08 Aralık '01
Sayı: 38


  Kızıl Bayrak'tan
  AB, ABD ve Türkiye
  "Terörle mücadele" bahanesiyle Filistin halkına kapsamlı kuşatma ve saldırı
  İşgal suçtur, caniliktir
  Ekonomide daralma ve kitlesel yoksullaşma
  Yoğunlaşan devlet terörü ve hedefleri
  Emperyalist savaşın yeni hedefi Irak
  Zor dönem zorlu görevler
  1 Aralık eylemleri ışığında sınıf hareketinin imkan ve ihtiyaçları
  1 Aralık eylemleri
  ABD'ye destek halklara ihanettir
  Devlet bastırıyor, İmralı Partisi yalvarıyor!
   Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
1 Aralık eylemleri ışığında
sınıf hareketinin imkan ve ihtiyaçları

Sınıf hareketi, güçlü bir çıkış yaptığı son 1 Mayıs gösterilerinden bu yana belirgin bir durgunluk içinde oldu. Kriz koşullarıyla açık bir tezat teşkil eden bu durgunluğun düzen cephesinden nasıl bir memnunlukla karşılandığı, krizin faturasını döne döne sınıfa kesme konusunda sermaye iktidarını nasıl pervasızlaştırdığı ise ortadadır. Her fırsatta “sosyal patlama” tehlikesine işaret eden düzen sözcüleri açısından bu durgunluk pek anlaşılır-açıklanabilir olmamakla birlikte, düzenin sahipleri fırsatı değerlendirmekten kaçınmamışlar, durgunluk süreci boyunca işten atmalar ve binbir hak gaspı birbirini izlemiştir. Devlet cephesinden hayata geçirilen merkezi saldırılarla işçi sınıfı ve emekçiler kitleler halinde yoksullaştırılırken, özel sektörde süregiden işten çıkarmalar, ücret kısıntıları ve diğer hak gasplarıyl da sektörel ve yerel bazda soygunlar artırılmış, yoksulluk katmerleştirilmiştir.

Bu koşullar altında devam eden suskunluğun sınıf hareketinin sadece yüzeysel bir görüntüsünü oluşturduğu, bu görüntünün gerisinde alttan alta bir kaynamanın yaşandığı, sonunda ve bir kez daha ortaya çıktı. Sadece 1 Aralık eylemleri ile değil, fakat sendikaları eylem kararı almaya zorlayan ön süreciyle birlikte, durgunluk sürecinin tepki ve öfke birikimi etkisini göstermeye başladı. Kitlelerin artan rahatsızlığı sendika koltuklarının rahatlığını bozmaya başladı.Ya da daha doğrusu, kendiliğinden patlama zemini güçlenmeye başladıkça, eğer önüne düşmezlerse kitle hareketini denetlemenin mümkün olamayacağı korkusuyla, sendikacılar kapitalist efendileri tarafından uyarıldılar. Kurulduğundan bu yana “sosyal patlama” tehlikesinin sınıf cephesini tutan, birikimin boşaltılmasına uygun kanal yaratarak düzein imdadına koşan Emek Platformu, bir kez daha iş başına geçti.

Tasarruf tedbirleri kararı alınıp açıklandıktan neredeyse bir ay sonrasına bir eylem kararı alarak, saldırılara sözde yanıt vermiş oldular. Ama eylemin birazcık olsun caydırıcılık taşıyabilmesine yönelik hiçbir çaba harcanmadı. Katılım örgütlenmedi, sonrasına ilişkin hiçbir plan yapılmadı, bir mücadele programı çıkarılmadı.

Sonrası, eylemi takip eden ilk iş gününde hükümetin tasarruf tedbiri adı altında yürürlüğe koymak istediği saldırılara ilişkin genelgelerinin yayınlanmasıdır.

1 Aralık’la doğrudan ilişkili olduğu için, başlı başına bu genelgeler bile eylemin gücü ve etkisini göstermektedir. Daha da önemlisi, iktidardaki sermaye temsilcileri, sendikaların başındaki hempalarına ne kadar güvendiklerini de ortaya koyuyorlar böylece. 1 Aralık eylemiyle havanın bir nebze boşaltılmış olduğunu, kısa dönemde arkasını getirmek gibi bir niyet ve planın bulunmadığını görüyorlar.

1 Aralık sınıfın mücadele istek ve
birikimini ortaya koydu

1 Aralık eylemleri tüm yurtta, özelde de İstanbul, İzmir, Ankara gibi büyük illerde azımsanmayacak bir katılımla gerçekleştirildi. Oysa eylemlerin zayıf geçmesi için tüm koşullar mevcuttu. Sendikalar cephesinden eylemlerin kitlesel ve etkili geçmesine yönelik hiçbir hazırlık yapılmamıştı. Artı, kitle sendikalar dışında hiçbir taban örgütlülüğüne sahip değildi. Sendikalara hiçbir güven duymuyor, eylem kararının yine bir hava boşaltma niyetini gösterdiğini düşünüyordu. Bütün bu eksikliklerin üstüne, devrimci hareketin de eylemin örgütlenmesine yönelik bir aktivitesi gözlenmiyordu. Sınıf devrimcilerinin kendi imkan ve güçleriyle sınırlı çalışması ise bu eksiği kapatmak, sınıfın ihtiyacını karşılamaktan uzaktı. Son olarak hava koşullarının olumsuzluğu girdi devreye. Şiddetli yağış katılıı önemli ölçüde etkiledi.

Tüm bu olumsuzluklarla birlikte değerlendirildiğinde, eylemlere katılımın son derece güçlü olduğunu belirtmek gerekiyor. Özellikle katılımı örgütlemeye yönelik örgütsel bir çabanın olmadığı, katılımın bireysel istek ve çabaya bırakıldığı bir yerde, gerçekleşen katılım, tümüyle sınıf ve kitle tabanındaki birikim ve mücadele isteğinin göstergesi kabul edilmelidir. Hele de, sendika bürokratlarının hava boşaltma niyetinin kitleler tarafından görüldüğü, dolayısıyla eylemden bir kazanım beklentisinin olmadığı göz önüne alınırsa.

Tüm bu olumsuzluk etkenlerine rağmen eylemlere katılımın yüksek olması, sınıf kitlelerinde, “bir eylemle sonuç alınamayacağı, mutlaka arkasının getirilmesi gerektiği, özellikle de üretimden gelen gücün harekete geçirilmek zorunda olunduğu” görüşünün yaygınlığından dolayıdır. Devrimci ve ilerici basının eylem öncesi yaptığı röportaj ve söyleşilerde bu yaygınlık fazlasıyla ortaya konulmuştu. Yine bu yayınlarda ortaya konulduğu gibi, sınıf hareketi açısından önemli bir başka yaygın görüş, sendikalara/sendika bürokratlarına olan güvensizliktir. Sendikal ihanetin bugünkü boyutlarında söz konusu güvensizliğin olumlu ve ileri bir tutumu ifade ettiği açık olmakla birlikte, farklı bir çıkışa konu edilemediği ölçüde geriletici, özgüveni sarsıcı bir işleve bürünmsi de kaçınılmazdı. Nitekim, 1 Aralık eyleminin en zayıf halkasını, dolayısıyla düzene güven ve cesaret veren yanını oluşturan da budur. Düzen güçlerinin, kitlelerdeki bariz öfke ve tepki birikiminden, bunun yarattığı mücadele isteğinden tüm korkularına rağmen saldırılardaki pervasızlığı sürdürebilmelerinin arkasında, sınıf hareketinin bu zayıflığını görebilmeleri yatıyor. Ve tabii bir de, ellerinde tuttuklarısendikal ihanet kozu.

Kimi Kürt illerindeki yasaklar ve Ankara’daki engelleme dışta tutulursa, 1 Aralık eylemleri genelde düzen ve devlet tarafından belirgin bir itidalle karşılandı. Burjuva medya eylem öncesinde, sırasında ve sonrasında yürüttüğü yayın çizgisiyle, sistemin bu itidalinin aynası oldu. 1 Aralık eylemine sıradan ve önemsiz bir gelişme muamelesi yapıldı. Hatta Bayram Meral’in ölçüsüz savurmalarını bile kaale alıp yanıtlayan olmadı. Oysa başka zaman sendikacıların bu tür tehditlerine verilecek yanıt, sınıfı tehdit etme işlevi üzerinden değerlendirilirdi. Bu kez görmezden-duymazdan gelerek, sınıfı ve sınıf hareketini önemsemediklerini göstererek, etkilemeyi tercih ettiler. Bu tercihin altında, sendikal ihanetin yarattığı güvensizlik ruh halini besleme-derinleştirme hesabı yatıyordu. Hesabın sadece eyleme karşı tutumla sınırlı olmadığı, hiç zaman kaybetmeden açıklanan saldrı genelgeleriyle de ortaya çıktı.

Eylemlerin hiçbir yararı olmadığı
mesajı verilmeye çalışılıyor

Eylemi takibeden ilk işgününde (3 Aralık Pazartesi) yayınlanan genelgelerle, Kasım başında açıklanan tasarruf tedbirleri saldırısının startı verildi. Bununla bir yandan sistemin gücü ve kararlılığı kanıtlanırken, diğer yandan da sınıfa, “eylemlerinin hiçbir yararı olmadığı, ne yapılırsa yapılsın saldırıları durduramayacağı” mesajı verilmek isteniyor; eylemin kitlelerde bir nebze de olsa özgüven geliştirme ihtimali dahi ortadan kaldırılmaya çalışılıyordu.

Düzen tarafından alınmış bütün bu karşı tedbirler, sınıf hareketini dizginlemeye-kırmaya yönelik hesap ve planlar da gözönüne alındığında, hareketin geleceğine ilişkin görev ve sorumlulukların önem ve ciddiyeti daha iyi anlaşılacaktır.

Sınıf hareketine ilişkin tabloda ilk göze çarpan ayrıntılarda hep olumsuzluklar, düzene ilişkin ise güç ve kararlılık gösterileri öne çıkmaktadır. Oysa, biraz daha dikkatli bir bakışla, aslında sergilenen tablonun tam tersi bir gerçeklikle karşı karşıya bulunduğumuz görülebilecektir.

Düzen daha büyük bir çözümsüzlük içindedir

Bu gerçekliğin düzen cephesinde, çöken bir ekonomi, tıkanan bir siyaset yatmaktadır. Tüm güç ve kararlılık gösterileri, iktisadi-sosyal-siyasal-militer saldırılardaki tüm pervasızlık, esasta bu çözümsüzlüğün bir ifadesinden başka bir şey değildir. Düzen cephesinin bu gerçekliği, aynı zamanda, sınıf ve devrim cephesinin gerçekleştirmek zorunda olduğu tarihi görev ve sorumluluğa yakıcı bir vurgudur.

Kapitalist dünya sisteminin bir parçası olarak Türkiye’deki iktidar da, yaşanan çözümsüzlüğü aşmanın tek yolu olarak “savaş”ı seçmiş bulunuyor. Oysa, tarihin de kanıtladığı gibi, emperyalist savaşlar, sistemin sorununa çözüm getiremediği gibi, tersinden, sorunun işçi sınıfı ve emekçi halklar lehine çözülmesinin yolunu açabilmektedir. Geçtiğimiz yüzyılın başında ve ortasında yaşanan iki büyük emperyalist paylaşım savaşından ilki Rusya’da, ikincisi ise dünyanın üçte ikisinde kapitalist zincirin kırılmasına, işçi sınıfının ve halkların devrimci kalkışmalarına yol açmıştı. Bugün tırmandırılan savaşın da, sistem için aynı riski büyütmesi kaçınılmazdır. Sistem açısından risk teşkil edense, devrim açısından olanaktır ve sonuna kadar değerlendirilmelidir.

Sistemdeki tıkanıklığın işçi sınıfı ve devrim lehine çözümü, açıktır ki, sınıf hareketindeki tıkanıklığın çözümüne doğrudan bağlıdır. Hareketin önü çoktandır, sendikal yapıları felç eden bürokratik ihanet barikatıyla kesilmiş durumdadır. Sermayenin tam denetimi bir yana, çoğu iktisadi ve sosyal olarak da burjuvalaşmış bulunan üst düzey bürokrat takımı, yıllardır, sınıf hareketini bir kısır döngüde oyalayıp durmaktadır. Saldırı ve hak gaspları belirgin bir öfke birikimine yol açtığında eylem kararları alarak basıncı azaltma, sınıf kitlelerini hedefsiz eylemlerle yorma, güvenini kırma yoluna gittiler. Halen de bu taktiği uygulamaya devam ediyorlar. Sendikal bürokrasinin bu oyunu sınıf öncüleri şahsında çoktan bilince çıkarılmış olmakla birlikte, kendiliğinden gelişmenin imkanlarıyla boşa &ccedi;ıkarılamadığı da ortadadır. Barikat güçlüdür, köklüdür, üstelik de uluslararası dayanaklara sahiptir. İhanet barikatının ardında tüm kurumlarıyla düzen güçleri durmaktadır. Düzenin yasaları, hukuku, askeri-polisi sınıfın karşısında, sendikal bürokrasinin arkasındadır.

Ancak, yukarıda da belirttiğimiz gibi, düzenin desteklediği bu barikatların gücü de düzenin gücüyle sınırlıdır. Düzendeki tıkanmanın sınıf hareketini dizginleme imkanlarını da sınırlaması kaçınılmazdır. Sermaye düzeninin tıkanıklığı aşma yönündeki her atağı kendisi için yeni bir çözümsüzlük üretirken, sınıfın mücadele potansiyelini artırmaktadır. Türkiye işçi sınıfı hareketi açısından kritik sorun, bu birikimin sendikal bürokrasi tarafından boşa çıkarılmasının engellenmesi, yönünün devrimci bir kanaldan düzene çevrilmesidir.

Dünya Ticaret Örgütü, Dünya Bankası gibi emperyalist kuruluşların toplantılarına yönelik protesto eylemlerinin de ortaya koyduğu gibi, kapitalizm tüm dünyada mahkum edilmekte, sosyalizm ise bir kez daha umut haline gelmektedir. Bu gelişmeler, devrimci sınıf hareketinin uluslararası güç ve dayanaklarının işaretleridir. Bu dayanakların tırmandırılan emperyalist savaş koşullarında daha da güçlenmekte olduğu ise açıktır.

İMF tarafından çökertilen ekonomisi, Beyaz Saray’dan yönlendirilen politikası ve Pentagon’a bağlı savunmasıyla, Türkiye’nin düzeni, kapitalist dünya düzeninin en zayıf halkalarından birini oluşturmaktadır. Bu da, sınıf hareketine devrimci kanallar açılması görev ve sorumluluğunun önemini daha da artırmaktadır.

Düzenin zaaflarını devrimin gücüne dönüştürmek
taban inisiyatifinin örgütlenmesine bağlıdır

1 Aralık eylemleri, sınıf kitlelerindeki mücadele istek ve arayışın bir kez daha ortaya çıkmasına vesile olmuştur. Öncelikle bu kanal zorlanmalıdır. Yine eylem sürecinin gösterdiği gibi, sınıf tabanı, hak alıcı bir mücadele eğilimine sahiptir. Bunun en etkili yolu olarak da genel grevi öne çıkarmaktadır. Sendikal bürokrasinin tüm oyalama taktiklerine rağmen, 3 Aralık'ta yayımlanan genelgelerin de ortaya koyduğu gibi, sistem uzlaşma imkanlarını tümden tüketmiş olduğundan, çatışmayı geciktirmek kolay olmayacaktır. Sınıf hareketi açısından süreç, iş bırakmalarla yükselecek bir düzeye doğru evrilmektedir.

Bu mücadele sürecinin bürokratik barikatları zorlayacak, sınıfın öz güvenini geliştirecek biçimde yaşanması için devrimin tüm güç ve olanakları seferber edilmeli, sınıfın tüm birikim, güç ve imkanları değerlendirilmelidir. Sınıf hareketine karşı bu görev ve sorumluluk, öncelikle sınıf devrimcilerine, öncü işçi ve emekçilere aittir. Bu güçler, sınıf tabanındaki mücadele istek ve eğilimini güçlendirmeye, örgütlemeye ve eyleme çekmeye hizmet edecek her yol ve aracı en etkin biçimde kullanabilmek için, öncelikle kendileri örgütlü bir faaliyet içinde olmak zorundadırlar. Sınıf devrimcilerinin öncü işçi ve emekçilerle buluşabileceği, birlikte çalışma yürütebileceği ara örgütlenme biçimleri mevcuttur. Ancak henüz ihtiyacı karşılayabileck bir yaygınlık ve kapsamdan uzaktır. Çeşitli il ve sanayi havzalarında öncü işçi inisiyatifi, işçi-emekçi platformu ve benzeri adlar altında ortaya çıkan bu örgütlenmelerin, öncelikle, yaygınlaştırılması gerekmektedir. Her sanayi kentinde ve kentteki her fabrika havzasında hızla bu tür örgütlenmelere girişilmelidir.

İkinci olarak, söz konusu örgütlenmelerin fabrika ayakları güçlendirilmek zorundadır. Her girişim bölgesinin temel işletmeleriyle bağ kurmanın, kurduğu bağları güçlendirmenin yolunu mutlaka bulmalıdır. Bunun için yaratıcı bir çalışma gerekmekle birlikte, sınıf çalışmasının klasik araçlarının daha etkin bir kullanımıyla dahi hızla mesafe almak mümkündür. Öncü işçi ve emekçileri bu tür örgütlenmelere çekmenin ilk adımı onlara güven verecek bir inisiyatif ve ataklık gösterebilmektir. Eylem süreçlerine ilişkin bilgilendirme-bilinçlendirme faaliyeti aralıksız sürdürülmeli, tüm temel işletmeler bildiri, afiş gibi materyallerle sistemli bir biçimde dövülmeye devam edilmelidir. Ama daha önemlisi ve öncüye güven verecek olanı, eylem çağrıları yapabilmek, eylemler d&uum;zenleyebilmektir. Gerçekleştirilecek eylem elbette örgütleyicinin güç ve olanaklarıyla sınırlı olacaktır. Fakat bu sınırlılık göze alınmadan sınırları aşmanın imkanı da yoktur.

Sözkonusu platform ve inisiyatiflerin başta gelen sınırlılıklarından biri de harekete geçirebildiği öncü işçi-emekçi sayısıdır. Fakat bu sınırları zorlamanın ve aşmanın yolu da, örgütlediği sınırlı sayıdaki öncüyü örgütlenme çalışmasına en aktif biçimde katabilmekten geçmektedir.

Sınıf hareketinin önümüzdeki seyri, büyük ölçüde taban örgütlülüklerinin yaygınlaştırılmasına ve çalıştırılmasına bağlıdır. Sınıf devrimcileri süreci bu bilinçle karşılamak ve omuzlamakla yükümlüdür.



Ankara’da 1 Aralık...

Polis ve sendikal ihanet çetesinin
ablukası altında eylem

Ankara’daki 1 Aralık eylemi, yoğun polis ablukası ve sendikal ihanetin eylemi amacından uzaklaştırmaya dönük manevralarına karşın, binlerce işçi ve emekçinin katılımıyla gerçekleştirildi.

Ankara Valiliği eylemin Kızılay’da yapılmasına izin vermeyeceğini bir gün öncesinden açıklamıştı. Bundan dolayı Kızılay bölgesi ve eylem alanı olan Güven Park sabah polis ablukasına alındı. Kızılay’a çıkan tüm yollar tutuldu. Kızılay girişlerine barikatlar kuruldu. Sermaye devleti böylece eylemi Kızılay’da yaptırmama kararlılığını ilan ediyordu. Bu kararlılığın sınırları ise emekçilerin iradesinin gücüne bağlıydı. Daha önce de benzer ablukalar yaşanmış, ama emekçilerin direngenlikleriyle barikatlar aşılıp Kızılay’a çıkılmıştı. Ancak Emek Platformu bileşenleri devletin bu tutumuna boyun eğmeyi özel bir biçimde örgütlediler.

Alana giriş tek bir güzergahtan değil, ayrı ayrı noktalardan girmek biçiminde planlanmıştı. KESK ve DİSK Ziya Gökalp Caddesi’nde, Türk-İş konfederasyon binası önünde, diğer sendikalar da kendi binaları önünde toplanma kararı almışlardı. Ki bu kararlardan eylem anına kadar pek fazla kişinin haberi yoktu. Bu tümüyle ihanetçi sendika ağalarının sınıf kitlelerinde biriken mücadele isteğini denetim altına alma, moral mevzilerin güçlenmesini engelleme hesaplarının ürünüydü. Eylem planlamaları bu yönde yapılmış, eylem sırasında da bunun gerekleri yerine getirilmişti.

Türk-İş’e bağlı sendikalar saat 10:30’dan itibaren Sakarya Caddesi’ndeki konfederasyon binası önünde toplanmaya başladılar. 2 bine yakın işçinin büyük bölümünü Harb-İş üyesi işçiler oluşturuyordu. Toplanma alanına düzenli kortejler oluşturarak, “Genel grev, genel direniş!” sloganını haykırarak giren Harb-İş’li işçiler coşku ve kararlılıklarıyla dikkat çekiyorlardı. Eylemin yarısında, B. Meral’in Ankara’daki eyleme katılmamasını ve organizasyonsuzluğu protesto ederek alanı terk ettiler.

Türk-İş önünde ayrıca şu sendika şubeleri toplandılar: “Çok zor kazandık, kolay vermeyiz!”, “Günümüz Türkiye’ye sahip çıkma günüdür!” pankartlarıyla Yol-İş işçileri; “Hırsızlığa, yolsuzluğa, yoksulluğa hayır!” pankartıyla Belediye-İş üyesi işçiler; “Hükümet sözünü tut işimizi geri ver!” pankartıyla Petrol-İş üyeleri; Haber-iş, Tarım-İş, TÜMTİS, Tek Gıda-İş, Tez-Koop-İş, Türk Metal, Tes-İş, GMİS MTA Şubesi, Demiryolu-İş. Ayrıca Memur-Sen, Diş Hekimleri Birliği, Kamu-Sen üyeleri de Türk-İş önünde toplandılar.

Türk-İş önünde eylem başlamışken, Ziya Gökalp Caddesi’nde hala emekçiler polis barikatı önünde bekliyorlardı. Sendika bürokratları buna rağmen, bir oldu bittiyle eylemi bitirmeye çalıştılar. Ancak bu tutumları işçiler tarafından, “Türk-İş uyuma işçine sahip çık!” ve “Söz bitti, sıra grevde!” sloganlarıyla karşılandı.

KESK ve DİSK Güvenpark’a yürümek üzere Ziya Gökalp Caddesi’nde toplanmışlardı. Burada yaklaşık 1000 işçi-emekçi ve öğrenci genç bulunuyordu. Kızılay’a doğru yürüyen kitle polis barikatıyla durduruldu. Burada yapılan pazarlıklar sonrasında eylemin yönü Mithatpaşa Caddesi’ne çevrildi. Bu durum emekçilerden ve gençlikten büyük tepki aldı. Sendika yöneticileri protesto edilerek, Kızılay kararlılığı dile getirildi. Ancak örgütsüzlük alınan geri karara boyun eğme sonucunu doğurdu, kitle Mithatpaşa Caddesi’ne yürüyerek diğer grupla birleşti.

Mithatpaşa’da gerçekleşen eylemde Emek Platformu dönem sözcüsü Ümit Erkol bir konuşma yaparak, sosyal yıkım politikalarına değinerek emperyalist savaşa karşı olduklarını vurguladı. Konuşma sırasında coşkulu bir biçimde sık sık; “Genel grev, genel direniş!”, “İMF defol, bu memleket bizim!”, “İMF’ye değil, halka bütçe!” sloganları atıldı.

Eylem boyunca işçi ve emekçilerden büyük bir öfke ve mücadele kararlılığı yansıyordu. Beraberinde çaresizlik ve belirsizlik de kendisini ağır biçimde hissettiriyordu. Bu, sloganlara ve coşkunun düzeyine de yansıdı. Eylem yapılan konuşmaların ardından sona erdi.