16 Şubat '02
Sayı: 07 (47)


  Kızıl Bayrak'tan
  Emperyalist savaş örgütü NATO dağıtılmalıdır!
  Sınıf ve emekçi eylemlerinin gösterdikleri
  Ortadoğu'da yeni bir saflaşmaya doğru
  Sorunları aşmak devrimci bir mücadele programı etrafında kenetlenmekle mümkündür
  KESK genel kurulları...
  Çalışmamızın politik kazanımları
  Gelişmeler ve güncel sorunlar
  Haramilerin saltanatını yıkacağız!
  Kazanmak için örgütlenmeye davet!
  Sorunlarımız ve çıkarlarımız ortaktır
  Yeni YÖK tasarısı...
  15 Şubat ve sonrası...
  Mamak İşçi Kültür Evi'nin etkinlikleri sürüyor...
  Dövüşken gözlerin yolunda (Habip Gül'e...)

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Sınıf ve emekçi eylemlerinin gösterdikleri

Kasım-Aralık eylemlerinden sonra bir sessizlik içine gömülen sınıf ve kitle hareketinde bir takım yeni kıpırdanmalar görülüyor. Sokağa çıkan işçi ve emekçiler, İMF politikalarına ve hükümetin uygulamalarına karşı tepkilerini dile getirmeye başlıyorlar.

Geçen haftadan bu yana değişik kamu kurumlarında çalışan işçi ve emekçiler, kitle ulaşım araçlarında ücretsiz ya da indirimli seyahat haklarının ellerinden alınmasına karşı eylemli tepkiler gösterdiler. Son bir hafta içinde öğretmenler, zabıtalar, posta dağıtım görevlileri gibi değişik mesleklere mensup binlerce kamu çalışanı aynı taleple ülkenin değişik yerlerinde alanlara çıktılar.

Öte yandan kimi sektörlerdeki kamu işçileri ise yeni stand-by anlaşmasında yer alan zorunlu emeklilik ve ikramiyelerin ertelenmesi gibi saldırı politikalarına karşı daha sınırlı eylemler gerçekleştirdiler.

Yeni saldırı hamlesine eylemli yanıt

Hükümet Aralık ayında kamuda çalışan işçi ve emekçilerin bazı hizmetlerden ücretsiz ya da indirimli yararlanma hakkını ortadan kaldıran bir kararname yayınlamıştı. Kararname kamu kurumlarının her türlü indirimli hizmet tarifesinin iptal edilmesini öngörüyordu. Bu yolla gaspedilmek istenen hakların kuşkusuz en önemlilerinden biri de toplu taşıma araçlarından ücretsiz ya da indirimli yararlanma hakkıydı. Fakat toplu taşıma hizmetleri belediyeler tarafından veriliyordu ve belediyelere ilişkin yasal düzenlemeler bu konuda hükümetin karar vermesini engelliyordu.

Hükümet Ocak ayında meclisten geçirdiği yeni bir yasayla önündeki bu engeli aştı. Belediyelere indirimli ve ücretsiz hizmet tarifelerini kaldırma zorunluluğu getirildi. Belediye yönetimleri de buna uydular.

Yeni uygulamanın Şubat başından itibaren yürürlüğe girmesiyle birlikte, önce belediye otobüslerinden indirimli yararlanma hakları ellerinden alınan eğitim emekçileri tepki gösterdiler. Arkasından zabıtalar ve posta dağıtım görevlileri... Eylemler hızla yayıldı.

Emek Platformu ve sendikaların tutumu

İşçi ve emekçilerin artan hak gasplarına karşı işyerleri ve bölgeler temelinde eylemler yapmaya başlamaları Emek Platformu’nu, konfederasyonları ve sendikaları da harekete geçirdi. Başlangıçta eylemlerin dışında kalmış olsalar da sendika bürokratlarının peş peşe yaptıkları toplantılarla ve açıkladıkları eylem takvimleriyle inisiyatifi ele almaya çalıştıklarına tanık oluyoruz.

Hatırlanacağı gibi Emek Platformu bundan 4 ay kadar önce İMF’nin dayattığı yıkım politikalarını uygulamaması konusunda hükümeti uyarmış ve eğer bu uyarı dikkate alınmazsa genel grevin kaçınılmaz olduğunu açıklamıştı. Saldırılar yoğunlaşarak sürdüğü halde Emek Platformu’ndan sonraki günlerde hiçbir ses çıkmadı. Adeta yer yarılmış ve EP içine düşmüştü. Fakat işçi ve emekçiler sokağa çıkmaya başlayınca EP de ortaya çıktı ve 8 Şubat’ta bir toplantı yaptı. Emek Platformu, imzalanan stand-by anlaşmasına tepki göstererek hak gasplarına karşı yapılan “tüm meşru ve demokratik” eylemleri desteklediğini açıkladı. EP adına yapılan açıklamada ‘1 Mayıs’ı da kapsayacak uzun soluklu bir eylem takvimi” için çalışmalar başlatıldığı da belirtildi.

Türk-İş Başkanlar Kurulu ise 11 Şubat’ta toplandı. Toplantıda Bayram Meral o bildik konuşmalarından birini yaptı. Hükümete ve İMF’ye demediğini bırakmadı. Toplantı sonrası yapılan açıklamada, İMF politikalarına karşı “Artık yeter bu ülke bizim!” adı altında bir kampanya başlatıldığı ve bu çerçevede İstanbul, İzmir, Bursa, Adana, Erzurum ve Van’da bölgesel salon toplantıları düzenleneceği açıklandı.

Eylemlerin gösterdikleri

Son iki haftadır gerçekleşen eylemlerin ilk dikkat çeken yanı, büyük ölçüde bir merkezi planlama ve organizasyondan yoksun parçalı yapısıdır. Eylemler konfederasyonlar ve sendika genel merkezleri tarafından planlanmaksızın başlamış ve yayılmıştır. Sendika ve şube yönetimleri elbette bir biçimde eylemler içinde yer almışlardır. Fakat onların eylemler içinde yer almaları belli bir zamana kadar güçlü taban dinamizminin önünde sürüklenmek biçiminde olmuştur. Emek Platformu İstanbul bileşenlerinin 14 Şubat’ta Saraçhane’de düzenlediği eylem bunun tek istisnasıdır. Tabanın kendine rağmen eylem yaptığını gören EP tüm isteksizliğine rağmen bu eylemi organize etmiştir.

Parçalılığın bir başka göstergesi, her ikisi de Emek Platformu içerisinde yer aldıkları halde Kamu-Sen ve KESK’e bağlı kamu emekçilerinin birbirlerinden bağımsız eylemler yapmaları, hatta Ankara’da olduğu gibi zaman zaman kendi aralarında sürtüşmeler yaşamalarıdır.

Görünen o ki, bu parçalılık dışında eylemlerin bir diğer zayıflığı, protesto edilen hak gasplarını doğuran gerçek saldırıyı bilince çıkarma noktasında yaşanmaktadır. Hak gasplarının temel nedeni İMF’nin dayattığı kamuda tasfiye politikasıdır. Kamuda tasfiye politikası ise zorunlu emeklilikten özelleştirmeye, çeşitli işletme ve bankaların kapatılmasından ikramiyelerin ertelenmesine ve nihayet, kamu hizmetlerinden indirimli ya da ücretsiz tarifeyle yararlanma hakkının kaldırılmasına kadar birbiriyle bağlantılı çok sayıda saldırıyı kapsamaktadır. Fakat buna rağmen eylemlerde öne çıkan şiar ve sloganlarda daha çok belediye yönetimlerinin hedeflendiği görülmektedir.

7 Şubat’ta Ankara’da gerçekleşen posta dağıtım emekçilerinin katıldığı eylemde, “Bilet değil pasomuzu istiyoruz!”, “Paso hakkımız söke söke alırız!”, “Bugün pasolar, yarın servisler!” gibi şiarlar öne çıkmıştır. İMF’yi teşhir eden şiarların daha cılız olduğu görülmüştür.

Gene Ankara’da 11 Şubat’ta belediye emekçilerinin gerçekleştirdiği eylemde, “Ulaşım yoksa çalışma da yok!”, “Ulaşım hakkımız söke söke alırız!”, “Ulaşım hakkımız engellenemez!” türünden şiarlar fazlasıyla öne çıkmış, “İMF defol bu memleket bizim!” sloganı ise yer yer atılmasına rağmen gölgede kalmıştır.

Geçen Kasım-Aralık döneminde yaşanan eylemlerde İMF’nin ve yer yer doğrudan doğruya emperyalizmin hedef tahtasına çakıldığı düşünülürse, bugünkü durum bir daralmayı göstermektedir. İlk eylemlerde çok daha belirgin olan bu görünüm ancak 14 Şubat İstanbul eyleminde ve belli sınırlar içinde kırılabilmiştir. 14 Şubat eyleminde İMF’yi ve emperyalizmi teşhir eden çeşitli dövizler taşınmış, sloganlar atılmıştır. Sendika bürokrasini teşhir eden ya da genel grev çağrısı yapan şiarlar da gene bu eylemde belli bir yer tutmuştur.

Politik müdahalenin zayıflığı

Bu daralma bir zayıflık olmakla birlikte, kitle eyleminin doğasına aykırı değildir. Kitleler saldırının kendilerine dokunan en görünür sonuçları üzerinden harekete geçmektedirler ve kendi sınırları içinde bu şaşırtıcı değildir.

Bugün için önemli olan işçi ve emekçi kitlelerinin saldırılara karşı eylemlere yönelmiş olmasıdır. Sözünü ettiğimiz parçalılık ve zayıflık, harekete dönük devrimci politik müdahalenin zayıflığı koşullarında tümüyle anlaşılırdır. Burada zayıflığı yaratan bir eksiklikten söz edilecekse, bu sınıf ve emekçi hareketi içinde çalışma yürüten politik yapıların hanesine yazılmalıdır.

Üstelik kitlelerin bir biçimde harekete geçmiş olması, politik müdahalenin güçlendirilmesi ve saydığımız eksikliklerin giderilmesi için en uygun koşulları da yaratmaktadır. Zira harekete devrimci politik müdahalenin imkanları tam da böylesi eylemlilik dönemlerinde katlanarak artmaktadır.

Önümüzdeki dönem ve devrimci sorumluluk

İşçi ve emekçileri eyleme iten, doğrudan doğruya, İMF patentli sömürü ve yıkım programının sonuçlarıdır. Saldırının sivri ucu bu kez kamuda istihdam edilen işçi ve emekçilere dönüktür. Saldırılara karşı harekete geçenler de kamuda çalışan işçi ve emekçilerdir. Saldırı ve yıkım giderek şiddetlenip yaygınlaşacağına göre, buna karşı ortaya çıkan mücadele eğilimi ve ortaya konan eylemlilik de giderek güçlenecektir.

Eylemlerin ve toplamında sınıf ve kitle hareketinin önümüzdeki dönem nasıl bir seyir izleyeceğini zaman gösterecek. Fakat son yılların deneyiminden yola çıkarak hareketi bekleyen en önemli tehlikelerden birinin sendikal ihanet çetesinin kuracağı barikat olacağını söyleyebiliriz.

Taban basıncının sürdüğü koşullarda sendikal ihanet çeteleri bir kez daha gündeme getireceklerdir. “Güçlerin birleştirilmesi” ya da “Ankara’nın sarsılması” gibi parlak sözlerle konfederasyonların denetimindeki merkezi eylemleri öne çıkartmak, buna karşılık tabanın belli ölçülerde söz sahibi olabildiği yerel eylemlilikleri bir kenara itmek isteyeceklerdir.

Merkezi güçlü eylemler ve genel grev sermayenin saldırılarını püskürtmek için işçi sınıfının mutlaka kullanması gereken araçlardır elbette. Bunun tersi düşünülemez bile. Fakat tüm bu eylem biçimlerinin sınıf hareketini ileri taşımak için kullanılabilmesi ancak ve ancak sendika bürokrasisinin inisiyatifinin kırılması, eylem inisiyatifinin taban örgütlülüklerinin elinde olmasıyla mümkündür.

Geçen bir yılın deneyimlerini değerlendiren sınıf devrimcileri, sendikal ihanetin sınıf hareketi üzerinde yarattığı tahribat üzerinden bir değerlendirme yapmışlar, bundan ileriye dönük bir takım dersler çıkarmışlardı. Bu değerlendirme şimdi, sınıf hareketinin yeniden kıpırdanmaya başladığı, sendikal bürokrasinin ise hareketi sekteye uğratmak için fırsat kolladığı koşullarda çok daha önemli ve günceldir.

“Baskı, terör ve yasaklamalara rağmen, geride kalan yıl içinde de işçiler ve emekçiler hak arama mücadelelerini sürdürdüler. Fakat yılın toplam bilançosu, sendika bürokrasisinin denetimi ve hain tuzakları boşa çıkarılmadıkça sınıf ve emekçi hareketinin herhangi bir başarı şansına sahip olmadığına bir kez daha tanıklık etti. Merkezi eylemler, tantanalı Ankara yürüyüşleri bir kez daha yalnızca ‘hava boşaltma’ya, emekçilerin öfkesini dizginlemeye ve mücadele ile sonuç alınabileceğine inançlarını kırmaya yönelik olarak kullanıldı.

“Son on yılın ve bunun bir parçası olarak son bir yılın deneyimlerinin toplam bilançosu, bu tür bir eylem tarzının sınıf ve emekçi hareketine kurulmuş en büyük tuzaklardan biri olduğunu açıklıkla göstermektedir. Gelinen yerde komünistler ve devrimciler bu tür bir eylem çizgisinin ardından sürüklenmek yerine, tabandan ve yerelliklerden işçilerin ve emekçilerin kendi gücüne, iradesine ve öz inisiyatifine dayalı bir kitle hareketliliği geliştirmeye çalışmalıdırlar. Tüm enerji ve dikkat, tüm araç ve olanaklar bu doğrultuda seferber edilmelidir.

“Komünistler için değişmez hedef kitle, örgütlü ve örgütsüz kesimleriyle işçi sınıfıdır. Örgütlü kesimleri sermaye sınıfının hizmetindeki sendika çetelerinin denetiminden kurtarmak, örgütsüz kesimleri sendikalar ve başka platformlar üzerinden örgütlemek, temel önemde güncel bir görevdir. Nereden bakılırsa bakılsın, Türkiye’de olayların hızlanacağı, süreçlerin daha da karmaşık bir hal alacağı bir döneme girdiğimiz kesindir. Bu dönemi kucaklamak için devrimci bir programa ve politik çizgiye sahip olmak yetmez. Bu program ve çizgi başta işçi sınıfı olmak üzere emekçilerin örgütlü devrimci gücü üzerinden ete-kemiğe de büründürülmelidir. Bu başarılmadığı sürece, önümüzdeki dönemin karmaşık çalkantıları ccedil;inde geleceğe doğru yürümek gücünü ve şansını da bulamayız.” (SY Kızıl Bayrak, sayı: 2002/01, başyazı)



Emek Platformu’nun 14 Şubat Saraçhane eylemi...

“Direne direne kazanacağız!”

Sermayenin saldırıları karşısında 1 Aralık’tan bu yana hiçbir şey yapmayan, yasaların meclisten geçmesini izlemekle yetinen Emek Platformu İstanbul bileşenleri, tabandan gelen basıncın da etkisiyle İstanbul’da bir eylem gerçekleştirdiler. Birkaç günlük bir hazırlıkla yetinilmiş olmasına rağmen, eyleme 2 binden fazla işçi ve emekçi katıldı.

Paso hakkı ve iş güvencesi için yapılan eylem kitlenin saat 11:30’dan itibaren Saraçhane Parkı’nda toplanmasıyla başladı. Sendika pankartları arkasında toplanan işçi ve emekçiler, buradan kortejler halinde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İstanbul Müdürlüğü’ne doğru yürüyüşe geçtiler.

Yürüyüşe Emek Platformu ve bileşenlerinin yeraldığı pankartın ardından, Türk Metal Sendikası, Selüloz-İş, Bileşik Metal Sendikası, Denizciler Sendikası, Genel-İş, Eğitim-Sen, Tüm Bel-Sen pankartlarıyla katıldılar. TÜMTİS pankartıyla katılan Aktif Dağıtım işçilerinin ve Tüm Bel-Sen’e üye zabıtaların kortejlerinin oldukça canlı olduğu göze çarpıyordu. Halen direnişte olan Aktif Dağıtım işçileri sendika bürokrasisini (Türk-İş) teşhir eden ve yürüttükleri direnişe vurgu yapan sloganlar attılar. Zabıtalar ise ulaşım hakkının gaspına dönük saldırıyı yoğun katılımları ve coşkularıyla eyleme taşıdılar.

Reformist partilerden sadece EMEP kendi pankartıyla eyleme katıldı. Diğer reformist partiler ve devrimci yapılar eyleme herhangi bir politik müdahale çabası göstermediler.

Eylemde “Genel grev genel direniş!”, “Zafer direnen emekçinin olacak!”, “Yaşasın sınıf dayanışması!”, “Direne direne kazanacağız!”, “İMF uşağı hükümet istifa!” sloganları sık sık atıldı.

Tutsak yakınları da eyleme katılarak Ölüm Orucu ile ilgili sloganları haykırdılar. Attıkları “F tipine değil emekçiye bütçe!”, “Ölüm bakanı istifa!”, “İçerde dışarda hücreleri parçala!” sloganları kitlenin önemli bir kısmı tarafından sahiplenildi. Ayrıca kürsüden Ölüm Orucu’na ilişkin konuşma yapıldı. Konuşmada “bir yılı aşkın süren Ölüm Orucu’nun talepleri demokratik taleplerdir ve kabul edilmelidir, artık cezaevlerinde ölümleri anmak istemiyoruz” denildi.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İstanbul Müdürlüğü önünde toplanıldıktan sonra Emek Platformu dönem sözcüsü Faruk Büyükkucak tarafından basın açıklaması okundu. Okunan açıklamada; “Emek Platformu ülkemizin dört bir köşesinde temel hak ve özgürlükler için mücadele eden işçileri ve kamu çalışanlarını desteklemekte; işten çıkarmaların engellenmesini iş güvencesinin sağlanmasını ve istek dışı emeklilik ilanlarının ve ikramiyeleri erteleme girişimlerinin durdurulmasını, ayrıca kamu çalışanlarının ve işçilerin seyahat kartlarının kendilerine geri verilmesini istemektedir” denildi. İşgüvencesi yasa tasarısıyla ilgili olarak da “İşgüvencesi Yasa Tasarısı işsizliğin, kayıt dışının, hukuksuzluğun, hak ve özgürlüklerimizin korunması için bir zorunluluk” oldu¤u söylendi. Kürsüden okunan basın açıklaması işçiler tarafından belirgin bir ilgisizlikle karşılandı ve bu sırada sık sık “Sokağa, eyleme, genel greve!” ve “Suskun Türk-İş istemiyoruz!” sloganları atıldı.

Komünistler sınıfı mücadeleye çağıran, sınıfın devrimci programında yeralan taleplerin yazılı olduğu dövizler ve sloganlarla eylemde yerlerini aldılar. Üniversiteli genç komünistler de YÖK Yasa Tasarısı’na karşı yürüttükleri kampanyaya ilişkin dövizler taşıyarak eyleme katıldılar.

Eylem basın metnin okunmasının ardından sona erdi.

Eyleme katılım düzeyi ilerisi için umut vericidir. Fakat devrimci politik müdahalenin zayıflığı gelişen hareketin sendika bürokrasisinin denetimi altına girmesi riskini ciddi bir tehlike haline getirmektedir. Komünistler bunu da gözeterek bundan sonra gelişen eylemleri çok daha özel bir politik müdahale konusu yapmalı, buna uygun bir hazırlık içinde olmalıdırlar.

SY Kızıl Bayrak/İstanbul