Filistin halkına kapsamlı kuşatma ve saldırı! Gerçek terörist Siyonist İsrail ve emperyalistlerdir Terörle mücadele adı altında emperyalistlerin bölge halklarına karşı açtığı savaşa paralel olarak işgalci İsrail devleti de, geçtiğimiz günlerde Filistin topraklarının bağımsızlığı için mücadele eden muhalif örgütlerin liderlerine karşı suikast eylemlerini yoğunlaştırmaya başladı. Bunun üzerine islami muhalif gruplar, artan baskı ve suikast girişimlerine intihar saldırıları ile karşılık verdiler. Kudüs ve Hayfada 31 kişinin ölümüyle sonuçlanan intihar saldırılarına misilleme ise gecikmedi. İsrail ordusu, bir taraftan çok sayıda tank ve zırhlı araçla Filistin topraklarını kuşatma altına alırken, diğer taraftan Gazze, Batı Şeria, Cenin ve Beytüllahimi bomba ve roket yağmuruna tuttu. Arafatın Gazzedeki ofisi, karargahı ve bazı Filistin yönetim binaları da bombalanan yerler arasında. Çok sayıda ölü ve yaralı olmasıa rağmen henüz bu konuda dışarıya yansıyan sağlıklı bir bilgi yok. Bombalı intihar saldırıları üzerine, ABDde bulunan Ariel Şaron görüşmelerini yarıda keserek İsraile döndü ve saldırı planı için apar topar İsrail Meclisini topladı. Üç saat süren toplantıda misilleme kararı alındı ve hemen uygulamaya konuldu. Bundan sonra, çok daha kapsamlı saldırı kararlarının çıkması, şimdiye kadar izlenen politikalarda bazı ciddi değişikliklerin yapılması bekleniyor. Her ne kadar yetkili ağızlar bundan sonra ne yapacağımızı söylemeyeceğiz deseler de, Filistin halkına ve mücadelesine karşı çok yönlü, çok kapsamlı bir baskı ve saldırı planının yürürlüğe konulacağı yeterince açıktır. Siyonist İsraile emperyalistlerden Üstelik bu kez emperyalist ağabeylerinin açık desteklerini de sıcağı sıcağına arkalarına almış bulunuyorlar. ABD, İsrailin misilleme amacıyla başlattığı saldırıyı savunma hakkını kullanmak olarak değerlendirip tam destek sundu. İlk kez Arafatsız bir çözüme de sıcak baktığını ima etti. Diğer emperyalistler de benzer bir tutum içindeler. Yani, gözdağı vermek amacıyla gerçekleştirildiği öne sürülen bombalamalar yalnızca bir başlangıç. Önde gelen siyasetçiler ve İsrail basını daha şimdiden İşgali, Arafatın ortadan kaldırılmasını ya da saf dışı edilip görüşmelerin kesilmesini tartışıyor, savaş çığırtkanlığı yapıyor. Bütün bu gelişmeler, yeni dönem emperyalist saldırganlığın ifadesi olarak üretilen terörle mücadele kılıfının, İsrail siyonizmi tarafından Filistin halkına karşı etkili ve kapsamlı bir biçimde kullanılacağı bir döneme girildiğine işaret ediyor. Şaron ABD Başkanı Bush nasıl bütün gücüyle teröre karşı savaşıyorsa biz de aynısı yapacağız diyerek bunu teyit ediyor. Çığ Operasyonu adıyla başlatılan saldırıların gerçekte aylar öncesinden planlanmış fakat uluslararası baskı nedeniyle uygulanmamış olması, İsrail siyonizminin yeni bir saldırı için çoktandır pusuda beklediğini gösteriyor. Tıpkı ABD emperyalizminin Afganistan ve çevre bölgelere saldırmak için fırsat kolladığı gibi. Kullanılan gerekçeler ve izlenecek taktikler ne olursa olsun, amaç, bağımsız bir Filistin mücadelesinin önünü kesmek; emperyalizmin ve siyonizmin denetimi altında sorunsuz bir Filistin yaratmaktır. Bu yönde yeni bir başlangıç yapmak, Filistin üzerindeki baskı ve katliam politikasını tırmandırmaktır. Bütün aldatmacalara ve oyalamalara rağmen Filistin halkının şimdiye kadar bu konuda ortaya koyduğu kararlılık, bu plan ve taktiklerin hiç de sorunsuz ve kansız biçimde gerçekleşmeyeceğini gösteriyor. Buna, yıllardır İsraile karşı savaşta belli bir deneyim, kadro birikimi ve kitle desteği alarak bugüne kadar gelmiş olan radikal islami grupların varlığını da katmak gerekir. Bu nedenle emperyalist odaklar daha şimdiden, her durumda savaşın kaçınılmazlığı üzerinden alternatif çözüm ve taktikler üzerinde duruyorlar. Arafat yönetiminin alacağı tutum bu açıdan çok kritik bir önem taşıyor. Çünkü hesap ve taktiklerden ilki, Arafat yönetiminin izlediği uzlaşmacı çizgiyi ihanet noktasına kadar genişletmek, onu açıkça işbirliğine zorlamak üzerine kurulu. Arafat yönetimi aracılığıyla radikal islami örgütleri bitirme ve mücadeleyi sokaklardan diplomasi alanına çekme hesabı durumunda, Filistini bir iç savaş olasılığı beklediği ifade ediliyor. Bir diğer hesap ise, Arafatın bu çizgiye çekilememesi durumunda İsrail-Filistin çatışmasının giderek büyümesidir. Bu da bir İsrail-Filistin savaşı demektir. Her iki durum ve olasılık da savaş üzerine kurulu ve her ikisinin gerekçesi de terörle mücadele,terör odaklarının dağıtılması. İsrailde yayınlanan Maariv gazetesine göre, ABD Şarona yukarda özetlenen iki seçenekten herhangi birini seçmesi durumda peşinen destek olacağını bildirmiş bulunuyor. Yani ABD, düne kadar izlediği masa başında teslim alma önerisini rafa kaldırmış oluyor. Filistine karşı doğrudan açacağı kapsamlı savaşın yanında yer alacağını bildiriyor. Terörle mücadele konseptiyle uyarlı biçimde Arafata baskı uygulayıp muhalif odakları dağıtmasını dayatmayı; bunu kabul etmezse eğer, Arafatla birlikte Filistin yönetiminin terörist örgütler listesine konulmasını da, destekleyecekleri bir diğer yol olarak öneriyor. Bu durumda, işbirliğine hazır bir başka yönetimin alternatif olarak düşünülmesi gerektiği de daha şimdiden emperyalizme akıl hocalığı yapanlar tarafından dillendiriliyor. Arafatın tam teslimiyeti üzerinden Filistin halkına karşı açılan savaşta en tehlikeli kart, işbirlikçi yönetimler üzerinden yapılan hesaplara dayalı olanıdır. Yani gerekirse bir iç savaşa da zorlayarak, Arafat üzerinden emperyalist politikaları uygulamak. Arafat, şimdiye kadar, Filistin halkının direngenliği ve muhalif radikal grupların etkisiyle, tam bir teslimiyet sergilemek ve açık bir işbirliğine gitmek yerine mevcut durumda diplomasi yoluyla kendince bir denge tutturmaya çalışıyordu. Bu son gelişmeler karşısında ise, kendi üzerinden yapılan uğursuz hesapları boşa çıkarmak bir yana, buna uygun davranan bir tutum sergileyecek gibi görünüyor. Arafat yönetimi, Filistin toprakları ve kendi karargahı bombalanırken bile buna tepki göstermek yerine İsrail polisi gibi davranıyor. İntihar saldırılarıyla bağlantılı olduğu gerekçesiyle 120 kişiyi tutukluyor, Hamasın ruhani lideri Şeyh Yasini ev hapsine alıyor, ¨nde gelen iki liderini tutukluyor, gösterileri yasaklıyor, olağanüstü hal ilan ediyor vb. Tüm bunlar, izlenen uzlaşmacı çizginin gelinen yerdeki ibret verici sonucudur. Bugün ucundan tutulan teslimiyetçi uzlaşmacı çizgi terkedilmezse eğer, yarın ihanetle sonuçlanması kaçınılmazdır. İstenilen de budur. Halkları ve onların her türlü mücadelesini ezmek, ara çözümleri bile ortadan kaldırarak herkesin emperyalistler karşısında diz çökmesini sağlamaktır. Ne Arafat ne de Filistin yönetimi bundan böyle uzlaşmacı barışçı çizgiyi sürdürerek haydut takımına yaranamaz. İktidarını bu kirli pazarlık üzerinden koruyamayacağı ise çok açık. Daha şimdiden Arafatsız bir model düşünülmektedir. Buna gerekçe olarak, Arafat yönetiminin teröristlerle gerektiği gibi mücadele etmediği onlar üzerinde hakimiyet kuramadığı öne sürülüyor. Beyrut Kasabı Şaron bunu Arafat dönemine son vermeliyiz. Arafat sonrası döneme hazırlanmalıyız diyrek açıkça ifade ediyor. Arafat ve çevresindeki yöneticilerin pek güvendiği Arafatın uluslararası itibarının, uluslararası dengelerin de böyle bir durumda bir hükmünün olmadığı, bu son gelişmeler karşısında haydutlar takımının koro halinde ABD ve İsraili desteklemesiyle bir kez daha doğrulanmış oluyor. Emperyalistlere ve İsraile bekçilik yapma tutumunun sonu, yarın Filistin halkının katliamında doğrudan tetikçi olarak rol almaktır. Siyonist İsrail, bugün Arafata tutuklattırdığı militanların yarın ağır cezalara çarptırılmasını isteyecektir. Arafat ve yönetiminin eskisi gibi ara bir tutum almasının zemini ve imkanları ortadan kalkmıştır. Ya Filistin halkıyla birlikte zorlu fakat onurlu olan mücadele yolunu tutacak ya da uzlaşmacılık adına taviz üstüne taviz vererek ihanet ve teslimiyet bataklığına giderek daha fazla batacaktır. Emperyalistlerin, kendi halkı ve radikal islami gruplarla karşı karşıya getirip itibarını sarsma ve güçten düşürme hevesini boşa çıkarıp çıkarmamak Arafat ve Filistin yönetiminin geleceğini belirleyecek olan en kritik sınavlardan biri olacaktır. Doğru olanı yapabilmek için öncelikle siyonist İsrailin patronu ABDden çözüm bekleme handikabından kurtulunmalıdır. Filistine yönelik bu son saldırıların bizzat ABD emperyalizminin terörle mücadele bahanesiyle halklara karşı açtığı daha geniş ölçekli savaşın Filistin topraklarındaki karşılığı olduğu unutulmamalıdır. Bugünden sonra tırmandırılacak olan saldırılar İsrailin bizzat ABDnin gözetimi ve korumasında uyguladığı politikaların bir devamıdır. Geçtiğimiz hafta gerçekleştirilen saldırılar olmasaydı bile -ki İsraile yönelik bu tür saldrılar yeni de değildir- İsrail yıllardır uyguladığı kan kusturmaya dayalı politikaları sürdürecek ve yine saldırıcaktı. İşgal tehdidi yeni değil Siyonist İsrail basını ve çoğu şahinlerden oluşan yönetici takımı bu son saldırılarla ortaya çıkan fırsatla Filistini işgal etme hevesini bir kez daha açıkça dile getiriyorlar. Terörle mücadelede Arafat istenileni yapmazsa işgal planının uygulanması gerektiği düşünülüyor. Gerçekleşip gerçekleşmeyeceğinden bağımsız olarak, bu yöntem, Arafat yönetimini daha fazla teslimiyete zorlamak için savrulmuş bir tehdit niteliğini taşıyor. Zira sormak gerekir; tehdit olarak kullanılan işgal 1967den beri zaten uygulanmıyor mu? Filistin toprakları 34 yıldır fiili işgal altında değil mi? Filistinde birinden diğerine geçişin yasaklandığı telle çevrilmiş şehirler, yüzlerce kontrol noktası, girilmesi yasak bölgeler ve bunların üstüne halkı açlıkla karşı karşıya bırakan ticari ambargolar ve ekonomik baskılar işglci bir pozisyonun değilse neyin ifadesidir? İsrailli katiller ellerini kollarını sallayarak istedikleri yere girip zaten talan edip, katliam yapmıyorlar mı? Demek ki işgal tehdidi bu yeni durumla hiçbir şey ifade etmiyor. Görünen o ki işgal tehdidiyle amaçlanan bugünkü işgalci pozisyonun meşrulaştırılması ve gerekirse daha da boyutlandırılması için ortam hazırlamaktır. Uluslararası kamuoyuna, bizi vuran terörizmi ortadan kaldıracağız demenin gerekçesidir. Giderek Filistin halkı ile karşı karşıya gelen ve ondan kopan Filistinin yönetici bürokrasisine, haddini bil, istediğimi yapmazsan seni devre dışı bırakırım demek için savrulmuş bir tehdittir. İlhak ya da genişletilmiş bir işgal seçeneğine Filistin halkının yıllardır verdiği yanıt, direniş ve İntifada oldu. Böylesine haydutça bir saldırganlığın İntifadayı daha da yaygınlaştıracağı açıktır. Filistin halkının, haydutların terörist suçlamasıyla köşeye sıkıştırıp teslim almayı amaçladığı Arafatı sahiplenmesi ve bu tür suçlamaların bir savaş gerekçesi olduğunu ilan etmesi, oldukça anlamlı bir tepkidir. Fakat sorun da tam burada başlıyor. Sorun Filistin halkının ortaya koyduğu mücadele kararlılığı ve fedakarlığının hakkını veren bir önderlikle bütünleşip bütünleşemeyeceğidir. Bugünkü Filistin yönetimi çoktandır böyle bir önderliğin adayı olmadığını göstermiş bulunuyor. Ellerinde tuttukları güce ve mücadele kararlılıklarına rağmen, radikal islami örgütlerin İntifadayı bağımsız ve demokratik bir Filistinle taçlandırmaları ise zaten mümkün değildir. Çözüm: Zafere kadar devrim! İntifadaları yaratan Filistin halkı daha zor olan seçeneği, devrimci bir önderlik yaratma seçeneğini gerçekleştirme sorumluluğuyla karşı karşıyadır. Bu, saldırılara fiili direnişlerle karşı koymak kadar önemli bir meseledir. Bugün bunun ilk adımı, emperyalistlerden medet uman çizgiyi ve yönetimi mahkum etmektir; emperyalizmden çözüm beklentisine bir son vermektir. 70lerde dillerden düşmeyen Zafere kadar devrim! şiarına yeniden sahip çıkmaktır. Filistin halkı bu bilinçle devrimci bir önderlik için çaba sarfettiğinde dünya işçi sınıfının ve emekçi halkların tereddütsüz desteğini de arkasında bulacaktır.
Sermaye iktidarının sahte tarafsızlığı Türkiyeyi yönetenler, Filistin sorunu konusunda her zaman ikiyüzlüce bir tutum içinde oldular. Tarafsızlık ve zaman zaman da arabuluculuk görüntüsü altında İsrail işgaline göz yumdular, yapılan katliamları yalnızca kınamakla yetindiler. Çığ Operasyonu adıyla İsrailin gerçekleştirdiği son saldırıyı ise kınama gereği bile duymadılar. Şimdi sözde tarafsız tutum aldığını göstermek için her iki tarafa da itidal çağrısında bulunuyorlar, sermayenin önde gelen temsilcileri. Başka bir tutum almaları da beklenemezdi zaten. Zira İsraille beraber Türkiye, bölgede terör estiren ABD emperyalizminin en önemli iki ileri karakolundan birini oluştuyor. ABD-İsrail-Türkiye ittifakı, bölge halklarına karşı saldırganlığın ifadesi oluyor. Kürt halkı ve tüm emekçilere karşı aynı kirli savaşı yürütüyor ve aynı yöntemlere başvuruyor olması, kendi başına niçin İsraile karşı tutum alamadığını da açıklıyor. Bu nedenle gelişmelerden kaygı duyuyoruz açıklamaları bütünüyle aldatmacadır, ikiyüzlücedir. Onların kaygısını duydukları tek şey, tetikçiliğine soyundukları emperyalizmin bölge halklarına karşı yürüttüğü haksız savaşlardan ve saldırılardan kırıntı kapabilmektir. Bunun için gerekirse kardeş halkların kanını dökmeye, emperyalistlerin her türden gerici hesabının aleti olmaya hazırdırlar. Afganistana asker göndermeleri, Irak halkına karşı açılacak kapsamlı savaşa dahil olmak üzere teyakkuza geçmeleri, onların kaygı derken ne tür çıkarlar peşinde koştuklarını, bunun için neler yapabileceklerini gösteriyor. Ama Türkiye ve bölge halkları, yıllardır katliamlarla, baskılarla teslim alınamayan mazlum Filistin halkının yanındadır. Bugün için aktif destek sunamasalar bile, Filistin davası her kesimden halkın sempatisini kazanmıştır. Bu, mücadelelerle, bedeller ödenerek kazanılmış bir sempatidir. Hiçbir gerici politika bu haklı davaya süren desteğin önünü kesemez. Gün gelecek bu destek ve sempati, halkların kardeşliği şiarı altında yürütülen birleşik bir mücadeleyle bütün işgalci ve haydut takımının sonunu hazırlayacaktır. |
|||||