17 Ocak'04
Sayı: 2004 (16)


  Kızıl Bayrak'tan
  ABD ile gizli yeni ihanet anlaşmaları...
  İMF programı iptal edilsin!
  Kölelik yasası meclise geliyor...
  Tüpraş peşkeş çekildi, işçiler satıldı...
  Asalaklar üretenleri suçluyor...
  30'a yakın insan donarak öldü...
  Yeni asgari ücret işçi sınıfıyla alay etmektir!
  Gençlik mücadelesini sürdürmekte kararlı!..
  İzmir Batı Makina Kalıp'ta sendikasızlaştırma saldırısına yanıt!
  Gençlik sözünü Kızılay'da söyleyecek!
  Üniversitelerde "cadı avı"!
  Düzen partilerinin yerel seçim hazırlığı...
  Yerel yönetimler ve yerel seçimlere yaklaşım!
  Sendikalaşma mücadelesi ve devrimci sınıf çizgisi
  Kuzey Kıbrıs hükümeti Ankara'da kuruldu...
  Ekim'in Ocak 2004 tarihli sayısı çıktı...
  Devletin değişmeyen gelenekleri
  İki haftada üç Amerikan helikopteri düşrüldü...
  Çözüm yolunu Filistin direnişi aşacak!
  Siyonist vahşete isyan devam ediyor!
  Yüzbini aşkın insan Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht'i coşkuyla andı..
  Karl ve Rosa'nın anısına sahip çıkmak!..
  Bültenlerden...
  Keşmir'de Amerikan "barış"ı
  Özgür ve eşit bir dünya imkansız değil!
  AB hayranı Ferhat Tunç'a açık mektup...
  Bir çuval İncirlik...
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Yerel yönetimler ve yerel seçimlere yaklaşım!

Serhat Ararat

Yerel seçimler yaklaşırken, konuyla ilgili tartışmalar, arayışlar, hesaplar, pazarlıklar da yoğunlaşmaktadır. SHP üzerinden Kürt halkının kazandığı tüm yasal zeminler ve mevziler yutulmaya çalışılmakta, küçük hesaplardan dolayı bu gerçeklik gözlerden kaçırılmaktadır. İktidar perspektifine sahip olmadan, iktidar olmadan kimi iktidar olanakları üzerinden gözü kara bir oyuna tutuşmak kadar tiksindirici bir şey olamaz. Bugün oynanan traji-komik oyun bu. Ancak bu küçük oyunlar ve çekişmeler üzerinde durmak yerine bu konuda daha temelli ve kalıcı noktalar üzerinde durmak gerektiği kanısındayız.

Yerel iktidarı, genel iktidardan bağımsız düşünmemek gerekir. Kürdistan’da yerel iktidarlar ne anlama geliyor, işlevi nedir? Yerel seçimler ve bu konuda devrimci yurtseverlerin tutumu ne olmalıdır? Üzerinde durmamız ve tartışmamız gereken temel sorular bunlardır. Bu soruların yanıtlarının doğru ve devrimci bir tarzda verilmesi mevcut yaklaşım ve pratiklerin daha iyi kavranmasına yardımcı olacak ve devrimci yurtsever bilincin geliştirilmesine de hizmet edecektir.

Bilinen bir gerçeklik de olsa konunun daha iyi ve doğru kavranması için tekrarlamakta yarar var. Kürdistan sömürge bir ülkedir; bu, halkın iktidarsızlaştırılması, halkın kendi geleceği, yaşamı, kaynakları üzerinde söz ve karar sahibi olmaması demektir. Bunun başka bir anlamı, ülkemizdeki tüm iktidar kurumları ve organlarının sömürgeci iktidarın bir parçası olmasıdır. Yerel iktidar, yerel yönetim organları da bu genel çerçeve içindedir.

Bu genel doğrularla birlikte ulusal kurtuluş mücadelesi gelişti, sömürge yönetimini zorladı, iktidar alanlarını sınırlandırdı, buna paralel olarak halkın çeşitli düzeylerdeki iktidar olanaklarını, alanlarını ve fırsatlarını ortaya çıkardı. Henüz özgürleşmeden, yani geleceği ve kaderi üzerinde tam söz ve karar sahibi olmadan iktidar olanakları ve alanın açılması mücadelenin bir ürünüdür, yoksa bahşedilen bir şey değildir. Bu gerçeklikte iki karşıt uç, yani sömürge yönetimiyle halkın iktidarlaşma olanakları ve durumu içiçe ve büyük bir çatışma içindedir. Halka ait iktidar olanakları ve alanlarının ortaya çıkması, aynı zamanda halkın sömürgeci sistemden, onun iktidarından bir kopuşu da anlatmaktadır. Bu, ulusal kurtuluş açısından önemli bir kazanıma işaret ediyor.
İktidar alanı ve iktidar olanakları, çok yönlü mücadeleleri, çatışmaları ve hesapları da tetiklemektedir. “İktidar” ve “çıkar” birbirini koşullayan iki kavram. DEHAP ve yerel yönetimler üzerindeki bunca çekişmenin temelinde de bu iki kavramın içerdiği gerçeklikler var...

Evet, çok açıkça görüldüğü ve bilindiği gibi, mücadelenin ortaya çıkardığı bir iktidar alanı, iktidar olanakları ve fırsatları var. Ama, henüz sömürge yönetimi olduğu gibi duruyor, hatta kendini değişen koşullara göre her gün yenileyen bir sömürge yönetimi... Mücadelenin ortaya çıkardığı bu alan ve olanakları nasıl değerlendirmek, hangi stratejik duruşa bağlamak gerekir? İşte can alıcı soru budur!

Genelde HADEP belediyelerinin başarısız olduğu eleştirisi yapılır. Buna tasfiyeci şefler de dahildir. Bize göre de belediyeler başarısızdır, ama bizim aldığımız ölçü çok farklıdır. Bir kez belediyelerin, yerel yönetimde yer alanların bir genel iktidar perspektifleri yoktu. Dolayısıyla daha işin başında perspektifsizliğe, projesizliğe mahkum idiler. Dolayısıyla işleri günü birlik ve o güne dek sömürgeci iktidar bağlamında yaşananlardan farklı bir pratik içinde olmaları mümkün değildi. Onlar da belli hazır “projelere” yatacak, dahası bu alanı bir “yemlik” olarak kullanmaktan öte bir işlev görmeyeceklerdi. Yakınlarını kayırma, çıkar şebekeleri yaratma ve yemlenmenin daha değişik türlerini geliştirmenin dışında bir uygulamalarının olması olanaklı değildi.

Oysa yerel yönetim alanlarında yakalanan alan ve olanaklar belli bir iktidar perspektifine bağlansa, bu stratejik yaklaşımın kadroları ve örgütü süreç içinde geliştirilse ve bu genel mücadelenin dinamik bir unsuru olarak değerlendirilse, yerel yönetimler gerçek anlamda bir yerel iktidar ayağı haline getirilebilir. Sömürgeciler bundan korkuyorlardı. Bundan dolayı engellemenin bin bir yolunu deniyorlardı. Ancak son beş yıllık süreçte gördüler ki ortada kendilerini zorlayacak bir iktidar perspektifi, onun yerel ayağı bir proje, bunun kadroları ve örgütü ortada yok. Sistemin bir parçası olmak, ondan azami düzeyde yemlenmek isteyen, ulusallığı da bunları yapmada bir perde olarak kullanan siyaset esnafı var...

Bu, kendiliğinden ve birden bire olmadı. 1990’larla birlikte KUKM iktidar perspektifinden uzaklaştırıldı, sistem için kabul edilebilir bir noktaya çekilmeye çalışıldı. İmralı’da ise sıçramalı bir tarzda bu süreç tam anlamıyla ihanet ve tasfiye düzeyine çıkarıldı. Yerel yönetim seçimleri de bu döneme denk geldi. HADEP onlarca belediye başkanlığı ve belediye meclis üyeliklerini kazanırken, genel çerçevede Öcalan ve Partisi İmralı çizgisini egemen kılmaya çalışıyor ve yerel yönetimlerin devrimci yurtsever bir işlev görmesinin önünde de aşılması çok zor ideolojik, politik ve örgütsel barikatlar örüyorlardı. Gerçi HADEP ve yerel yönetimlere seçilen kadroların da düzen dışı, yurtsever bir iktidar perspektifleri yoktu, tersine onlar, anılan düzeniçileşme sürecinin kadrosal ürünleri idiler. Dayısıyla “tencere yuvarlanmış, kapağını bulmuştu!” İmralı’da dayatılan “Demokratik Cumhuriyet” tezi, sömürge egemenliğini itirazsız kabul etme, kendi geleceği ve kaderi üzerinde söz ve karar sahibi olma hakkından kesin bir biçimde vazgeçme teziydi, katışıksız resmi sömürgeci bir tezdi. Bu, tam ve mutlak anlamda iktidar düşüncesinden ve perspektifinden kopmak, her açıdan iktidarsızlaşmak anlamına geliyru.

“Bağımsızlık gerçekleşmesi olanaksız bir hayaldi, federasyon ve özerklik mi, onlar, Kürtlerin çıkarına değildi. En doğrusu ve çözümleyici olanı, kimi kültürel hakları tanınmış demokratik cumhuriyetin onurlu bir vatandaşı olmaktı!” Bunun anlamı, resmi ideoloji ve sömürge rejimi bağlamında gerektiğinde belediye başkanı, milletvekili, hatta başbakan dahi olunurdu. Bunu engelleyen mi vardı? Bunun tek bir koşulu vardı: Cumhuriyetin temel niteliklerini kabul etmek ve bunları yaşam ve siyaset düsturu olarak benimsemek!

Dayatılan ideolojik ve politik kalıplar bunlar, ama bir de daha diri duran devrimci yurtsever dinamik, on yıllardır kazanılan mevziler ve refleksler var. Dolayısıyla bu traji-komik oyunu oynadıklarında Kürt sosunu da ihmal etmemeye özen gösteriyorlar...

Açık ki ortada halkımızın özgürlüğünü, kendi kaderini belirleme hakkını bir iktidar perspektifi olarak algılayan ve yerel yönetimlere bu bağlamda yaklaşan bir çizgi, bir tartışma ve bir seçenek yok. Var olan ise sisteme yamanmak isteyen Kürt egemen ve orta sınıflarının küçük çıkar hesaplaşmalarından, “yarışı”ndan başka bir şey değildir!

Bu seçimlerde bu perspektife sahip tek bir aday, tek bir parti, tek bir etkinlik, bir proje var mı? Biz böyle bir şeye tanık olmadık. Eğer mücadelenin ortaya çıkardığı iktidar olanaklarını özgürlük perspektifine bağlayan bir çizgi ve kadro olsaydı, o zaman yerel yönetimler için bir proje sunmak anlamlı olurdu. Halk inisiyatifine dayalı, halk komitelerinin denetlediği kadrolar ve meclisler oluşturmak, giderek bunu yarının oluşacak genel iktidarının yerel bir ayağı haline getirmek olanaklı olabilirdi. O zaman yerel seçimler, yerel seçimlerde sergilenen yarış daha bir anlamlı olurdu. Ama ortada bu türden bir politik strateji yok, buna bağlanmış bir yerel seçim politikası da yok. O halde yapılan ne?

Yapılan şu: Seçim meydanlarında, seçim propagandalarında Kürtlerden, onların ulusal ve demokratik haklarından, mücadelenin değerlerinden bolca söz edilecek. Ama özünde yapılan yarış ise çıkar kapma yarışından başka bir şey olmayacaktır. Sorun, yerel yönetimi almak, sömürge egemenliğini meşrulaştırmak ve o bağlamda “halka hizmet” sunmak, yani yol, elektrik, ulaşım, temizlik, sağlık, kanalizasyon, çevre vb. sorunları çözmek değildir. Bunlarla ilgili bir şeyler yapılmışsa, biraz da ahlaki bir duruş sergilenmişse yapılan uygulamaları başarı olarak tanımlamak mümkün mü? Sorun yerel çapta halka götürülen hizmet, halka gösterilen sıcaklık ve “dürüst” olmak değildir. Bunların tümünü sömürgeci partilerden birileri de yapabilir. Sorun, halka hizmeti belli bir anlayış ve perspektif bağlamında, halkgerçek iktidar gücü haline getirecek anlayış ve pratiklerde düğümleniyor. Ulusal bilinci geliştiren, halk inisiyatifini esas alan, bunu örgütsel biçimlere dönüştüren, bunun deneyimini geliştiren bir yönetim politikası anlamlıdır ve genel sömürge yönetimini zorlayan bir işlev görebilirdi. Ama ne yazık 5 yıllık yerel yönetimler deneyimi bunların kıyısına bile yaklaşmadı. Dolayısıyla değerler adına yapılan d&urren;erleri, olanakları bireysel çıkarlar için ayaklar altına almaktan başka bir şey değildir...

Gerçeklik en genel ve kaba çizgileriyle böyle. Bu durumda ne yapmak, seçimlerde nasıl bir politika izlemek gerekir?

Öncelikle mevcut durumu, bunun devrimci yurtsever düşünce ve politikalarla olan karşıtlığını ortaya koymak gerekiyor. Bununla birlikte devrimci yurtsever yerel yönetim politikasının propagandası yapılmalıdır. Öte yanda İmralı tasfiyeciliğinin devrimci iktidar perspektifini yok etme çabalarını teşhir etmek, SHP ile yapılmak istenen “işbirliği” adına yasal mevzileri tümden tasfiye etme operasyonunu, bunun devlet eksenli bir operasyon olduğunu teşhir etmek üzerinde durulması gereken diğer bir noktadır. Bu temel noktaların dışında yürütülen çekişmelerin gerçek anlamını, yozlaşmada yaşanan somut olguları ortaya koymak ve teşhir etmek üzerinden atlanmaması gereken başka bir konudur.

Hiç kuşkusuz sömürgeci partilerin, devletin yerel yönetimler politikalarını somut örnekleriyle teşhir etmek de vazgeçilmez bir görevdir.

Yukarda kısaca özetlemeye çalıştığımız anlayış ve perspektif doğrultusunda seçimlere katılan adaylar var mı? Yoksa, böyle adayları ortaya çıkarmak mümkün mü? Bu sorulara olumlu yanıt verebiliyorsak bu adayları desteklemek devrimci yurtseverliğin bir gereğidir. Yoksa tasfiyeciliğin somut gerçekleşme zemini ve etkili politik aracı haline gelen DEHAP ve onunla işbirliği yapan parti ve adayları desteklemek, tasfiyeciliğin değirmenine su taşımaktan başka bir şey değildir.

Tasfiyeciliğin değirmenine su taşımak değil, onu temelleriyle tasfiye etmek devrimci sosyalistlerin, yurtseverlerin görevidir!