürokratları, neredeyse yalnızca oturdukları koltuklarında kalabilmek için bu işi yürütüyor. Delegelik pazarlıkları ve koltuk kavgası da olmasa, şubelerin ezici bir çoğunluğunun sendikal örgütlenme girişimleri de olmayacak.

Soldan konuştuğunu iddia eden bazı gruplar, “sendikalar bitti, tarihsel görevlerini tamamladılar, başka çözümlere bakalım” diyerek oluşan tahribatı daha da artırıyorlar. Küçük-burjuva devrimci çevrelerin programatik ve politik olarak sınıfa, sınıf mücadelesinin sorunlarına nasıl baktığı, sendikal örgütlenme çalışmasını nasıl bir ciddiyetle ele aldığı ortada.

Bu kara tablonun oluşmasında pay sahibi olan her boydan reformistlerin, sendikaları pespaye politikalarına bir payanda yapmak, giderek içlerini daha da boşaltmak dışında bir rolleri; sendika bürokrasisinin içinde kendilerine bir yer kapmak dışında bir hedefleri yok. Onlar için sendikalar, birer “sivil toplum örgütü” olmanın ötesinde bir anlam ifade etmiyor. Nitekim denetimlerindeki sendikaları da böyle kullanıyorlar.

Kimileri ise “biz üzerimize düşeni yapıyoruz, başarılı da oluyoruz” savunusuyla tuttukları küçük sendikal mevzileri, grupçu ve giderek en dejenere sonuçlara varan bir tarzda, hoyratça kullanabiliyorlar.

Sorun bütün ağırlığıyla sınıf devrimcilerinin omuzlarındadır!

Bu nesnel tablo, komünistlerin büyük bir dikkatle çok yönlü olarak ele alması ve büyük bir enerjiyle yüklenmesi gereken sorunların ağırlığına işaret ediyor. Sendikal örgütlenme planındaki bu aşınmayı, küçülmeyi; sendikaların içinde olduğu gerilemeyi ve yozlaşmayı; buna yol açan etmenleri büyük bir titizlikle ele almadan, alternatif bir politik taktik ve güç olarak varolan zaafların üstüne gitmeden, bu kara tablo kendiliğinden değişmeyecektir.

Sendikal bürokrasinin oynadığı uğursuz rol, ihanetçi sendikal çizgi, reformizmin ve dar grupçu anlayışların yol açtığı tahribatlar ve sınıfın bugünkü nesnel tablosu, kendi içinde ne kadar irdelenirse irdelensin, biriken sorunlar ancak pratik bir müdahaleyle çözüm yoluna girecektir. Kendi başına sorunu genel hatlarıyla tanımlamanın, sorumlularını eleştirmenin bir anlamı varsa da, bugün için bir karşılığı yok. Ya da olduğu kadarıyla da sınırlı. Milyonlarca işçinin sendikasız, yine milyonlarcasının sigortasız olduğu koşullarda ve sınıfın kaderini belirleyen sendikal örgütlenme gibi yakıcı ve önemli bir sorunun sendikacılara bırakılamayacağını söylediğimiz yerde, sınıfın bu kara tabloya mahkum olmadığını kendi pratiğimizle de kanıtlamak, karşımıza çıkan engelleri aşmak, bu yükü omuzlamak zorundayız.

Sendikalaşmada bağımsız devrimci sınıf çizgisinin önemi

Sendikalaşmak kendi başına amaç değil, sınıfın en geniş örgütsel birliğini sağlamanın bir aracıdır. Amaç sermayenin karşısında sınıfın eylem ve örgüt birliğini sağlamak, sınıf çıkarlarını korumaktır. Bunlar, sınıf politikasından bağımsız başarılamaz. Komünistler, sendikalara işçi yığınlarını mücadeleye çekme, sınıfı devrimci bir temelde siyasallaştırma perspektifinden bakar, sınıfın devrimci iktidar mücadelesi için bu mevziden en iyi biçimde yararlanmaya çalışırlar.

Bu perspektifin yitirilmesinin doğal sonucu, sendikaların yozlaşarak işlevlerinden uzaklaşması ve giderek burjuvazinin denetimine girmesidir. Yapıları gereği sendikalar zaten böylesi bir kaymaya açıktır. Sınıfın tabandan gelen bağımsız ve devrimci mücadelesi ve bu temelde sendikalara müdahalesi olmaksızın, sendikaların mevcut zaaflarından arındırılması da mümkün olamaz. Bu da bize, müdahalede sürükleyici halkanın neresi olduğunu gösterir: Sınıf içinde bağımsız devrimci bir siyasal çalışma. Sendikal çalışma bu çalışmanın yalnızca bir alanını oluşturur ve ikili bir yan taşır: Birincisi; sendikaların gerçek bir mücadele aracına dönüştürülmesi, yani sendikal bürokrasiye, icazetçi sendikal anlayışlara, yozlaşmaya karşı mücadele. İkincisi; geniş yığınların devrimci sendikal mücadele temelinde örgütlenmesi.

Kuşkusuz ki, bu iki görev birbirine kopmaz biçimde bağlıdır. Eğer ortaya çıkan sonuca müdahale edeceksek, onu yaratan nedenlere yönelmek zorundayız. İhanet şebekelerini sendikalardan söküp atmak, sendikaları gerçek sınıf örgütleri ve etkin mücadele araçları haline getirmek, ancak örgütsüz geniş işçi yığınlarının devrimci bir sendikal çizgide sendikalaştırılması, devrimci bir sınıf hareketinin yaratılmasıyla mümkündür. Bugünkü mevcut tablo, yani hem geniş işçi yığınlarının örgütsüzlüğü hem de sendikaların bürokratik ihanet cenderesinde işlevlerini yerine getirememesi, bu taban dinamiğinin zayıflığının olağan bir sonucudur.

Bu temel zaafiyet giderilmeden, bir başka ifadeyle, bu temel alanda anlamlı bir mesafe alınmadan, bu anlayışla bir takım mevziler yaratılmadan hain bürokratları sendikalardan defetmek de mümkün değildir. Önce sendikalarda bir takım mevziler tutalım, bir takım imkanları kullanalım, sendikal bürokrasisiyle sonra hesaplaşırız ya da önce sendikal örgütlülüğe omuz verelim, sonra sınıfa daha ilerden müdahale ederiz biçimindeki bir anlayış sendikalizm, ekonomizm ve reformizmden başka bir şey üretmez. Böyle bir anlayışla egemen bürokrasiye karşı tutarlı bir tutum bile alınamayacağının en dolaysız kanıtı reformizmin durumudur, bazı grupların durduğu yer ve ortaya koyduğu pratiğin kendisidir. Tuttukları yol, onları, en fazlasından birbirlerinden hiçbir farkı kalmamış, seçimden seçime boy gösteren sendika içi muhalefet odaklarından biri haline getirmiştir. Doğal orak tuttukları sendikal mevziler, sınıfın genel çıkarları için etkin olarak kullanılmadığı gibi, kendi içinde amaçlaşan, daralan ve gittikçe gerileyen bir seyir izlemeye mahkum olmaktadır.

Sendikal örgütlenme çalışmasında tarz ve çizgi sorunu

Sendika bürokratları, sendikal mücadeleye-sendikal haklara, yasal hakların kullanılması çerçevesinde bakıyor; sendikal mücadeleyi burjuva hukukuyla sınırlıyorlar. Politikalarının da pratiklerinin de başı sonu yasalcılık ve icazetçilikten ibaret. Ne yazık ki, sermayenin çoğunlukla bu kadarına da tahammülü yok. Sendikacı bürokrat takımının “yasal hakkınız, nasıl olsa bir şey olmaz, yasal güvencelerle hareket ediyoruz” propagandasına dayalı politikaları çoğunlukla başarısızlıkla sonuçlanıyor. Ortaya çıkan sonuç, mücadele potansiyelinin kolay yoldan harcanması, sınıfın kendine ve sendikalara olan güveninin kırılmasıdır. Onların öncülüğünde bu ruhhali ve bilinçle hareket eden işçiler, patronların saldırısına karşı hazırlıksız yakalandıkları ölçüde, bu saldırıları göğüsleyemeyerek çoğunlukla yeniliyorlar.a da patronlar, öncü işçilerin atılması karşılığında sendikayı kabul ediyor. Ardından da, peşpeşe bir dizi saldırıyla sendikaları işlevsiz hale getiriyor, bazen de fiilen ezip dağıtıyor.

Sendika bürokratları, içlerinde öncülerin de bulunduğu pek çok işçinin atılması pahasına patronların sendikayı kağıt üstünde tanımasını, büyük bir pişkinlikle bir başarı olarak sunuyorlar. Bu uzlaşmacı tutumlarını ise, “sendikal mücadele bedel ödemeyi gerektirir” diyerek utanmazca meşrulaştırmaya çalışıyorlar. Böylece, sendikal yetkinin alınması adına öncü işçilerin atılmasının giderek bir tarz haline gelmesi, patronların daha kapsamlı saldırılarının bir olanağına dönüşüyor. Sendikal yetkiyi ellerinde tutmak adına (bunun adı da “sendika hakkını güvenceye almak” oluyor!) sürekli geriye atılan adımların, verilen tavizlerin sonucu ise içi boş, işe yaramaz sendikalar oluyor. İşte sendika bürokratları tam da böyle bir anlayış içinden boy verip, tüm kazanımların üzerinden tepinip duruyorlar.

Biz komünistler iddialı, ısrarlı ve uzun soluklu bir çalışmayla bu ibret verici anlayışı ve pespaye tarzı aşmak görevi ile yüzyüzeyiz. İşin başı parti şahsında kendine güven, sınıfına güven, daha baştan zorlukları göğüslemeye hazır olmak, başarmaya azmetmek, deneyimlerden öğrenerek hareket etmektir. Kuşkusuz daha da önemlisi, örgütçülükte ustalaşmak ve sendika bürokratlarının uğursuz rolünü, işçiler üzerinde yaratmaya çalıştıkları icazetçi ve yasalcı etkileri daha başlangıçta kırabilmektir.

Örgütçülükte ustalaşmalıyız

Çeşitli araçlarla sınıfa dönük kesintisiz bir propaganda faaliyeti sürdürüyoruz. Bu genel propaganda faaliyetinin elbette bir anlamı var. Sendikal cephede sendika bürokrasisinin uğursuz rolünü teşhir etmek, sınıfı uyarmak konusunda da ciddi bir çabamız var. Özellikle kongre süreçlerini artık daha yakından takibe alıyor ve müdahaleye konu ediyoruz. Tüm bunlar siyasal görevlerimiz ve giderek daha iyisini yapmak zorundayız.

Oysa bu yönelimimiz içinde, sendikal örgütlenme çalışmamız, istenilenin hala da çok gerisinde. Son birkaç aydır direnişlere önderlik etmede bir atılım içinde olmamıza rağmen, sendikal örgütlenme alanına gerektiği önemi veremiyor, bu yöndeki çabalarımızı planlı, programlı ve ısrarlı bir çalışma düzeyine çıkaramıyoruz. Bu durum, nesnellikten kaynaklı bir takım engellerin, güçlüklerin ötesinde, iradi planda bir zayıflıktan kaynaklanıyor. Sınıf hareketinin durgunluğu, sınıfla kurduğumuz bağların hala da zayıf olması gibi nesnel güçlüklerin varlığı, deyim yerindeyse, sendikal çalışmayı ertelememizin de mazeretine dönüşebiliyor. Oysa ki, sınıf hareketinin durgunluğuna rağmen, geniş yığınların örgütsüzlüğü ve sınıfın bu kadar sahipsiz olması çok ciddi bir avantaır. Sınıf hareketi eğer bir parça kendine gelecekse, hem sendika bürokrasisinin ihanetlerine hem de örgütsüzlüğe karşı sınıfın vereceği tepkilerin bunda çok önemli bir yeri ve rolü olacaktır.

Bugün sınıf hareketinin durgunluğunun yarattığı güçlükler, yenilgi ve ihanetlerin işçiler üzerinde yarattığı olumsuz ruhhali tartışılmaz gerçekler. Ama biz çubuğu iradi müdahaleye, önderliğe bükmeliyiz. Biriken sorunlarımızı ve zaaflarımızı gidermeden, sınıf hareketinin en temel ihtiyaçlarının karşılanamayacağını bilmeliyiz. Ve en temel sorunumuz, en yakıcı ihtiyacımız örgütçülükte ustalaşmak, küçük de olsa direnişlere önderlik vasfımızı sınayarak geliştirmektir. Genel propagandanın yanında, bu niteliğimizin geliştirilmesi demek, tüm çabalarımızın artık ürün vermeye başlaması demek olacaktır.

Son dönem irili ufaklı pek çok fabrika direnişi şu gerçeği gözler önüne seriyor: İşçiler, iyi kötü öncülerini bulduğunda, ortak bir talep etrafında kolaylıkla harekete geçebiliyorlar. Özellikle de sendikal örgütlenme zemininde. Bu yalın ve somut gözlem, doldurmamız gereken boşluğa işaret etmektedir. Büyük bir ciddiyet ve sorumlulukla, meseleyi enikonu tartışmalı, bölgemizde, çalıştığımız fabrikalarda bir sendikal örgütlenme planı oluşturarak harekete geçmeliyiz.
Bu sorunu tüm boyutlarıyla yayınlarımızda tartışmak, deneyimleri gözden geçirmek atacağımız adımları da kolaylaştıracaktır.