Ekim Gencligi ARSIVKIZIL BAYRAK
 
Haziran 2003
Sayı: 61
 İçindekiler
  Ekim Gençliği'nden...
  Haklarımızı gaspettirmeyeceğiz, geleceğimizi savunacağız!
  Geride kalan bir yılın ardından...
  İşçi sınıfının şanlı 15-16 Haziran direnişi yol gösteriyor...
  "DTCF faşizme mezar olacak!"
  Eskişehir'de faşist saldırı...
  Meyhane değil, bilim ve kültür yuvası üniversite istiyoruz!
  Ankara'da liseli gençlik çalışmamızın bir yılı...
  Özelleştirme ve kölelik saldırısı boyutlandı!
  TÜSİAD'ın yeni oyunu: Eğitime doğrudan müdahale
  Irak yanıyor, Irak yağmalanıyor!.
  ABD'nin tarihsel suç dosyasından bazı örnekler
  Toplam Kalite Yönetimi
  GATS'a uyum sürüyor...
  Herşeye rağmen intifada sürüyor!
  "Galiba aslolan onur..."
  MGK'nın çetesi tetikte...
  Türk Solu çetesi ve son gelişmeler...
  Devlet güdümlü şovenist çetenin maskesini düşürmeye devam edeceğiz!
  Haziran'da ölümsüzleşenlerin anısına...
  İşçi sınıfının büyük komünist ozanı
  Bir "Nike" öyküsü....
  Thomas More ve "Ütopya"
  Bir roman...
  Gençlik gözaltında
  Okur mektupları



 
 
Gençlik gözaltında

Bugün Gençlik ve Spor Bayramı

Bu resmi günün şımartmasıyla oturup gençliğin hayatımızdaki yeri, gençlikten anladığımız, kısacası bugün neyi kutladığımız üstüne biraz düşünelim. Gençlerin bu toplumda kapladığı etki alanının yüzölçümünü iyi-kötü hesaplayabildiğimiz takdirde topluca falımıza bakıyormuşuz hissine kapılacağız doğal olarak. Çünkü Avrupa Birliği’nin oburca göz dikmiş olduğunu düşünüp avuç ovuşturduğumuz genç nüfus, elbette dünyaya karşı kendimizi sunma ve konumlanma serüvenimizi adlandıracak olan çehremiz.

Gençlik üstüne konuşacaksak kaçınılmaz olarak ona belirli özellikler atfedeceğiz. İlericilik, özgürlükçülük, isyankârlık ve dinamizm gibi. Mutlaka hatırlayanınız vardır, gençlik insanın kendinden önce gelenleri acımasızca sorguladığı, yerleşik kalıplara yönelik isyan duygusuyla dolup taşarak kendini bu vatanın ve giderek dünyanın sahibi zannedenlere saygıda kusur ettiği bir dönemdir. Kanımca ‘büyüklere saygıda kusur etmek’ gençliğin anahtar kavramıdır. Gençlik, bütün kutsal dokunulmazlıkları bir çırpıda gülünç kılan bir hava akımıdır. Bu hava akımının yolunu tıkayıp, hayatı aşırı cereyanlardan korumaya çalışanların korkusunu anlayarak başlayabiliriz, gençlik güzellemesine.

Eti de kemiği de

Gençliğin bayramına üç gün kala kimi gazetelere yansıyan bir olay, Türkiye Cumhuriyeti’nin gençlik karşısındaki politikalarının bir özeti olduğu için konumuzun belkemiğini oluşturacak maalesef. Ankara Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi’ne bağlı iki polis, kutsal görevlerinin bilinciyle 9 Mayıs günü Ankara Dikmen Lisesi’ne gider. Müdür yardımcısı A.I.’dan 9. sınıf öğrencisi Ç.Ç.’yi huzuruna çağırmasını isterler. O sırada derste olan Ç.Ç. derdest edilip A.I.’nın odasına götürülür. Polis, A.I.’nın odayı terk etmesinden sonra Ç.Ç.’yi ailesiyle birlikte katılmış olduğu 1 Mayıs mitingiyle ilgili sorguya çeker. Polisler Ç.Ç.’ye mitingde çekilmiş bazı fotoğraflar gösterir, tehditler savurur, isim vrmeye zorlar. Ona, ‘Bir daha okul okuyamazsın’ derler. Ardından sorgu yapılan işkencehaneye dönüştürülüvermiş müdür odasına çağrılan yine 9. sınıf öğrencisi M.B. de sorgulamada, ‘1 Mayıs’a gittin mi?, fotoğraftakilerden kimleri tanıyorsun, hiç gözaltına alındın mı, F tipi nasıldır, bir bilgin var mı?’ gibi sorularla hırpalanır. Bu vahşi ortaoyununda besbelli iyi polis rolünü üstlenen, Ben de sosyal demokratım. Bak ABD malları kullanmıyorum’ dedikten sonra ‘Seni hiçbir okulda barındırtmam’ diye tehditler savurur. Oyunun kuralındandır ya, M.B., polisin yüzüne baktığı için de azarı işitmiştir. ‘Bak, bir de gözümün içine bakıyor. Ulan, ben seni...’ repliğini tanımayan yetişkini var mı bu şanlı toprakların?

Şikâyet ettikleri için bize kadar yansıyan diğer olay da Ayrancı Ticaret Meslek Lisesi’nden 10. sınıf öğrencisi D.P.’nin başına gelenler. O da müdür yardımcısı M.K.’nin odasına çağrılıp polislerle baş başa bırakılmış. Ama bu konuda okul idaresinden çelişkili bir açıklama gelmiş. Öğretmenlik mesleğinin yüz aklarından olduğu için adını açıkça anmayacağım M.K., ‘Ben yoktum ama odada rehber öğretmenler vardı’ demiş. Acaba çocuğun kollarını onlar mı tuttu? D.P., polislerle baş başa kaldığında yaşadıklarını anlatıyor: “Önce, ‘bize tanıdığın kişileri anlat. Niye 1 Mayıs’a gittin, söyle’ dediler. Bilmediğimi söyleyince, ‘Devlet için mi, devrim için mi çalışmak istersin? Bizimle temasta ol. Çok rahat edersin’ diye konuştular. F tipini görü görmediğimi, gözaltına alınırsam ne olacağını bilip bilmediğimi sordular.”

Kendi kısıtlı imkânlarıyla oğluna sahip çıkmak isteyen D.P.’nin annesi, olayı işitir işitmez, yanına bir arkadaşını da alıp okula gider. Okul idaresi tarafından ‘Baskına mı geldiniz?’ sözleriyle karşılanır. Öğrencilerini polisin önüne atıveren değerli ilim irfan bekçileri, anneye hesap verecek değil ya, hemen polis çağırırlar. D.P.’nin annesi, arkadaşıyla birlikte gözaltına alınır. “Oğlum artık okula gitmeye çekiniyor. İzinli 1 Mayıs’a gittik. Neyi soruyorlar ki?” diye dile getiriyor isyanını.

Sivil polisler, İZİNLİ 1 Mayıs mitingine katılan öğrencileri saptıyor, izlerini sürüyor, onları okullarında basıp okul idaresinin de işbirliğiyle işkenceye yatırıyor. İşkencenin tanımı konusunda AB kriterleriyle hiçbir zaman uzlaşamadığını bildiğimiz Türk Emniyeti kaba dayak, elektrik, tecavüz ve benzeri yöntemlerin kullanılmadığı sorgulamaların işkence kapsamına sokulmasına büyük ihtimalle içerleyecektir. Çocukları, kendilerini kuzu gibi teslim ediveren okul yöneticilerinin odalarında hayatlarını karartma tehdidiyle sorgulamak, işkencedir. Polis karşısında en ufak bir direnç göstermeden sorumlusu olduğu çocukları bu işkenceye teslim eden okul idarecilerinden M.K., “Sorgu falan yapılmadı. Bilgi istedikleri zaman bilgi vermek zorundayız” demiş. Müdür R.D. ise durumu muhabirlere, “Resmi ve gayri- resmi sorgu söz konusu değil. Sadece aileleriyle konuşuk. Fotoğrafları gösterdik. Çocukların bir kısmının devamsızlık sorunu olduğu için olay farklı aksettirilmiş olabilir” diye açıklamış. Ne kadar inandırıcı, değil mi?

Okulların açıkça karakol olarak kullanılması, bu toplumda yaşaya gelen kimseyi şaşırtmayacaktır. Ankara Milli Eğitim Müdürü M.B., gazeteci Adnan Keskin’in sorularını cevaplamış.

“Polis, istediği okula gidip öğrenci sorgulayabilir mi? Mevzuat nedir?”e cevabı, “Okullar bize bağlı değil, onu kaymakamlıktan sormanız lazım.” “Okulların genel yönetiminden siz sorumlu değil misiniz?” üstelemesine de birkaç kemkümden sonra “Hem siz öğrencilere sordunuz mu, mitinge giderken okul idaresinden izin almışlar mı?”yı yapıştırıvermiş. Yani, ‘Hırsızın hiç mi suçu yok’ demeye getiriyor.

Ankara Emniyet Müdürü E.Y.’den de bu vesileyle çok önemli bir bilgi ediniyoruz. ‘Okulda sorgu olmaz’ diye kestirip atan E.Y., sadece mitinge katılan öğrencilerin okul ve ailelerine bilgi verdiklerini kaydediyor. Bu uygulama meğer 1990’dan bu yana sürdürülüyormuş.

E.Y., “Öğrencilerin yasadışı faaliyetlere katılmalarını önlemek için bilgi veririz. Bu eğitici bir çalışmadır” diye içimize su serpmeyi de ihmal etmiyor. Ona kalırsa, “En fazla okul müdürünün yanına gitmişlerdir ve mitinge katılan öğrencileri bildirmişlerdir. Müdür de öğrencileri çağırıp, yasadışı faaliyetlerde bulunmamaları konusunda uyarmıştır.”
Bilmem tekrarlamakta yarar var mı?

1 MAYIS MİTİNGİ İZİNLİ VE YASALDI.

Gözetleyelim

Sadece ‘Biri Bizi Gözetliyor’ evini; orada hiçbir şey okutulmadan, hiçbir şey izlettirilmeden, birbirleriyle tatlı gençlik itişmeleri yaşayıp güle oynaya puanlamamıza açık hapis hayatı yaşatılan genç insanları izlemeye gönlünüz varsa, memleketin mutlu ihtiyarlarındansınız demektir. Arada programın tartışma bölümlerine çıkar, gırtlağınızı yırtarak taraftarı olduğunuz genci savunursunuz. Önlerine konmuş para armağanı için ne kadar tutucu, sade suya tirit ahlak bekçisi geçinip, ne kadar dürüst taklidi yapıp yaşıtlarını hırçınlıklarıyla terörize ederlerse o kadar ünlü olup kendilerini başarılı hissedecekler.

Bütün vatanı BBG evine çevirip gençleri kayıtsız şartsız ihtiyarlayacakları ana kadar gözaltında tutarak arada bir gırtlaklarına çöküp soruyorlar: “Devlet mi devrim mi?”

Soru, isabetli.

Gençliğin resmi bayramla kutlanacağına inananlar, hep müthiş istihbarat makineleri, F tipi hücreleri ve her an her mekânda kuruverdikleri karakollarıyla hepimize aynı soruyu soruyor. Tamam mı, devam mı? Gençlik mi, ölüm mü? Devlet mi devrim mi?

Yıldırım Türker
(Radikal 2, 19 Mayıs ‘03)