Savaş için hükümete ilk resmi yetki verildi... Sırada diğer yetki teskereleri ve savaş kararının alınması var...
Savaş hükümeti iş başında! TMMBden savaşa ilk resmi evet Emperyalist savaş hazırlıkları büyük bir hızla sürerken, Türkiye cephesinden de nihayet savaş yolunda ilk resmi adım atıldı. Resmi diyoruz zira, savaşın kuzey cephesi olarak tanımlanan Türkiye topraklarında zaten aylardır fiili bir savaş hazırlığı yapılıyordu. Havaalanları ve limanlar ABDli yetkililer tarafından denetime alınmış, binlerce resmi ve sivil Amerikalı Türkiyeye girmiş, bunlardan bir kısmı istihbarat toplamak ve suikastlar da dahil kirli savaşa hazırlanmak için Kuzey Iraka geçiş yapmıştı. İncirlik Üssüne yapılan yığınak, buradan kalkan uçakların Irakı düzenli olarak bombalaması bile Türkiyenin, daha kapsamlı bir savaş başlamadan, ne ölçüde bir savaş üssüne dönüştüğünün göstergeleriydi. Tüm bunlar için izin alınmasına gerek duyulmuyordu. Ama artık kapalı kapılar ardında verilen bağlayıcı sözler, yapılan pazarlıklar ve sunulan hizmetlerin yeterli olmadığı bir aşamaya gelindi. Eli kulağındaki savaş için daha ciddi ve daha kapsamlı kararlar almak ve bunu artık deklare etmek gerekiyordu. Amerikalı yetkililer ellerini güçlendirmek ve savaş konusunda pürüz çıkartan ülkelere basınç uygulamak için BM Güvenlik Konseyi toplantısı öncesinde Türkiyeden resmi bir açıklama istiyor ve bunu açıklıkla da ifade ediyorlardı. Ne var ki, bu resmi kararın ilk adımı BM toplantısından bir gün sonra gelebildi. Perşembe günü toplanan TBMM, askeri üs, tesis ve limanlarda modernizasyon ve inşaat çalışmaları ile altyapı faaliyetlerinde bulunmak amacıyla Amerikan askeri ve teknik personelinin 3 ay süreyle Türkiyede bulunmasına olanak veren yetki tezkeresinin hükümete verilmesini onayladı. Gizli oturumda yapılan oylamada 308 evet oyuna karşılık 193 red, 9 çekimser oyla hükümete tezkere verme yetkisi karar altına alındı. Bu karara göre, hükümet gereği, kapsamı, sınırı ve zamanı hükümetçe belirlenmek üzere üslerini, limanlarını ve havalanlarını istedikleri gibi düzenlesinler diye Amerikalı yetkililerin hizmetine sunabilecek. Böylece ABDli haydutların aylar önce başladıkları üs, liman ve tesislerin savaş ve saldırı üssü olarak düzenleme çalışmaları, hukuki ve siyasi bir güvenceye kavuşmuş oldu. Bu karar önemli olmakla birlikte, henüz sınırlı bir ilk adımdır. ABDli haydutların çalışmalarını güvenceye alan yetki tezkeresinin ardından, onbinlerce (toplam 80 ile 120 bin arasında) Amerikan askerinin gelmesine olanak verecek yeni bir karar daha alınacak. Hükümet bu ve diğer tezkereleri bayramdan sonraya bıraktı. Barışçı çözüm soytarılığından AKP hükümetine düşen görev, başlangıçta kamuoyunu mümkün olduğu kadar oyalamak ve ardından alacağı yetkiyle, kararı verilmiş ve hazırlıkları tüm hızıyla süren savaşa katılmanın siyasi ve hukuki kılıfını yaratmaktı. Bir süredir önlerine konan görev de buydu. ABDyi rahatsız eden gecikme ise, AKP hükümeti ve milletvekillerinin farklı bir karar ve eğilime sahip olmalarından değil, savaş hazırlıklarının diğer cephelerindeki pürüz ve sorunlardan çıkıyordu. Nitekim karar önüne konulunca Erdoğan bir-iki günde partisini ikna etmeyi başardı. Savaşa karşı yapılan sözde açıklamaların altının ne kadar boş, bunu dillendiren hükümet temsilcilerinin ne kadar ikiyüzlü oldukları, bu son tutumla net biçimde açığa çıktı. TBMMde alınan karar, ardından Gül ve Erdoğan tarafından yapılan açıklamalar, bu partiye özgü bir hükümet politikası değildir. AKP, temsilcisi olduğu işbirlikçi sermayenin politikasını yürürlüğe koymaktadır. Şimdiye kadarki tüm demagojik açıklamalara, yaratılmaya çalışılan yanılsamalara rağmen, bu politika, ABD savaşına suç ortaklığı yapma politikasıdır. Nitekim Başbakan Gül, bir süre kullandığı barışçı çözüm maskesini bir kenara bırakarak, Artık günah bizden gitti. Bundan sonra stratejik ortağımız Amerika ile birlikte hareket edeceğiz demekten çekinmiyor. Erdoğan da Amerikan savaşını ve işbirlikçi sermayenin savaş politikasını daha açıktan savunmaya başladı. Türkiyenin güvenliği ve çıkarları her şeyin üstündedir diyerek alnan kararı savunan Erdoğan, üstüne basa basa bu savaşa seyirci kalamayız, kalmayacağız diyor. Daha bir kaç gün öncesine kadar savaş zorunlu değil, biz barışçı çözümden yanayız diyenler bunlar. Tabii ki aldıkları bu kararın bütün ağırlığını da taşıyorlar. Bu nedenle, savaş kararı almadık, yalnızca tedbir alıyoruz diyerek meseleyi çarpıtmayı sürdürüyorlar. Benzer bir durum ve tutum ordu için de söz konusudur. Ordu savaş konusundaki görevlerini yerine getirmek için hükümeti sahneye sürerken, hiçbir resmi karara ihtiyaç duymadan onbinlerce askerini savaş cephesine çoktan yerleştirmişti. Kuşkusuz bunu o bilinen gerekçelere dayandırarak yaptı ve yapmayı sürdürüyor. Şimdiye kadar işgalci konumunu, güvenlik ve bölücü terörün güçlenmesini engellemek biçiminde meşrulaştırma çalışan ordu, şimdi güçlerini bir savaşa sürmek için yeni gerekçeler bulma arayışında. İddiaya göre, Türk ordusu, savaşa katılacakmış ama, fiili bir çatışmada yer almayacakmış! Meşru ve haklı bir gerekçeden yoksunluk! İşbirlikçi sermaye kodamanlarıyla, ordusuyla, hükümeti ve tekelci medyasıyla sermaye iktidarının en büyük sıkıntısı, Amerikan çıkarları uğruna sürüklendikleri bu savaşın hiçbir haklı gerekçesinin ve meşru temelinin olmaması, halkın savaş karşısındaki tepkisidir. Üstelik ulusal çıkarlar adına katılacakları bu savaşta ne ölçüde çıkarlarını koruyabilecekleri de şüpheli. ABD ile pazarlıklardaki en temel anlaşmazlık konularından biri de budur. ABDnin Türkiyeyi sonuna kadar bu savaş bataklığına çekmek için kullandığı Kürt kozu ise bir diğer sorun kaynağı. Sermaye iktidarı ne kadar üs, ne kadar asker, o kadar dolar yaklaşımı içinde. Zira kredi ve destekler olmaksızın ekonomisini ayakta tutamayacak bir kriz içinde debeleniyor. Ama ellerinde topraklarını ve askerlerinin kanını pazarlamak dışında kozu olmayanların, bu pazarlıktan istedikleri kazanımlarla çıkmasının da koşulları bulunmuyor. Tersi söz konusu olsa bile, bu savaşa alet olmanın içerde ve bölgede kendilerine karşı yaratacağı tepkileri engelleyebilmeleri ve yol açacağı yıpranmayı telafi edebilmeleri zaten mümkün değil. Savaşın beyni Amerika ise her geçen gün daha da köşeye sıkışıyor. Son BM Güvenlik Konseyi toplantısı tam bir fiyaskoyla sonuçlandı. ABD Dışişleri Bakanı Powellin kitle imha silahlarının kanıtı diye sunduğu belge ve bilgiler birkaç tescilli uşak dışında hiç kimse tarafından inandırıcı bulunmadığı gibi, alay konusu bile oldu. Ama haydutbaşının derdi, inandırıcı kanıtlar sunmak değil, siyasi ve diplomatik baskı ve şantaj yoluyla BMye savaş kararlılığını göstermek ve silah denetçilerinin 14 Şubatta vereceği raporun bu kararından geri adım atmasında hiçbir etkisinin olamayacağını göstermekti. Zira, o bu aşamadan sonra ne yapsa da dünya işçi ve emekçi halklarının savaşı haklı görmeyeceğini, bu konuda uluslararası diplomasi alanında mevzi kazanmasının imkanlarının giderek azaldığını biliyor. Bu nedenle, işbirlikçi bölge ülkelerini yede&crren;ine alarak bir an önce savaşı başlatmak istiyor. Savaşın kaderini işçi ve emekçi halkların Emperyalist savaş cephesinin elinde askeri güçten ve haydutluktan başka bir silahı bulunmuyor. Halkların bilincinde ve yüreğinde daha başlamadan mahkum olan bir savaşı kazanmak için askeri gücün tek başına yeterli olamayacağı ortadadır. Askeri olarak kazanma ihtimali olan bir savaş boyunca ve sonrasında onları, birçok bölge ülkesinde keskinleşen sınıf savaşı ve dünya ölçüsünde harekete geçen anti-emperyalist mücadele dinamikleri bekliyor. Şimdi, işçi sınıfı ve tüm dünya halklarının karşısındaki güncel görev, tepkilerini daha güçlü, daha kapsamlı ve daha militan eylemliliklerle ortaya koyarak emperyalist haydutların yenilgisini hızlandırmaktır. Türkiyede ortaya çıkan yerel eylem dinamiklerine burada bir kez daha işaret etmek istiyoruz. Liberal, pasifist ve reformist anlayışların etkisindeki merkezi savaş platformları, hem taşıdıkları ideolojik zaaflar hem de hantallıkları nedeniyle kitlesel savaş karşıtı tepkileri örgütlemekte yetersiz kalmaktadır. Oysa yerellerde-semtlerde gençlik ve emekçi kesimlerin ağırlıklı katılımıyla sokaklara taşan, yaygın, militan ve kesintisiz emperyalist savaş karşıtı bir potansiyel ve eylemler var. Bu yerel dinamizmden beslenebilir ve onları güçlendirebilirse, merkezi platformlar etkili ve işlevli kılanabilir. Bulunduğumuz her yerde yerel platformlar örgütlemeye, örgütlü olanları güçlendirmeye tüm gücümüzle yüklenmeliyiz. Ortaya çıkan olanakları daha etkili bir sınıf çalışmasına seferber etmeliyiz. Etkili, zengin araçlarla yürütülen teşhir ve ajitasyon silahnı olabildiğince yaygın kullanmanın zamanıdır. 15 Şubatta BM Güvenlik Konseyinin savaşla ilgili son sözünü söylemesi vesilesiyle tüm dünyada ve Türkiyede düzenlenecek gösteri ve eylemlere şimdiden hazırlanalım. Bu savaşın kaderini, oradan çıkacak kararlar değil, işçi ve emekçi halkların mücadelesi belirleyecektir. |
|||||