08 Aralık '01
Sayı: 38


  Kızıl Bayrak'tan
  AB, ABD ve Türkiye
  "Terörle mücadele" bahanesiyle Filistin halkına kapsamlı kuşatma ve saldırı
  İşgal suçtur, caniliktir
  Ekonomide daralma ve kitlesel yoksullaşma
  Yoğunlaşan devlet terörü ve hedefleri
  Emperyalist savaşın yeni hedefi Irak
  Zor dönem zorlu görevler
  1 Aralık eylemleri ışığında sınıf hareketinin imkan ve ihtiyaçları
  1 Aralık eylemleri
  ABD'ye destek halklara ihanettir
  Devlet bastırıyor, İmralı Partisi yalvarıyor!
   Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 
Yoğunlaşan devlet terörü ve
hedefleri

Geçtiğimiz hafta ülkenin birçok ilinde yaygın bir devlet terörü estirildi. Onlarca kurum basıldı, onlarca kişi gözaltına alındı. Startı MGK toplantısıyla verilen saldırılar hala devam ediyor. Tüm ilerici ve devrimci kurum ve kişiler hedefte. Uzun süredir sermaye devletinin kapsamlı bir terör harekatının hazırlıkları içerisinde olduğu yönünde işaretler artıyordu. Son yaşananlar bunun yeni bir halkası oldu.

Yıllardır bu ülkede baskı ve terör dizginsiz bir biçimde uygulanıyor. Terörün yoğunluğu bazı ara dönemler dışta bırakılırsa değişmemiştir. Sermaye devleti kendisini bir zor aygıtı olarak sürekli tahkim etmiş, her türden toplumsal muhalefete karşı acımasız bir terör uygulamıştır. Ancak devlet zoru her zaman belli hedefler çerçevesinde kullanmıştır. Bu, en kaba ve en kör biçimlerde kullanıldığı dönemlerde de böyledir. Saldırı hep sistematik, bilinçli, belli hedeflere bağlı ve tek merkezden yönetilmiştir. Bugün de durumda esasa ilişkin bir farklılık yoktur.

Devlet terörünün yoğunluğundaki değişim, temelde sınıf mücadelesinin seyrine, toplumsal muhalefetin ve devrimci mevzilerin durumuna bağlı olarak yaşanmaktadır. Öyleyse, bugün kapsam ve şiddetini giderek arttıran faşist terör dalgasının bu düzeyini belirleyen etkenler nelerdir? Sınıf mücadelesinin sertleşmesi mi, toplumsal muhalefetin güçlenmesi mi, yoksa devrimci mevzilerin zayıflaması mı? Her biri kendi içerisinde ele alındığında, tersi durumlar da da terör dalgasının bir nedeni durumuna gelebilirler. Ancak tarihsel ve güncel deneyimler göstermektedir ki, demokratik hak ve özgürlüklerin sınırları toplumsal muhalefetin ve devrimci mevzilerin gücüyle genişletilebilir.

Diğer yandan, bu olguları birbirinden koparmak mümkün değildir. Sınıf mücadelesinin giderek yoğunluğunu kaybettiği durumlarda da faşist terörün yoğunluğu artar, devrimci mevziler düzenin hedefi haline gelirler. Yine toplumsal muhalefetin zayıfladığı koşullarda, bu zayıflamanın derinleştirilmesi için baskı ve terörün kesintisizce sürdürülmesi düzen açısından bir zorunluluk durumuna gelir. Elbette devlet terörünün yöneldiği hedefler değişebilir, toplumsal muhalefetin kontrol altında tutulması için devrimci mevziler kesintisizce dövülür, kontrol sınırlarının zorlandığı noktada faşist terör aygıtları doğrudan devreye girer. Devletin son yıllarda “yeniden yapılandırma” argümanıyla attığı adımlar böyle bir mekanizmanın kesintisiz ve esnek biçimde çalışır nitelikte örg¨tlenmesine yöneliktir. Bu doğrultuda devletin aldığı mesafe ortadadır. Dolayısıyla, bugün yoğunlaşan devlet terörünün anlamını ve hedeflerini de bu mesafeden kopararak anlamak mümkün değildir.

Devlet terörünün bugün esasta yöneldiği iki ana hedef bulunmaktadır. Son bir hafta içerisinde estirilen terör üzerinden de bunu görmek mümkündür. Birincisi, PKK-HADEP, ikincisi ise bir bütün olarak Türkiye devrimci hareketidir. Bu iki hedefe yönelik saldırılar, aynı amaca bağlı olarak yürütülse dahi, muhatapların devlet ve düzen karşısındaki konumları bu saldırıların kendi içerisinde anlamını farklılaştırmaktadır.

Devlet terörü kayıtsız şartsız teslimiyetin
yolunu açıyor

PKK-HADEP’in teslimiyetçi platformu, devlet ve düzen karşısında değil, tersine devletin yanında devrime karşı bir konumda bulunmaktadır. Ağır bedellerle yaratılan değer ve mevzileri düzenin hizmetine sokma çabası içerisindedir. Ama buna rağmen devlet terörünün öncelikli hedeflerinden biri olmaktan kurtulamamaktadır. Bunun nedenleri ise ortadadır: Birincisi, terör sopası teslimiyet çizgisinde yol alanların başından indirilmemelidir ki, yollarından çark etmesinler, tam teslimiyete varabilsinler. İkincisi, böylesi bir çark edişin temeli olabilecek toplumsal mücadele dinamiklerinin gücüdür. Nitekim bu teslimiyetçilerin olası pervasızlıklarını dizginlemektedir. Dolayısıyla bu dinamiğin ezilmesi ve teslimiyet çizgisine sıkı sıkıya bağlanması için zor kullanımına ihtiyaç duyulmaktadır. Bu hedeflere bağlanan terör teslimiyet platfomu üzerinde artık olağan hale getirilmiş bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla HADEP üzerinde estirilen terör, bu olağan terbiye ve kayıtsız-şartsız teslimiyet çizgisinde ilerletme hedefine bağlıdır.

Devlet terörü devrimci hareketi mevzilerinden
söküp atmayı hedefliyor

Devlet terörünün diğer hedefi olan devrimci hareketin gerçekliği ve düzen karşısındaki konumu doğal olarak teslimiyetçi platformdan tümüyle farklıdır. Bununla birlikte, devrimci hareket üzerinde yoğunlaşan terörün hedefi onunla paralellikler taşımaktadır. Sermaye devleti devrimci harekete karşı uzun süredir, Kürt hareketini teslim alma sürecinde edindiği deneyim ve cesaret ile kapsamlı bir saldırı yürütmektedir.

Bu saldırının amacı sistemli ve yoğun terörle devrimci hareketi ezmek ve marjinalleştirmektir. Amaçlanan, iddiasızlaşmış ve misyonunu yitirmiş bir devrimci hareket yaratmak, ya da en azından büyük bölümünü bu sınırlara getirmek, geri kalanını ise toplumsal yalıtmaya tabi tutarak etkisizleştirmektir. Bu saldırının sonuçları az-çok netleşmeye başlamıştır.

Öncelikle devrimci hareketin bir bölümü bugün devrimci iddia ve amaçlarından uzaklaşmış durumdadır. Politik süreçlere ve kitle hareketinin ihtiyaçlarına karşı ilgisiz kalmaktadır. Zaten sınırlı düzeyde olan politik faaliyet kapasiteleri dibe vurmakta; güçsüzlük, umutsuzluk ve çaresizlik ruhhali yaygınlaşmaktadır. Eğer devlet terörünün bir yönü devrimci hareketin en azından bir bölümünü düzen içileştirmek ise, söz konusu çevreler bunun en yakın adaylarıdır.

Devrimci hareketin diğer kesimi de yine çaresizlik ve güçsüzlük ruhhali ile hareket etmekte, politik darlık ve ufuksuzlukla birlikte saldırılar karşısında en geri direnme noktasına çekilmektedir. Saldırılara karşı kayıtsızlık ve atalet sözkonusudur. Bu en çarpıcı ifadesini zindan sürecine karşı takınılan tutumda göstermektedir. Kadroları korumak adına sınıf ve kitle hareketinin ihtiyaçlarına sırt çevrilmektedir, ki en tehlikeli olanı da budur. Bu eğilim devrimci hareket cephesinden saldırılara karşı bir barikat örülmesini güçleştirmektedir.

Sermaye devleti devrimci hareket bünyesinde yaşanan bu gerilemeyi terörün dozajını arttırarak derinleştirmeye çalışmaktadır. Özellikle son dönemde atılan adımlar ve kullanılan argümanlar dikkat çekicidir. Armutlu ve Alibeyköy operasyonları ile birlikte Emniyet Müdürü Hasan Özdemir’in “İstanbul’u sütliman yapacağız” söylemleri, İstanbul’da yaşanan son terör dalgası bu yönelimin bir parçasıdır. Hedeflenen, devrimci hareketin mevcut mevzilerinden sökülüp atılmasıdır. Sermaye devletine bu cüreti ve pervasızlığı sağlayan, devrimci hareket bünyesinde boyveren güçsüzlük ruhhali ve bunun ürünü iddiasızlaşmadır. Bu durum bir kez daha, demokratik hak ve özgürlüklerin ancak kararlı ve direngen bir tutum ve mücadeleyle korunabileceği gerçeğini doğrulamaktadır.

Direniş cephesini örelim!

Yoğunlaşan terör dalgasına karşı devrimci hareket cephesinden alınacak tutum öncelikle demokratik hak ve özgürlük mevzilerini militan bir direngenlikle savunmayı gerektirmektedir. Bu asla güç olup olmama sorunu değildir. Önemli olan saldırılar konusunda berrak bir bilinç ve bu bilincin yol göstereceği kararlı-militan bir mücadelenin örgütlenmesidir.

Elbette ki, demokratik hak ve özgürlük mevzilerinin korunması devrimcilerin kendileriyle sınırlı direngenliğine bağlanamaz. Bu, temelde, sınıf ve emekçi kitleleri düzene karşı mücadele sahnesine çekmeyi, direniş cephesini sınıflar mücadelesinin genel düzlemi ekseninde örgütlemeyi gerektirir.

“Partimiz devletin bu niyetleri ve hesapları konusunda yeterli açıklığa, düşünsel ve moral hazırlığa sahiptir. Türkiye’de devrimciliği bitirmek, burjuva gericiliğinin boş bir hayali olarak kalacaktır. Partimiz, devrimci tarihimizin bu alandaki birikimlerinin mirasçısı ve günümüzdeki taşıyıcısı olarak devrimci kimliği ayakta tutmakla kalmayacak, bunu sınıf devrimciliği şahsında ileri ve tutarlı bir düzeye de yükseltecektir. Bugüne kadarki tutumu ve pratiği, bunun daha şimdiden yeterli kanıtlarını sunmaktadır.

“Sorunun bu yönüyle ilgili tüm bu açıklığa rağmen, dahası bu açıklığın da bir gereği olarak, rejimin saldırılarını göğüslemek, bunu güvenceye alacak bir politik ve örgütsel konum ve tutum içinde olmak, günün bir başka temel görevidir. İllegal örgütsel temelimizi büyük bir dikkat ve özenle koruyacağız, geliştirip güçlendireceğiz. Aynı şekilde, legaliteden de etkin ve yaratıcı bir biçimde, çok yönlü olarak mümkün mertebe yararlanacağız. Bu ikisini başarıyla birleştirip bütünleştirmek başarının zorunlu koşuludur. Bu hayati sorunun bilincinde olarak ve bu bilinci derinleştirip kökleştirmek üzere, partimizin bu alandaki düşünsel birikimini ve pratik deneyimlerini döne döne yeniden incelemek ve pratik gerekleri konusunda en büyük dikkati ve özeni göstemek durumundayız.” (Dönemsel Durum ve Partinin Sorumlulukları, Ekim, sayı: 223, Haziran ‘01)