16 Şubat '02
Sayı: 07 (47)


  Kızıl Bayrak'tan
  Emperyalist savaş örgütü NATO dağıtılmalıdır!
  Sınıf ve emekçi eylemlerinin gösterdikleri
  Ortadoğu'da yeni bir saflaşmaya doğru
  Sorunları aşmak devrimci bir mücadele programı etrafında kenetlenmekle mümkündür
  KESK genel kurulları...
  Çalışmamızın politik kazanımları
  Gelişmeler ve güncel sorunlar
  Haramilerin saltanatını yıkacağız!
  Kazanmak için örgütlenmeye davet!
  Sorunlarımız ve çıkarlarımız ortaktır
  Yeni YÖK tasarısı...
  15 Şubat ve sonrası...
  Mamak İşçi Kültür Evi'nin etkinlikleri sürüyor...
  Dövüşken gözlerin yolunda (Habip Gül'e...)

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Kamu emekçileri hareketinin durumu...

Sorunları aşmak devrimci bir mücadele programı etrafında kenetlenmekle mümkündür

Son birkaç yıldır ciddi bir tıkanma yaşayan kamu emekçi hareketi kritik bir dönemeçten geçiyor. Yılların mücadelesiyle ve bedel ödeyerek ulaşmış olduğu düzeyden hızla geriye doğru yol alıyor. Yeni hak kazanımları bir kenara, kazanılmış hakların korunması bile bugün dişe diş bir mücadeleyi zorunlu kılıyor.

Hak alma ve özgürlük mücadelesinde sayısız eylem örgütleyen, kitleselleşen ve tüm saldırılara rağmen militan çıkışlarını sokağa taşıyarak meşruluğunu dosta düşmana kabul ettiren bir hareket, bugün nasıl oldu da bu hale geldi? Bu sürece gelişin kendiliğinden olmadığı açıktır.

Sermaye devletinin işçi sınıfı ve emekçiler üzerindeki çok yönlü saldırıları bu durumu tek başına açıklamaya yetmez. Bunca yıllık deneyim ve birikime rağmen hareketin taşıdığı zaafları aşamaması ve reformist anlayışın hareket üzerindeki denetimi, bu duruma gelmenin asıl nedenidir. Öte yandan, devrimci kamu emekçilerinin ataleti de dikkate alınması gereken bir başka temel önemde nedendir. Çünkü süreci işyerlerinden başlayarak örgütlemesi gereken devrimci kamu emekçilerinin atıl kalması, sendika şubelerinden başlayarak sendika yönetimlerine tabanın değil reformist ve teslimiyetçilerin iradesinin taşınmasına yol açmıştır.

Sermaye devleti elbette boş durmadı, her türlü saldırı yol ve yöntemini kullandı. Kimi zaman hareketi terörize etti, kimi zaman beklentiye sokarak ve sürece yayarak ivmeyi düşürdü. Sürgün, soruşturma, katletme vb., her türlü baskı ve şiddeti uygulamanın yanısıra, reformist anlayışlardan yararlanarak kamu emekçilerinin umudunu kırma politikalarında başarılı oldu.
Hareket bugün tıkanıklık yaşasa da, bunu aşabilecek dinamiklere sahiptir. Fakat bu kararlı bir mücadele hattının örülmesini gerektirmektedir.

Gelinen süreci anlamak için son dört yılın önemli olaylarına bir göz atalım.

Yıllara yayılan tasfiye hareketi

1998 yılı:

Kamu emekçilerinin şanlı 4-5 Mart eylemi devletin bombalarına, panzerlerine ve tüm saldırısına rağmen kırılamadı, ancak KESK bürokratları tarafından kırıldı.

Tek tek sendikaların (Enerji-Yapı Yol Sen, SES) özelleştirmeye karşı yaptığı eylemler merkezileştirilmedi, yalnız bırakıldı.

Devlet tarafından tırmandırılan terör ve şovenist histeri karşısında sessiz kalındı, önceden alınan eylem kararları hiçe sayılarak ertelendi veya iptal edildi.

Sendikalar kapatılırken sessiz kalındı, 4 Mart eyleminden sonra harekete derin bir sessizlik hakim oldu.

KESK sendika kongrelerine kilitlenerek meydanı boş bıraktı. 4-6 Eylül (1998) KESK 2. Olağan Genel Kurulu’nda ise devrimci kamu emekçileri dışlandı, reformizmin hakimiyeti pekiştirildi. KESK bürokratları kamu emekçileri hareketini seçimlere ve parlamentoya dönük hesaplarının bir dayanağı olarak gördü ve bu doğrultuda yasalcı-icazetçi mücadele çizgisini pekiştirdi.

Sonuç, hareketin ihtiyaçlarına yanıt vermekten uzak yönetimler, kitlelerin acil yakıcı mücadele gündemiyle birleşemeyen sendikal faaliyet programları ve taban dinamiğinden uzaklaşan bir sendikal kurumlaşma ve merkezileşme/bürokratikleşme oldu.

1999 yılı:

Sermayenin çok yönlü saldırılarına karşı genel grev-genel direniş vaadleriyle kitleleri oyalayan sendika bürokratları, bir günlük iş bırakma eylemlerinin önünü tıkayıcı nitelikte tutumlar sergilediler. KESK’in uyguladığı hedefsiz, sonuç almaktan uzak eylem biçimleri nedeniyle kamu emekçileri tabanında oluşan hoşnutsuzluğa rağmen merkezi mitinglere kitlesel katılım gerçekleştirildi. Bölgesel eylemlere katılım ise düşüktü.

1999 yılı, sermayenin işçi-emekçileri daha azgın sömürme planlarını hayata geçirmeye çalıştığı ve belli oranlarda başarı elde ettiği bir yıl oldu. Kamu emekçileri tabanındaki hoşnutsuzluk gün geçtikçe yoğunlaşarak 2000 yılına gelindi.

2000 yılı:

9 Nisan’da İstanbul İşçi Sendikaları Şubeler Platformu ve KESK Şubeler Platformu tarafından düzenlenen “İMF programına, özelleştirmelere ve sahte sendika yasasına hayır!” mitingi yapıldı.

24 Haziran’da İstanbul’da Emek Platformu tarafından düzenlenen “Zorunlu tasarrufların gaspı, grevli-toplu iş sözleşmeli sendika hakkı iş güvencesi için” miting gerçekleştirildi.

Gebze KESK Şubeler Platformu tarafından İMF karşıtı eylem yapıldı.
11 Kasım Ankara’da KESK tarafından düzenlenen “2001 bütçesi, zorunlu tasarrufların ödenmesi ve grevli TİS’li sendika hakkı için” miting düzenlendi.

Mevzi direniş ve eylemlerle inişli-çıkışlı bir seyir izleyen sınıf hareketinin tıkanıklık yaşadığı bir süreçte, 1 Aralık iş bırakma eylemi gerçekleşti.

Sonuç: Kamu emekçileri 2000 yılında da mücadelelerini sürdürdüler. İMF’ye karşı tepkilerini alana taşıdılar. Ancak grevli-toplusözleşmeli sendika hakkı mücadelesinde kazanım elde edemediler. KHK saldırısına karşı anlamlı bir tepki yükseltemediler.

2000 yılı işçi ve emekçiler cephesinden ekonomik ve sosyal hakların sürekli budandığı bir yıl oldu. Sefalet ücretine yine mahkum olundu, tasarruflar gaspedildi. Ortak sorunlara rağmen eylemler işçi sınıfıyla ortaklaştırılamadı. Kamu çalışanlarını doğrudan ilgilendiren saldırılar karşısında da mücadeleyi ortaklaştırmada eksik kalındı. İşkolları ayrı ayrı eylemler gerçekleştirdi.

2001 yılı:

Ocak ayı sonlarında KESK’in yeni yönetimi belirlendi. Bu kongrede de teslimiyetçi anlayışlar KESK MYK’sına taşındı. İMF direktifleriyle işçi-emekçi ücretlerini sefalet düzeyine çeken iktidar, hak arama yollarını tıkamanın bir yolu olarak cezalandırmaları yoğun olarak devreye soktu. 2000 Aralık ayında gerçekleştirilen bir günlük iş bırakma eyleminin soruşturma ve cezaları hala devam ediyor. Yeni yasalarla beraber uygulanabilmesi için yeni yasaklar getirildi. “Kamu emekçilerine sendika kurma hakkı tanıyan yasa” olarak propaganda edilen yasayla toplu sözleşme ve grev hakkı yasaklandı.

Yasalar ve anayasa değişiklikleri ilerleme ve demokratikleşme adımı olarak propaganda edildi. Oysa esasta emperyalizme kölece bağımlılığı ve baskı rejimini pekiştiren yasalardı hepsi. Enerjinin, Telekom’un kritik önemdeki kurum ve kuruluşun özelleştirilmesine ilişkin yasalar ardı ardına meclisten geçti. Batık bankaları kurtarma yasası, banka soyguncularını, hortumcuları DGM kapsamından çıkarma yasaları, tarımın yıkımını hedefleyen yasalar vb. İMF’nin direktifleriyle sonuçlandırıldı. İMF programları “ulusal program”, katliam saldırıları “hayata dönüş operasyonları”, emperyalizme kölelik “ulusal onur” olarak adlandırıldı. Meclis 2001’de tam 113 yasa çıkardı. Emperyalizme kölece bağımlılık getiren yasalar meclisten jet hızıyla geçti.

2001 yılı kapitalist düzen ve emekçi hareketi cephesinde biriktirdiği tüm sorun ve sıkıntıları 2002’ye devrederek sonuçlandı.

2001 yılına sınıf hareketi açısından baktığımızda iki olgu karşımıza çıkıyor. Birincisi, sermayenin emperyalizm patentli saldırı politikalarının görülmemiş ölçüde şiddetlenmesi ve bu politikaların hayata geçirilmesi sonucunda işçi ve emekçi yığınların büyük bir ekonomik ve sosyal yıkımın altında kalmasıdır. İkincisi, sınıf ve emekçi hareketinin bu saldırıları püskürtmek için hemen hiçbir şey yapamamış olmasıdır. Sınıf hareketi ve kamu emekçileri 2001’de de sendikal ihaneti aşamadı, mevzi eylem ve direnişler yalnız bırakıldı.

Sınıf ve kitle hareketinin en durgun olduğu dönemlerde bile alanlara çıkmaktan, kitlesel eylemler örgütlemekten geri kalmayan kamu emekçileri ilk kez bu kadar uzun bir süre eylemsizliğe terkedilebildiler. İlk kez yönetici bürokratlar takvim eylemlerine bile başvurmadan tabandan gelen tepkileri sessizce karşılayabildiler.

Alınan eylem kararlarını iptal edenler, tutuklanan sendikacılara, kapatılan sendika şubelerine sahip çıkmayanlar, kitlesel-sürekli eylem ve mücadele hattının kesintiye uğratılmasından birinci derecede sorumlu olanlar, önümüzdeki kurullarda karşımıza çıkacak ve mücadeleci söylemler kullanacaklar, yöneticilik koltuklarını korumak için yine aynı oyunlara başvuracaklardır. Kamu emekçilerinin bunlara karşı vermesi gereken en iyi yanıt, devrimci bir mücadele programı etrafında kenetlenmek olmalıdır. Kamu emekçileri hareketinin içinden geçtiği bu kritik dönemeç ancak, sermayenin saldırılarını püskürtecek bir mücadele programının hayata geçirilmesi ve kararlı bir mücadele hattının örülmesiyle aşılabilir.

Seçimler-kurullar, sorunlar ve sorumluluklar...

Önce kısaca içinden geçtiğimiz döneme bakalım.
12 yılın mücadelesiyle kazanılmış sendikal mevzilerin yıkılmasının, işlevsizleştirilip kötürümleştirilmesinin, işçi ve emekçilerin örgütsüzleştirilerek köleleştirilmesinin amaçlandığı bir gelecekle yüzyüzeyiz. Sermaye iktidarı böyle bir geleceği hazırlamak için her yol ve yöntemi kullanıyor. Başta örgütsüzleştirme olmak üzere sefalet ücretleri, özelleştirme, taşeronlaştırma, işten çıkarma gibi yoğun saldırılarla karşı karşıyayız.

Türkiye’de işçi sınıfı açısından son 15-20 yıl, kamu emekçileri açısından 8-9 yıllık süreçte, sendika bürokrasisinin adeta bir parti gibi işlev gördüğü, sınıf bilincinin gelişmesini engelleme ve sınıf kitlelerini denetlemede oldukça önemli bir rol oynadığı kanıtlanmış bulunuyor. İşçi-emekçiler artık burjuva siyasetçilerine olduğu gibi sendika bürokrasisine de güven duymuyorlar. Ancak, sendikal ihanet şebekelerinin gerçek yüzünü kendi deneyimleriyle görmelerine rağmen, bu barikatı henüz aşabilmiş değiller.

İMF, emperyalizm ve sermaye iktidarı işçi-emekçilerin gözünde alabildiğine teşhir olmuş bulunuyor. Buna rağmen işçi-emekçi hareketi sermayenin saldırılarını püskürtme konusunda kayda değer bir varlık sergileyememiş, düzen cephesi geçici de olsa sömürü programını uygulamada başarı sağlamış durumda.

İşte böyle bir dönemde kamu emekçileri hareketinin gündemini işyerlerinden başlayarak şube yönetimlerine ve KESK Olağan Genel Kurulu’na kadar uzanan bir seçim işgal ediyor. Şube seçimleri peşpeşe yapılıyor şu günlerde.

Sürmekte olan saldırılara karşı eylemli bir seçim döneminin geçirilememesi, kamu emekçileri hareketini ciddi önemde sonuçlarla karşı karşıya bırakacaktır. Ve şu noktayı özel bir tarzda vurgulamak istiyoruz: Parsa kapma kavgasına dönüştürülecek bir seçimler sürecinden hareketin ihtiyaçlarına yanıt verecek bir önderlik çıkmayacaktır ve hareketin sorunları seçimlerden çıkacak sonuçlara endekslenmeyecek bir kapsam ve içeriktedir.

Tabanın etkin katılımının sağlandığı eylemli bir seçim süreci büyük bir önem taşımaktadır. Zaaflarla dolu bir seçim atmosferinde, salonlarda devrimci niyet ve iddialarla yapılacak müdahalelerin taşıdığı imkanlar sınırlıdır. Seçimlerin, mücadele olanaklarını gözden geçirdiğimiz, ekonomik-demokratik taleplerimizi dile getirdiğimiz, bunun için mücadele programları ürettiğimiz platformlar olabilmesi; dar kaygılardan (yönetime aday sokma) kurtulmaya, sınıf kavgasının ortak çıkarları ve sorumlulukları ile hareket etmeye bağlıdır.

Taban örgütlülükleri ve inisiyatifi güçlendirilip yaygınlaştırılmalıdır

Yukarıda işçi-emekçilerin sendikalara karşı duydukları güvensizlikten sözetmiştik. Tabanın yönetimlere karşı duyduğu güvensizlik, kamu emekçileri hareketini ve örgütlülüğünü ciddi bir tehlikeyle karşı karşıya getirmiştir. Bu, sendika bürokratlarına duyulan güvensizliğin sendikal örgütlenmenin kendisine ve örgütlü mücadeleye dönüşmesi tehlikesidir. Buna asla izin verilmemelidir.

Bu tehlikeyi ortadan kaldıracak olan, taban örgütlenmelerinin güçlendirilip yaygınlaştırılmasıdır. Birleşik mücadeleye hizmet edecek araç ve olanakların kullanılmasıdır. Yaygın ve etkili kitle çalışmasıdır. Kamu emekçilerinin saldırıları püskürtmede ortaya koydukları tüm mücadele istek ve kararlılığına rağmen, korkak ve bedel ödemeyi göze alamayan reformist önderlik barikatının aşılıp devrimci bir önderliğin yaratılmasıdır. KESK yönetiminin yıllardır mücadeleyi geriye çeken, kamu emekçisinin direnme isteğini ve enerjisini kıran tutum ve çizgisinin aşılmasıdır. Zira sermaye devleti bu denli pervasız saldırma gücünü, hareketin başını böyle bir reformist önderliğin tutuyor olmasından almaktadır.

Bütün bunların ışığında şunu sormak gerekiyor: Sahte sendika yasasını meclisten geçirebilmek için kamu emekçilerinin üzerine panzerleri ve bombalarıyla yürüyen sermaye devletinin bugün yasayı çıkarmış olması, ona meşruiyet kazandırmaya yetecek mi? Sahte sendika yasası kamu emekçilerinin 12 yıllık zorlu ve onurlu mücadeleyle kazandığı meşru mevzileri yıkmaya yetecek mi?

Bunun yanıtı, kamu emekçilerinin haklarını söke söke alma mücadelesinde, bu mücadelenin devrimci bir önderlik altında yürütülüp yürütülmemesinde saklıdır, seçim salonlarında değil. Yanıt, kalıcı taban örgütlenmelerinin yaratılmasındadır. Kamu emekçileri mücadelesinin bütün bir tarihi, güçlü bir direnişle püskürtülemeyecek hiçbir saldırının olmadığını göstermiştir.

Sendikalar halihazırda sınıfın kitlesel tek örgütüdür. Ama bugün Türkiye’de sendikalar giderek işlevsizleştiriliyor. Tabanın sendikalara olan inancı ve güveni sürekli zayıflatılıyor. İşçi ve emekçilerin sendikalara olan güvenini kaybetmesi ise, burjuvazinin amacının göreli olarak gerçekleşmesi demektir. Bu nedenle sendikaların işlevsizleştirilmesi küçümsenemez ve buna asla seyirci kalınamaz. Tüm öncü işçi ve emekçi devrimciler, sendikaları sınıf mücadelesinin önemli imkanları olarak değerlendirmek sorumluluğuyla karşı karşıyadır. Azımsanmayacak öncü bir kesimin bu gidişatın farkında olduğuna kuşku yoktur. O halde görev ve sorumluluklar yerine getirilmelidir.

İşçi ve emekçilerin bugün herşeyden çok tabana dayalı sağlam bir örgütlülüğe ve militan bir mücadeleye ihtiyacı vardır. Kitlelerde direniş ruhunu yükseltecek temel etken, özgücüne güven ve bu güveni sağlayacak bir örgütlülüktür. Sendika bürokrasisine karşı mücadelede taban dinamizmine dayanılmak zorundadır. Taban dinamizmini harekete geçirebilmek için ise, işyeri temsilcilerini ve sendika yönetimlerini denetleyecek işyeri komitelerinin oluşturulması gerekmektedir. Taban hareketi üzerinden yükselmeyen kurumsallaşmalar biçimsel kalır. İşyeri komiteleri taban dinamizmine oturamadığı ölçüde bürokratik bir yapıya dönüşür. Taban örgütlenmeleri yere ve koşullara göre çok farklı biçimler alabilir. Önemli olan yaratacağımız örgütlenmelerin sınıfın ba&currn;ımsız çıkarlarına dayanması, düzen partilerinin ve düzene hizmet eden sendika bürokratlarının denetimi altına girmemesidir.

Sendikal örgütlere de bu gözle bakmalıyız. Sendikalar örgütsel olarak bağımsız olmalıdır. Ama bağımsızlık üye ve yöneticilerin düşüncelerini terketmesini istemek değildir. İlerici-devrimci sosyalist güçlere karşı yasakçılık değildir.

Diğer bir konu, görevini yapmayan veya yapamayanların istenildiğinde tabanın inisiyatifiyle geri çekilebilmesidir. Tüm yönetim kademelerine seçilmede mücadele açısından olumlu özellikler esas alınmalıdır. Sendikanın faaliyetleri üyelerin ve demokratik kamuoyunun bilgisine olabildiğince açık olmalıdır. Bütün organlarda kolektif işleyiş esas alınmalıdır.

Sendikalara yaklaşımda ise, her işkolunda birleşik tek sınıf sendikasını savunmalıyız.

Gerici sendikal rekabete karşı sınıf birliğini yükseltelim!

Fiili-meşru mücadeleyi esas alan, ekonomik taleplerimiz ile siyasal taleplerimizi birleştiren bir mücadele programı!

Tabanın söz-karar hakkını temel alan mücadele anlayışını işçi emekçi hareketinde ve örgütlerinde varetmek ve gelecek süreci kucaklamak için mücadeleyi örgütlemeye!

Sosyalist Kamu Emekçileri/İzmir